Yalçın Küçük politika yapmayı Lenin'e atıfla, "ittifak kurma sanatı" olarak tanımlıyordu. Eksiktir, ama doğrudur. İttifak bozmak da bir o kadar politikadır. Esas amaç ise politikada "iktidar", "güç" üretmek, biriktirmektir. Ama nihayetinde, "iktidar" üretmek de, ittifak kurabilme yeteneğine sahip olmak demektir. Daha basit yazalım: İttifak kurmak için de "güçlü" olmak, dikkate değer bir güç olmak gerekir. Bu gücün altında bulunmak, diğer deyişle ittifak bile kuramayacak durumda olmak, politik olarak önemsiz olmak anlamına gelir. Türkiye sosyalist solunun uzun zamandır bu "güç" durumdan çıkmaya çalıştığını biliyoruz. Bu nedenledir ki, yapılan, en ileri güçleri "desteklemek" ötesine geçemiyor ve bir de, bu türden desteklerin ilkesel ve kuramsal olup olmadığı üzerine tartışmaların. Haliyle, "kuyrukçuluk" suçlamaları, iç politik kavganın küfürü olup çıkıyor.
"İttifak kurmak"... Tam olarak anlaşıldığını söyleyemeyiz. Bolşeviklerin "işçi-köylü ittifakı" en ünlü ve başarılı sınıf ittifakıdır. Partileri de kapsar. Sosyalist mücadele tarihinde küçük burjuvaziyle, demokratlarla, cumhuriyetçilerle, sol-liberallerle ve bu kesimlerin değişik pek çok alt katmanlarıyla yapılan "ittifaklar" boldur. İttifaklar tarihinde, kısa vadeli seçim ittifaklarından, geniş "cephe" türü ittifaklara kadar geniş bir alanda hareket edilebilmiştir. Hatta, bugünün Maocularında değişik versiyonlarda görülen, çok daha tuhaf ittifaklar da vardır. Kaldı ki, Lenin bile, ilk olarak Rus burjuvazisiyle ittifakı düşündü ve vazgeçti. "İşçi-köylü ittifakı" 1848 ve 1871 Fransasını çok iyi bilen Lenin'in özellikle 1905 Rus Devrimi ve sonrasında benimsediği ve işlediği temel ittifaktı. İdeolojik olarak, kuramsal olarak "Saf sınıf" politikası izleyen Lenin, zamanın Sosyalist Devrimcileri ile de ittifak yaptı, hatta, onların tarım, köylü, programını benimsedi.
İttifak kurmak, türlü türlü olur, değişir, ve tüm ittifaklar kaygan ve geçicidir. Önemli olan, ne için ittifak yapıldığıdır. Kimlerle yapıldığı çoğu zaman önemli değildir. Ancak, ne için, hangi amaçla yapıldığını söylerken, ünlü "amaç-araç" ikiliği tartışması içinde de boğulmuyoruz. Bu ikilem burjuva etiği tartışmalarında yapılmakta ve sosyalist mücadelenin gerektirdiği "reelpolitik" mantığının dışına düşülmektedir. Burada, "sosyalizm için her yol mübahtır", denilmiyor, sadece, politikanın ayrı bir alan olduğu, kendi mantığına ve araçlarına sahip olduğu, söyleniyor.
İttifak demek ki, sınıflarla, ideolojilerle, programlarla hatta, yapılabiliyor. İttifak konusunda rasyonel ve bu anlamda esnek olan Lenin, hiç de tezat teşkil etmez, her zaman proleteryanın yerini, daha önemlisi, olanaklıysa, "gegemonik" konumunu ilk başta düşünüyor. İttifak, ama, proleteryanın gegemonyası altında. Ama, gegemonik duruma gelmek de, büyümeyi, etkili olabilmeyi gerektirdiği için, yine ittifaklar konusuna geliyor. İttifak kurmanın "ödün vermeyi" gerektirdiğini de, en iyi bilenlerden biri yine Lenin'dir. Ama ödün bile, sosyalizm için veriliyor.
Ancak, proleterya "gegemonik" olacak demek, örgüt kararları, programları, en geniş anlamda proleterya ideolojisi ve kuramı "önde" ve "öncü" olacak anlamındadır. Önde ve öncü olmak ise, diğer tarafın, partinin, sınıfın, programın, esas sosyalist programa "ekleneceği" anlamına geliyor.
İttifaklar yaşamın her alanında olduğu da çok iyi bilinir. Parti yönetimi için seçime gidildiğinde de ittifaklar oluyor. Taraflar ittifaka ne kadar, ve nasıl devam ederler, bilemeyiz. Hatta, bu ittifakın genişleyip genişlemeyeceğini, tersi, daralıp daralmayacağını da.
