Bu yazıda politik alanın gerçek oyuncusu gibi görünen “politikacı” tipiyle ilgili gözlem ve tespitlerde bulunulacak. Politikacıdan kasıt “profesyonel” politikacıdır. Amatör politikacı ise, "politik temsil" özelliği olmayan ama kamusal kişilik edinmiş her hangi bir kişi olabilir. Aydın, sanatçı, yorumcu, yazar ve "fikir" önderlerinin durumu budur. Politika yapan çoktur ama, herkes, politik "temsil" işlevini yerine getirmez. Bir politika yorumcusu ise, aslında medyanın yaptığı işi yapar, haberleri ya da gündemi ele alır, yorumlar. Politik temsil, demek oluyor, profesyonel politikacının işi olup, politika topluluğunun parçası olmayı gerektiriyor.
Politik topluluk, politika yapan herkesi değil, sadece profesyonel olarak "yönetim" sürecinin parçası olanları belirtir. Topluluk üyesi, yönetici sınıfın üyesi olarak, biçimsel düzeyde, politikacıları, devlet adamlarını ve bürokrasiyi kapsar. Bürokrasinin burada alt düzey memurları, kamu görevlilerini kapsamadığını özellikle belirtelim. Onlar bilindiği üzere kamuda çalışan emekçilerdir.
Yönetici sınıf Marksist kuramda bile, sık sık "egemen sınıf" ile karıştırılır, ama egemen sınıfın yanında doğrudan politik ve idari "yönetim" görevini yerine getirenleri de kapsar. Yönetici sınıf egemen sınıfın dışındadır. Ancak,dışında olması, Ay'ın Dünya'nın dışında olmasından farklı değildir.
Yönetim işlevini en geniş anlamıyla "yönetici sınıf" yerine getirir. Bu yönetim için işbölümü şöyledir: Kapitalistler doğrudan sermaye üretimiyle, politikacılar doğrudan temsil ve karar alma süreciyle, bürokrasi de, biçimsel olarak politikacılar tarafından alınan kamusal kararların, doğrudan uygulanmasından sorumludurlar. Elbette, uygulama işlevi dışında, kamu politikası üretimine "mesleki" bilgileriyle katılırlar.
Yönetici sınıfın içine, kapitalistler, politikacılar ve bürokratlar dışında, bir de, malum, bazı elitler girerler. Bu kesimlere, "burjuva aydınlar" diyebiliriz. Burjuva aydınını, okur yazar ve yayın yapan, sergi açan herkesi değil, sınıfın ideolojisini ulusal düzeyde üreten büyük burjuva aydınları anlamında kullanıyoruz. Bir öğretmen de aydın özellikleri taşıyabilir, ancak, onun kavramları ve iç bağlantıları üretilmiş, genel hatları çizilmiş ideolojinin uygulayıcıları, uyarlayıcları, yeniden üreticileri olarak görmek gerekir. Bu kapsamda belirtilmeli ki, aydın özel bir kavram olarak ideoloji üretici anlamında, ideolog anlamında kullanılırsa, anlamlı, tanımlı halde kalabilir. Yoksa "analitik" değerini yitirir, kuram dışına çıkar.
Kısaca yazıp ilerleyelim: Yönetici sınıf, kapitalistleri, politikacıları, bürokratları ve büyük burjuva aydınlarının iş bölümü halinde ve birlikte, bütün olarak kapitalist toplumun yöneticiliğini üstlenir. Politik alanın liderleri, öncüleri ve geniş anlamda yöneticilerini "kategorik" olarak tanımlamış olduk. Sınıfsal olarak "yukarıda" kim kimdir, böyle yanıtlanabilir diye düşünüyoruz. Bu yönetici sınıf, açıkça görülüyordur, bir topluluk halinde de düşünülebilir. Bizim politik alanda en sık gördüğümüz bu topluluk ya da sınıf üyeleri, her konuşmalarında, her yazmalarında, yukarıda olduklarını, yukarıdan yanlarına ya da aşağılarına doğru seslendiklerini gösterirler. Devletin, halkın nasıl yönetileceğini, kamusal işlerin nasıl düzenlenmesi gerektiğini, kamusal sorunların nasıl çözümleneceğini, hep onlardan duyar ve okuruz. Tüm tespit ve önerilerinde, kamusal yaşamımız üzerine ne düşünüp ne ettiklerini duyarız.
Sosyalistlerin politik alan içinde esas olarak kimlerin sözünün dinlendiğini çözümlerken, bu yazılanların "analitik" bir değeri olacağını düşünüyoruz. Kİmler, kimler ve ne adına konuşmakta, öneride bulunmaktadır. Yönetici sınıfın üyeleri kendi sınıf içi iş bölümlerine uygun olarak ve yönetici olma bilinciyle konuşurlar; ama, yönetilenlerin, "halk" diyebiliriz, politik alanın sadece dinleyicisi ve izleyicisi olmadıklarını, aslında kendilerinin sadece halkı temsil görevi gördüklerini, kamusal alanın sorunlarını çözmek üzere görevlendirilip atandıklarını söyleme gereği de duyarlar. Yönetenlerle yöneticilerin politik alanda yanyana gelmesi, birleşmesi bu biçimde olur. Yönetenler yöneticileri güya temsil etmektedir. Yöneten-yönetilen bütünleşmesi de yine güya, ancak böyle olur.
