“Politik alan” dedik, özel bir alan olduğunu söylemek istedik. Bu alanın diğer iki alandan, “ekonomi” ve “ideoloji” alanlarından farklı, kendi özellikleri ve dinamikleri olduğunu söyledik. En saf anlamlarıyla, ekonomi alanının özü, kapitalist-işçi ayrımıdır. İdeoloji alanında ise, ideologlar ve ideolojileri sistemsiz biçimde tüketen, kullananları kastettik. Politika alanı ise, en öz haliyle, yöneten-yönetilen” ayrımına dayandığını belirttik. Bu ayrım, somut olarak, devlet ve yurttaşlar ayrımına tekabül eder.
Özellikle anlaşılmasını istediğimiz, bireylerin, iç içe geçmiş, üç alanda, ama ayrı ayrı üç halde bulundukları, üç ayrı yaşam sürdürdükleridir. Bir alanın karşılıklı, diyalektik konumu, diğer alanda değişmiş ve dönüşmüş halde bulunur.
Bu bakış açısının, geleneksel olan, “alt yapı-üst yapı” ile, “kendinde sınıf”, kendi için sınıf” diyalektik ayrımlarını, eşzamanlı ve iki boyutlu (kübik) görme olanağını yarattığını söyleyebiliriz (Bu temelde bir kuram geliştirme teşebbüsü tarafımca yapılmıştır: “A Theory of Capitalist Society and Social Dialectics”). Bu bakış açısının ilk yararı, bir bireyin sınıfı bağlamı içinde olmak üzere, aynı anda üç farklı “alanda” bulunduğu, üç farklı konumlanış aldığı, hatta, üç farklı kimliğe sahip olduğunu görebilmektir. Bir diğer yararı ise, hakim ve yönetici sınıflar için söylersek, üç farklı iktidar alanının, kaynağının, bulunduğudur. Bu iktidar alanları da, yine aynı kuramsal çerçeveye göre, eş zamanlı üretilmektedir. Biz eşzamanlılığı hem “anlama” sürecinde, hem de tarihsel gelişimi açıklama amacıyla, sırasallık içinde düşünme eğilimi içinde oluyoruz. Oysa, bize göre, örneğin, ekonomik iktidar ile, politik iktidar, ideolojik hakimiyetle birlikte, eş zamanlı olarak gerçekleşmektedir. Açıkça yazalım, burjuvazi, ekonomik iktidarı ile diğer alanlardaki iktidarını birlikte üretmekte, tüm alanlardaki iktidarını bütünselleştirmek için, devrim yapmaktadır. Örneğin, ekonomide ve ideolojide hakim hale gelen burjuvazi, eksik olan politik iktidarı için, politik devrim yapmakta, ve tüm toplumsal isteme bütünsel olarak egemen hale gelmektedir. Diğer deyişle, egemenken, bir de yönetici olmaktadır. “Ekonomik alanda” ezdiği, sömürdüğü sınıfı artık “politik alanda” da yönetir hale gelmektedir.
Benzer durumun, üç alanda eş zamanlı iktidar üretimi işçi sınıfı için de geçerli olabilir mi? Devrimden önce, devrimin başlangıcında ve devrimin yerleşme aşamasında.
İşçi sınıfının kapitalist toplumsal diyalektiğin zorunlu bileşeni olarak, artı değerin esas üreticisi olarak, devrim öncesi iktidarı, ancak üretimde başlayacak bir genel grevle başlayabilir. Bu grev, kapitalist üretimin geçici olarak durdurulmasıdır. Bu başlangıca, hızla kamusal mülkiyet eşlik etmelidir. Ama yukarıda belirttiğimiz, iktidar alanlarının eş zamanlı üretimi ilkesi uygulanabilmeli, ve politik iktidar için, başka bir “durdurma” ve “kamusallaştırma” süreci eşlik etmelidir. Burada “politik grevden” bahsediyoruz. Bu grev, politik iktidarın üretildiği, yurttaş-devlet ilişkisine müdahale etmek demektir. Sadece bir örnek, politik temsil mekanizmasının işlemez hale getirilmesi, seçimlere karşı seçimler yapılması, alternatif meclislerin, şuraların oluşturulması, alternatif mahkemeler kurulmasa dahi, mevcut yargı sürecine halktan jürilerin eşlik etmesini talep etmektir. Benzer biçimde, mümkün olduğu kadar çok sayıda kamu görevlerine “doğrudan seçim” yoluyla atama yapılabilmesi ilkesinin geliştirilmesi. İdeolojik alanda ne yapılması sorusunun yanıtı ise, bizim burada yaptığımızın tekrar edilmesidir, diyebiliriz.