İttifakların sadece politik örgütler arasında olacağını düşünmek, en önemlisi partilerdir, eksiktir. İttifakların "ideolojik" geçiş ve "karışımlarda" ortaya çıktığını söylemeliyiz. Liberalizmle muhafazakarlığın, liberalizmle sosyal demokrasinin, hatta sosyalizmin, ittifakları, adeta yeni ideolojilerin oluşmasına kadar varır. Ya da, bazı sosyalizmlerin liberalizmle ve türleriyle kaynaşması. Elbette, ideolojileri yanyana getiren, kaynaştıran, hatta içiçe sokarak yeni ideolojiler kuranlar, aydınlar, bürokratlar, politikacılardır. Politika tarihi bolca karışık ve tuhaf örneklerle dolu. Örneğin İngiltere'de geçen yüzyıllarda olmuş olduğu üzere, yerel bir sosyalist geleneğin, Hristiyan sosyalizmi ve Keynesyen bir liberalizm ile birleşmesi, hatta, sonra kendilerini muhafazakarlara bile kabul ettirebilmeleri. Karşılaştırmalı tarihsel politik çözümleme, ideolojik karışma ve geçişlere, yeni sentezlerin oluşumuna bolca örnek vermektedir.
Politika yapmak, Lenin'e atıfla Yalçın Küçük'ün söylemiş olduğu gibi, ittifak kurma ve bozma girişimleriyle doludur, ve sadece burjuva değil, sosyalist politika için de geçerlidir. İttifak kurmak istemeyen, ittifakları ideolojik bekaretin bozulması olarak gören politik çevreler, politikanın dışına düşer, en iyi olasılıkla, sadece "ideolojik" alan içine yerleşirler. Ancak, ideoloji de, politika yapılmadan, gelişemez.
İşçi sınıfı, adeta maden gibi, başka madenlerle karışık halde bulunuyor. Gerekli kimyasal ve fiziksel işlemlerden sonra ancak, kendi başına olur, görünür. Toplumdan, ulusdan başlarız, halka geçeriz, sonra, halk içinde sınıflara. Marksistlerin yaptığı budur. Arıtırız, temizleriz, billurlaştırırız. Ama bunu önce kuramsal olarak yaparız. Ancak, politika yaparken, kuram yapar gibi parçalara ayırmaktan çok, hangi parçayı hangi parçalarla birleştirebiliriz diye bakarız. Açıkça yazalım, işçi sınıfı bırakalım zorunlu değişimi, hiç bir zaman saf biçiminde bulunmaz. O her zaman, köylülerle, küçük burjuvazinin ve burjuvazinin bol ve değişik katmanlarıyla karışım ve etkileşim içinde bulunur. Örgütsel ya da bizzat yaşam alanları biçiminde olmasa bile, ideolojiler atmosferinin içinde nefes alıp verir.
Politik partiler, tarihin sınırlı dönemleri hariç, hiç bir zaman "sınıf partileri" biçiminde bulunmadılar. Çünkü, bir parti, eğer dar ideolojik-kadro partisi değilse, kitle içinde taraftar bulmak için politika yapar. Her parti doğası gereği "kitle partisi" olmaya yönelir. Ama, devrimci partilerin kitle partileri olmadıklarını, olamayacaklarını da biliyoruz. İyi ama, bu devrimci partilerin kitlenin içinde dağılmış hatta görünmez olmuş sınıflarla iletişimi nasıl olacaktır?
Marks kapitalizmin sınıfsal ilişkileri kristalize etiğini (billurlaştırdığını) söyleyerek, esas kapitalist dönemde "sınıf politikası" yapılabileceğini de söylemiş oluyordu. Ancak, Marks'ın tespitinin sadece "kendinde sınıf", yani, "istatistik" olarak anlaşılabilecek sınıf olduğu, kendinden sonra daha iyi anlaşılmıştır. Lenin'in katkısının esas olarak burada yattığını biliyoruz. "Dışarıdan bilinç", bu kendinde gelişen istatistiki anlamda sınıfın, "kendi için sınıf" olabilmesi için bir çözümdür. Bu bir aşamadır, ama, bu aşamayla yetinmek zorunda mıyız, tartışılması gerekir.
Sosyalizmin karşı karşıya olduğu ve çözmesi gereken ikilem şudur: Sınıfa seslenmek için kaçınılmaz biçimde kitleye seslenme zorunluluğu. Amaç, kitlenin sınıfsal ayrışmasını sağlamaktır. Bu ayrışma sağlandığında ancak, parçalar kendilerini ayrı parçalar (sınıflar ve katmanlar) biçiminde görebilme olanağına sahip olabilirler.
