Yüzyıl öncesine, 1914’e gidelim... İnsanlık, modern savaşların ilkinde, I. Dünya Savaşı’nda savaşmanın kötülüğünü öğrenmiş olmalıydı... Avusturya Macaristan İmparatorluğu’nun başlatıp Almanya’nın büyüttüğü savaşa, aralarında Osmanlı İmparatorluğu da olan ülkeler büyük bir tutku ve inançla giriyordu... Büyük yıkım, yağma ve katliam, başlangıçta kimilerinin gözlerini parlatıyor, ceplerini dolduruyordu...
Sonunu biliyoruz. Savaş uzadıkça, insan kayıpları arttıkça, halklar acı içinde kıvranmak zorunda kaldı, tutku ve inanç kayboldu. Sonunda kaybeden insanlık oldu, dünyada 70 milyon insan silah altına alındı, yaklaşık 9 milyon insan öldü. Sokakta dilenen evsiz, aç insanların sayısı korkunç boyutlardaydı... Günümüz savaşlarından bir farkı yok. Ancak yaşandıktan sonra, savaşlara karşı durma konusunda akıllandırıyor bazı insanları...
Yüzyıl önceki savaşta yer alan bir müzikçiden bahsetmek istiyorum size. Piyanist Paul Wittgenstein'dan. Fabrikatör bir ailenin yedi çocuğundan biri olarak Viyana'da 1887 yılında doğdu. Avusturya burjivazisinin en güçlü olduğu dönemlerden biriydi. Genç yaşta müzik yeteneği desteklendi. Aile evi, ünlü orkestra şefi ve besteci Gustav Mahler (1860-1911); viyolonselci Pablo Casals (1876-1973); besteci ve 2. Viyana okulunun kurucusu Arnold Schönberg (1874-1951); geç-romantik dönemin son büyük bestecisi Richard Strauss (1864-1949) gibi müzik tarihine damga vuran müzikçilerin ve daha az önemli birçoklarının buluşma yeriydi.
Böyle bir ortamda yetişti genç müzikçi. 26 yaşına geldiğinde piyano öğrenimini tamamlamış ve Viyana'nın, (günümüzde de yeni yıl konserlerini izlediğimiz) ünlü “Musikverein” konser salonunda ilk konserini başarıyla vermişti bile... 1 yıl sonrasında, 1914 yılına gelindiğine herşey değişti. Seferberlik ilan edildi. Savaş başladı. Wittgenstein askere alındı. Rus cephesine gönderildi. Burada yaralandı ve esir düştü. Sağ kolu ambute edilmek zorunda kaldı... Ama pes etmedi, iyileşme döneminde piyanist kariyerini devam ettirmeye karar vermişti bile. Bir esir değişim anlaşmasıyla, Viyana'ya zor koşullarda dönebildi.
Kaybettiği sağ kolu onu çağdaş bestecilere sol el için eser sipariş etme düşüncesine yönlendirdi. Birçok besteciye eser ısmarladı. Bu besteciler arasında, ünlü İngiliz savaş karşıtı besteci Benjamin Britten (1913-1976); Ankara Devlet Konservatuvarının kurucusu Paul Hindemith (1895-1963); Hollywood’a göç ederek eşsiz film müziklerine imza atan Erich von Korngold (1897-1957); Sovyet besteci Sergey Prokofiev (1891-1953); Avusturyalı Franz Schmidt (1874-1939) , Alman Richard Strauss ve ünlü Fransız empresyonist besteci Maurice Ravel (1875-1937) ve daha birçokları var. Bestelenen eserlerin ortak özelliği: Wittgenstein’ın savaşta kaybettiği sağ kolunun varlığının sol el tarafından unutturulmaya çalışılmasıdır. Ancak tam tersi oldu, bugün bu eserler bilenler için savaşları lanetleyen birer anıt oldular...
Wittgenstein’ın “Konçertolarından” Ravel'in “Sol el için Piyano Konçertosu” 1931 yılında bestelenmiş... 5 Ocak 1932 tarihinde de bizzat Wittgenstein tarafından Viyana'da ilk seslendirilişi yapılmış. Günümüze kadar devam eden ilginç bir tartışma başlatmış eser: Ünlü besteci ilk seslendiriş sırasında Viyana'da bulunamayınca, ileri bir tarihte besteci için orkestra partisini başka bir piyanonun çaldığı ikinci bir seslendirme düzenlenmiş Wittgenstein. Ravel ise piyanistin performansından hiç memnun kalmamış. Dostlukları da bu konserin ardından kopmuş... Anlaşmazlığın sebebi: ünlü piyanistin yorumundaki abartılı süslemeler. Mektuplarda devam eden ünlü tartışmalarında Wittgenstein “yorumcular köle değildir.” tezini savunurken, Ravel ise yorumcuların köle olduklarını belirtmekte. Günümüze kadar yansımaları devam eden tartışmada, kimin tarafındasınız?