"Güya" diyoruz, çünkü, böyle bir temsil ilişkisi sadece biçimsel ve kuramsal düzeyde kurulabilir. Gerçekte ve pratikte değil. Çünkü temsil ilişkisini sağlayan tek "mekanizma" seçimler olup, temsilci seçme işlevini bile yerine getiremez. Seçimlerim temsil etme işlevi görebilmesi için, seçmenlerin çoğunun aynı zamanda aday olabilmesi, yönetilenle yönetici konumunda olanların sürekli ve periodik olarak yer değiştirebilmesi gerekir. Oysa, bırakalım on milyonları aşan modern devletleri, küçük kentlerde bile böyle bir temsil ilişkisi gerçekleştirilemez. Malum, azınlıktan daha azınlık bir kesim yönetmekte, onların bir kısmı seçimde aday olmakta, ezici çoğunluk sadece uzun aralıklarla seçimlere sadece ve zorunlu olarak, seçmen biçiminde katılmaktadır.
Burada, yönetici sınıfın temsili olarak bile yönetmediğini söylemiş oluyoruz. Diğer deyişle, mevcut durumda sahip olduğumuz rejim, "temsili demokrasi" bile değildir. Yönetici sınıfın kendi varlığı ve devamı için,temsili bile tehlikeli bulduğunu anlıyoruz. J.J. Rousseau, temsilin demokrasiyi öldüreceğini söylüyordu. Durum daha da vahimdir: Temsil bile bulunmamktadır.
Peki temsil yerine ne konulmaktadır? Kamusal alanda gördüğümüz önemli oyunculardan olan profesyonel politikacılar, bizim temsilcmiz bile olmadıklarına ve olamayacaklarına göre, ne işlev görmektedirler. Temsilcilik yapıyorlarmış gibi mi davranmakta, demokrasi ilüzyonu yaratılmasına katkı mı koymaktadırlar.
Yukarıda sunulan kuramsal ifadelerimize göre, yaptıkları iş, gördükleri işlev, temsille ilgili olmayıp, "yönetme" ile ilgilidir. Yönetici sınıfın bir alt topluluğu olan politikacılar, özel sınıfsal ve kişisel özelliklere sahip insanlardır. Onlar yönetilenleri, halkı, yurttaşları temsil etmekten çok, yönetici sınıfın içinde yer alıp, bu sınıfı temsil etmek isterler. İstemeseler de, bu sınıfın içinde kalmak için, bu işlevi görmekte zorunda kalırlar. Onlar yönetilenleri değil, yönetici sınıfın temsil işlevini görürler. Karşılaştıkları zorluklar da buradan kaynaklanır. Yönetici sınıfın içinde yeralan kapitalistlerle bürokratların, büyük aydınların, karşı karşıya olmadığı görevler ve sorunlardır bunlar. Halkla ilişki görev ve sorunu.
Seçmen olmanın genel hak olarak genelleşmesiyle birlikte gelişen "kitle demokrasisi", "kitle politikası" ve "kitle partileri", kitleyle en uygun ilişkileri kurabilecek, kitleye uygun politikacı tipini yarattı. Geçmişin çoğunlukla elit olan politikacılarının tersine, profesyonel kitle politikacısı da böylece ortaya çıkmış oldu. Bu politikacı halktan çıksa bile, yönetici sınıfın üyesi olmakta, sonra işlevi ve görevi gereği tekrar halka, halkla ilişki kurmak üzere dönmektedir. Ancak baştaki haliyle halka döndüğü hali karşılaştırıldığında, bu politikacının siyah gidip beyaz geldiğini, Kürt olarak gidip Türk olarak döndüğünü, örneğin, görürüz. Yeni bilgiler, yeni öncelikler, yeni tecrübeler sonucunda yeni dil ve söylemle, halka döner ve onunla bütünleşmeye çalışır. Kamusal alanda sıkça gördüğümüz politikacı tipi budur. Ya da, hiç dönüşmez, etkisizleşir. ÇÜnkü, yönetici sınıfın iş gördüğü mekanizmaları, kuralları, özel ilişkileri vardır. Bürokrasi, yasalar, gelenekler gibi.
Bu politikacı tipinin özelliklerini uzun uzun anlatmaya gerek yoktur. Sıradan günlük gözlemler yeterlidir. Bizi ilgilendiren tespit, temsil görevi bile göremeyen, aslında olmayan demeli, bu kesimin, sıradan yurttaşlar gözünde bile olumsuz bir görünüme sahip olduğudur. Yönetilenlerin, yani sıradan yurttaşların kendi iç karmaşılığı, ilgi ve çıkarlarının farklılaşması, devletlerin kamusal niteliklerini kaybetmesi, en önemlisi de, yönetilen halkın her geçen gün daha da "iktidarsızlaşması", zaten temsili işlevi bile olmayan politikacı kesimini, hem başarısız hem de, tüm bu nedenlerle, gereksiz kılmaya başlamıştır. Yönetici sınıf işlevlerinin daha da merkezileşmesi, teknik bürokratik özellikler kazanması, politikacıyı, etkisiz ve kişiliksiz bir görünüme sokmuştur. Diyalektik bir süreç işlemektedir. İktidar yönetilenlerden, halktan,fazla yabancılaştıysa, kendi de iktidarszlık sorunuyla karşılaşır.
Seçmenlerin çoğunun aynı zamanda aday da olduğu bir rejime doğru gittiğimizin kanıtlarını az da olsa göstermiş olduk. Bu yeni rejime, ister "sosyalist demokrasi", ister "sovyet demokrasisi", ister "halk demokrasissi", istersek de "öz-yönetim" diyebiliriz. Ama böyle bir rejimin demokrasi olarak adlandırılması sadece bir alışkanlıktır. Kastetiğimiz, sosyalist politik ve kamusal alandır.
***
Yazılarımız Politik Alan XI'e kadar devam edecek ve bundan sonra, özellikle ve genel olarak, "sosyalist politika" ve "sosyalist kamusal alan" üzerine yazacağız.
Umarız yapabiliriz ve yararlı oluruz.