Politikada, "her" politik seslenmede, kimlere seslenildiğini belirtelim:
Ulusa, halka, sınıfa, katmanlara, gruplara, kişilere...
Neden böyledir, gayet açık olmalıdır. Toplumsal bütün, bu biçimler içinde bulunur ve kimlere seslendiğimizin önemi burada yatar. Dikkat edilmelidir, sınıfa seslenmek için, önce "ulus" ve "halk" aşamalarından geçilmelidir. Burjuva ideolojisi ve kuramı, "bireyci" ve "bireysel" olduğu halde, politikasında, en üst toplulaşmalara, yani, ulus ve halka seslenmekte ve "sınıfsal" olana geçişin önünü tıkamaktadır.
Marks ile Engels'in hem "Alman İdeolojisi" hem de "Komünist Manifesto" çalışmalarında, burjuva sınıfının biçimlenişi, gelişimi ve hakim sınıf haline gelme aşamaları hakkında yaşamsal tespitler buluyoruz. Egemen sınıf nasıl "egemen" oluyor, diğer deyişle, aşam aşama gelişip yukarıya çıkıyor? Yani kendini "ulusal" bir sınıf haline getiriyor. Bu seviyenin (ulusal seviye) altında, egemen olacak olan da, önce "halkın" içinde yer alıyor Avrupa'nın yaşadığı "Eski Rejim" döneminde burjuvazinin durumu böyledir. O o sıralar, halk katmanlarının üst tabakasıdır.
Elbette, işçi sınıfı, burjuvazinin oluşum ve yükseliş aşama ve biçimlerini aynıyla takip edemez. Ancak, "egemen sınıf" olmanın toplumsal oluşum içinde belli ölçütleri karşılaması tüm tarih için geçerli bazı özellikler gerektirir. Ne yazık, Marks bu konuda etkili olmakla birlikte, oldukça soyut formüller bıraktı. Örneğin, bir toplumsal sistemden diğerine geçişin formülü ("Katkı" çalışması).
Politika, ekonominin ürettiği, hazırladığı istatistiksel bölünme ve bağlantıların doğrudan üzerine inşa edilemiyor. Nedeni "politik alan" dediğimiz alanın, dönüştürücü etkisidir. Daha iyi belirtelim, politikada yaşam, ekonomideki yaşam değildir. Bu iki yaşamı bir ve aynı görebilmek, gösterebilmek, bunun için de en uygun ittifakları kurabilmek, ekonomiyle politikayı birleştirerek dönüşümü başlatır.
Plekhanov, "Marksizmin Temel Sorunları" çalışmasında, Fransız Devrimi'nin başlangıç dönemiyle ilgi oldukça değerli bir gözlemde bulunmuştu. Bu devrimde sınıfların adeta görünür hale geldiğini, toplumun üç dört parçaya, "sınıfsal" olarak bölündüğünü söylemekteydi. Politikanın, en uygun bunalım-devrim dönemlerinde, ekonomik istatistikleri politik güçler biçiminde göstermeye başladığıyla ilgi oldukça yararlı tespitlerdir.
Marksistler, kapitalizmin güçlü olduğu, burjuvazinin hala "hegemonik" olduğu dönemlerde bile, sınıfları en azından "kendinde sınıf" olarak görebiliyorlar. Ama, "politik alan" içinde gördükleri oldukça farklıdır. Kitle, halk, partiler, kimlikler, bölgeler ve açık ekonomik çıkarlar, temel bütünler ve parçalar olarak görünür. Ama burada önemli olan, "politik alanda", "kendinde" sınıfların adeta yokolduğudur. Bu bir Marksist için ilk başta sarsıcı olabilecektir. Ama, Marksist için başlama noktası da buradır. Politik alan, sınıfsız bir alan yaratmaya çalışır, sınıfları gözlerden uzak tutar, gizler.
Ekonomiden politakaya geçtiğimizde, kendinde sınıfları görmemizi engelleyen, devlet-yurttaş ilişkileri, en genel anlamıyla, yöneten-yönetilen ilişkilerinin oluşmasıdır. Bu ilişki işçi-kapitalist ilişkisi değildir. İşçi sınıfı üyeleri, diğer sınıflar ve üyeleri gibi, yurttaşlık haklarına sahip bireyler halinde bulunurlar. Oy veren, bazı haklara sahip yurttaşlar. Diğer yurttaşlarla, hukuk önünde eşit ya da bu eşitliği talebeden yurttaşlar olarak. Politik alan, kendinde sınıfı dönüştürür, onu yurttaşlar halinde bireylere parçalar. Sosyalizmin önündeki en önemli engel ise, bu burjuvalaşan yurttaşın, bireyin politik alanın yapıcı atomu haline gelmiş olmasıdır.
