Son dönemde, ülke genelinde ve bu ilde AKP’nin yoğun propaganda takvimi arasında boğulmamak ve biraz nefes almak için çalışıyoruz.
AKP, ağır toplarıyla birlikte Kocaeli’ni siyasete boğmaya çalıştı, çalışıyor…
Başbakan Ahmet Davutoğlu, Gençlik Çalıştayı’nın Kocaeli ayağına katılıp nasıl bir gençlik hedefledikleri ve yetiştirecekleri gençlere ne tür sorumluluklar yükleyeceklerini anlattı. Çokca da, terörle mücadele başlığı altında, yine anonim terör örgütleri değerlendirmesi üzerinden yürüyüp, partili gençliğinin beynini yıkamaya devam etti.
Güneydoğu Anadolu Bölgesi’ndeki tepkileri, ‘’Minare yakan, camileri bombalayan,
Kur-an’ı Kerim içine bomba yerleştiren’’ ifadeleriyle algı yaratıp kamplaşma ve gerginliği artıran siyasal yaklaşımın yetiştirme hedefinde olan gençliğin nasıl bir gençlik olacağını birlikte göreceğiz.
Davutoğlu, gençlerinin ‘’Meclis’te terörist istemiyoruz’’ sloganlarını göğsünde yumuşattığı bir futbol topu gibi şutladı. Ve, ‘’Ne Meclis’te ne de memleketin herhangi bir noktasında terörist kalmayacak’’ sözleriyle, AKP’nin önümüzdeki döneme ilişkin sertleşme politikasının ipuçlarını da veriyordu.
Başbakan’ın ardından, AKP’nin hukukçularından, TBMM Anayasa Komisyonu eski başkanı ve AKP İstanbul Milletvekili Burhan Kuzu, Türkiye Gençlik Vakfı İl Temsilciliği ve İzmit Belediyesi’nin ortaklaşa düzenledikleri ‘’Yeni anayasa ve başkanlık sistemi, gençlik yeni anayasa istiyor’’ başlıklı toplantı için kente geldi.
Ve, yeni anayasa diye kendi gençliğinin beynini yıkamaya devam etti…
AKP yönetici kadroları, gençlikten ne kadar çekindiğini, en azından kendi gençliğini propaganda yoğunluğu altında tutarak gösteriyor.
Kuzu, ne anlatacaktı ki ?
Bunu soranlara yanıt, ‘söyledikleri, söyleyeceklerinin teminatıdır’ diyerek yanıt vermek olasıdır.
Bir türlü istedikleri gibi kabul ettiremedikleri başkanlık sistemi konusunda “Başkanlık modelinde değişiklikler mümkündür’’ diyerek çark etmekte sakınca görmeyen Kuzu, mevcut sistemi sürekli koalisyon dönemine gebe olan, riskli bir model olarak tanımladı.
Şu sözleri, Kuzu’nun meseleye ne kadar şaşı baktığının kanıtıdır. Diyor ki, ‘’Bir başbakan var, bir cumhurbaşkanı var. Bu iki kişi ülkeyi yönetiyor, iki başlı bir yönetim. Parlamenter sistemin en büyük sıkıntısı iki başlılıktır. Parlamenter sistem diktatörlüğe başkanlıktan daha yakın.’’
Yani, on yıllardır diktatörlük tehlikesi olmayan parlamenter sistemde, AKP ile diktatörlük tehlikesi yaşanmaya başlandığını, bir AKP’li, hem hukukçu hem de yönetsel erkle iç içe bir AKP’li deklere ediyor.
Düşünün, bir de parlamenter sistem olmaması halinde, yetkilerin tek elde toplanması durumunda neler yaşanabilir ?
İşte, bu dönemdeki yoğun propagandanın merkezine koyulan düşünsel bütünlük buna işaret ediyor.
İlçe Başkanları, İl Başkanları, Milletvekilleri, üst düzey yöneticileri ve Başbakanları topyekün bir propaganda yoğunluğunu hissettiriyor. Bu kargaşa içinde muhalif ses duyulmuyor, duyulamıyor.
Bu gelişmeler yeterli görülmemiş olacak ki, Cumhurbaşkanı sıfatıyla Recep Tayip Erdoğan bir kez daha kente gelecek ve o da başkanlık sisteminin yoğun propaganda yöntemine ivme kazandıracak.
Peki, bu yoğunluk karşısında halkın tepkisi ne oluyor ?
Varsa mevcut tepki nasıl dikkate alınıyor ?
Ya da, ‘’Başkanlık sistemine hayır’’ diye muhalif anlayış nasıl bir karşılama görüyor ?
Bu konudaki merakımızı da, Burhan Kuzu’nun ’’başkanlık sistemi ve yeni anayasaya geçiş’’ konulu konferansı öncesi Halkevleri ve Öğrenci Kolektifi üyelerinin yaptığı protesto gösterisi sonrasında giderdik.
Sabancı Kültür Merkezi'nin önüne gelerek Burhan Kuzu'yu protesto eden o gençler, polisin müdahalesi ile karşılaştı ve gözaltı işlemi yapıldı.
Yani, yeni anayasa, daha yasalaşmadan bile özgürlüklerin sınırlanacağının, polis devletinin meşrulaştırılacağının açık kanıtıydı bu durum.
Diyelim ki, toplum, sözünü ettiğim bu propaganda yoğunluğuna boyun eğmeyi tercih etti. Diyelim ki, ‘’bunlar da geçecek’’ diye düşünüp AKP dayatmacılığı karşısındaki tavırsızlığını sürdürdü.
Ama, bir AKP milletvekilinin ‘’Osmanlıcayı bir gecede kaldırdılar’’ sözüyle yaptığı cumhuriyet düşmanlığını nasıl içlerine sindirebilirler.
Türkçe karşıtlığının özünde Osmanlı’nın tasfiyesine olan kin apaçık görünürken, bu milletvekili bu cüreti kimden alıyor dersiniz ?
O milletvekili, halkın maruz kaldığı yoğun propaganda zeminini kullanarak söyleyeceklerini söylüyor, kinini kusuyor. Ama, bu kez biraz sert kayaya çarpıyor olacak ki, tepkiler üzerine bulunduğu mekandan ayrılmak zorunda kalıyor.
Bu yoğunluk bitecek,
Bu dönem bir şekilde kapanacak,
AKP kadroları, hırsızlıklarının, yolsuzluklarının hesabını tam olarak vermese de o korkuyu hissedecek,
Çünkü, bu propaganda yoğunluğu, beyin yıkama ve etkisizleştirip teslim alma stratejisi Türkiye gibi ülkelerde uzun süre gündemde kalamaz.
Dönem gelir geçer…
Her türlü propaganda yoğunluğu sonrası kazanım olarak görülen tüm değişiklikler gündemden çıkar ve toplum rahat bir nefes alır.
Propaganda yoğunluğu ise başka bir bahara kalır, sonuç alınması da oldukça zorlaşır.
Her türlü güce rağmen…