Henüz, eski olanın işleyişini kuramsal düzeyde “durdurmaya” başlamış oluyoruz. Oldukça “skolastik” bir aşamadayız. Ama en azından, ideolojik olarak, çok daha sistemli ve geniş bir perspektif edinmeye de başlıyoruz. Çünkü neleri nasıl eleştireceğimizi, eleştirdiklerimizin yerine neler önerdiğimiz açıktır. Çünkü, en genel anlamda, iktidarın”, eşit ve toplumsal üretimi ve bölüşümünü öneriyor ve istiyoruz. Mevcut olanı eleştirirken de, bu tespit ve önerilerle birlikte konuşup, yazıyoruz. Farkımız ise, ekonomik ve politik iktidar alanlarının birlikte ele alınıp, yeni önerilerle birlikte, bütünsel eleştiriye tabi tutulmasıdır. Tek tek konular, kaçınılmaz biçimde, reformize yol açacaktır. Tek tek konular, bütün içinde ele alındığında ancak, anlamlı sosyalist politika yapılabilir. Bunu yaparken de, “tek tek konular”, başka “tek tek konularla” ilişkilendirip, toplumsal alanın “ortasına” yerleştirilebilmelidir. “Ortaya” derken, en azından “beyin” veya “kalp” gibi alanları kastediyoruz. Zaman kazanmak, toplumsallaşabilmek ve nihayetinde “iktidar üretebilmek” için, merkezi, bütünsel ve “kritik” alanlar, konular, kişiler, örgütler, stratejik önceliğe sahiptir. Ya da, herhangi bir konu ya da alan, bu özellikler seviyesine çıkartılmaya çalışılmalıdır.
Politikada, her zaman ve her yerde, kademelenme ve öncelikler bulunuyor. Gezi olayları gerekli ipuçlarını vermiştir: Olay yeri, İstanbul, Taksim. En büyük kentin, en merkezi yeri. En medyatik alan. Katılımcılar: Olabilecek en geniş kesim. Aslında en geniş emekçi kesimlerin çocukları. Sınıf: En genişlemiş haliyle emekçi sınıfın çocukları. Hareketin coğrafi dağılımı ve genişleyebileceği coğrafya: Taksim'den Lice'ye. Türkler ile Kürtlerin birleşme aşaması. Ancak, ancak, ancak! Bir ya da en az iki önemli partinin önderliği, derleyiciliği ve sözcülüğünün gelişememesi; Kürtlerin çekingenliği, ortak mücadele tecrübelerinin on yıllardır olmayışı…
Ne oluyor, ekonomik ve politik grevler örgütlenemiyor. Solun Türk ve Kürt bölgeleri, belki “kimlikleri” demek gerek, birleştirilemiyor. Hızla çıkan yangın, hızla yayılıyor, ama yanacak çalı çırpı bitince de, sönüveriyor.
Denilebilir ki, politik bir grev örgütlenebilseydi, -ki bu örgütleyici merkezleri gerektirir- nereye kadar gidilirdi. Daha büyük bir deneyim, coşku, ardından istifalar ve erken seçim. Sonra, ana muhalefet iktidara, hükümet partisi, yeniden büyümek üzere, kısmen parçalanarak, muhalefete. Daha uzun süren umutlar ve ardından, daha büyük hayal kırıklıkları. Sanıyoruz, böyle olurdu.
Politik alanın ele geçirilmesi, ya da sadece ekonomide süren mücadeleler, bir arada sürdürülmediği sürece, “bütünün dönüşümü” ile ilgilenenler açısından, sadece eksiklik değil, kusur da olacaktır.
Peki, bakış açısı olarak, iki alanı birleştirebilmek için, ne ekonomi, ne politika, teke tek, tek başlarına yetmez. Bu nedenle, biz politik ekonomiyle düşünebiliriz ancak. Bir alandaki kazanım, diğer alanda kayıpla sonuçlanabilir. Çünkü, rakibiniz, yukarıda saydığımız üç alanda da iktidardadır ve üç alan, tek komuta merkezinde birleşmiştir. Cephe sizin içinse en az üçtür. Üstelik her cephe içeriden de bölünmüştür.
Sosyalist mücadele ve dönüşüm için özetleyelim:
İşçi sınıfı açısından, üç alan, üç kimlik ve konumlanış söz konusudur. Toplumsal ilişkiler aslında üçe bölünmüştür. Her birinin, konusu, mantığı, konumlanışları farklıdır.
Üç alanı birleştirmeden, birlikte ele almadan, tek bir alanda yer alan mücadele, mücadele aşamasında bile başarılı olamaz. Ekonomi, politika, ideoloji, her zaman ve her yerde, birlikte ele alınmalıdır.
Sosyalist hareketin mücadelesinde öncelikler sıralaması olmalıdır. Bu sıralama, en önemli, en etkili ve mekansal olarak en merkezi yerlere ve konulara yoğunlaşabilmelidir. Birleştirici özelliği yüksek mekan ve konular, başta yer almalıdır. Ama, birleşme, bir araya gelmekten fazladır. Komuta merkezi mutlaka “bir” olmalıdır. Her türden ittifak, işbirliği, tek bir komuta merkezi olmadan, olsa olsa platform, dayanışma ilişkisi yaratabilir.
“Politik alan” yazılarının şimdilik son sözü şudur: Bütünsel dönüşüm peşinde koşanlar, “bütünsel” görebilmeyi, düşünebilmeyi ve ideolojik düzeyde “bütünsel” konuşup yazabilme “bütünlüğünde” olabilmelidirler. Yoksa sadece “politik alana” katılıp, “politika” yaparız. İdeolojik düzeyde de, sadece “felsefe”!