Sınıf mı, hep var, daha da fazla olmak üzere var. Lenin, partisi, bu burjuvalaşma süreci başlamadan neredeyse, sosyalist müdahalede bulunup, eşitsiz gelişmenin ürettiği enerjiyi kullanma olanağını yakaladı. En ileri ideoloji ve örgütlenmeyle, en geri koşullar bir araya geldi. Burjuva yurttaş, hiç de sınıfının üyesi gibi düşünüp davranmaz. Lenin'in başarısının arkasında bu tarihsel avantaj da görülebilmelidir.
Politik alanın burjuvalaştırıcı, parçalayıcı etkisi ileri aşamada ise, politik alanımız, burjuva politik alanı haline gelmiş demektir. Bizim dönemimiz için "ne yapmalı" sorusu esas buradan başlayarak sorulmalı diye düşünüyoruz. Düşünürken de, yazının başındaki soruna, ittifaklar sorununa dönmek istiyoruz.
İttifak kurmak ya da ortak hareket etmek, farklı amaçları, farklı çıkarları yanyana getirebilmek demekse, bu farklılıkların neden ortak bir yerde buluştuğunu sormalıyız. Bir burjuva devlet ilkesi olan "hukukun üstünlüğü", elbette, sosyalistlerin de yararınadır. Benzer biçimde, demokrasinin, "adalet" ilkesinin yerleşmesi, bu ilkelere uygun kurumsal düzenlemelerin yapılması da. Sosyalistler için bu burjuva ilkelerin ve kurumsallaşmaların hedef haline getirilmesi ve bu amaçla kurulan politik ilişkiler, kısa vadede sosyalist politikanın yapılabilme koşullarını iyileştirebilir. Orta vadede, sosyalistlerin "kitle" ile ilişkilerini geliştirir. Uzun vadeyi ise, açık ve eşit ortamda sınıflar arası rekabet ve mücadele süreci belirler. Gelişen bir demokrasinin sosyalizmin nihai zaferine zarar vereceğini düşünmek, ya da, kitleleri etkisizleştirip sosyalizmden daha da uzaklaştıracağını düşünmek, kapitalist gelişmenin sosyalizmi engelleyeceğini düşünmeye benzer. Ama, burada, burjuva demokrasisinin sosyalizme karşı kendini daha da güçlendireceğini, sosyalizmin cazibesini kaybedeceğini, hatta, sosyalizmi tümüyle tarih sahnesinden atılacağını düşünmek, kapitalist ekonominin "kendinde sınıfı" üretemeyeceği, sınıfsızlaşacağını düşünmek demektir. Böyle düşünmek, ekonomiyi politikadan tümüyle bağımsız düşünmek, aralarındaki zorunlu bağları inkar etmek demektir.
Tekrar vurgulayalım: Kendinde sınıf hep vardır, ama sorun, kapitalist toplum içinde üreyen "politik alan"dır. Bu alanın, tüm bireyleri adeta "sınıfsız" görünen, hukuksal olarak "eşit", politik olarak "yurttaş" denilen bir özneye dönüştürdüğünü, görüyoruz.
Sosyalizmin yeni bir tarihsel sıçrayışa gereksinimi vardır. Nesnel olarak işçi sınıfı hala vardır, üstelik büyümüş, toplumun ezici çoğunluğunu oluşturmaktadır. Ama, bu büyümeyle birlikte, kendi içinde daha da ayrışmış, farklılaşmıştır. Ekonomik alanda iyice gelişmiş, derinleşmiş, ayrışmış olmasının tam tersine, politik alanda, haklarla donanmış yalıtık bir bireye dönüşmüştür. Ekonomide gelişen sınıf, politik alanda gerilemiş, geriletilmiştir. Burjuva politik alanının esas işlevi de zaten budur.
Yazının başına dönelim: Sosyalist politika için olası ve olanaklı ittifaklar, neredeyse, toplumun, kapitalist azınlık hariç, tüm kesimlerini kapsamına alabilir. Bu da şu seslenmeyi, yönelimi açıkça söylüyor: Artık neredeyse "tüm toplum" olan, "tüm ulus olan" olan işçi sınıfı" adına ve doğrudan ona seslenmek.
İstatistiksel olarak işçi sınıfı, ya da "kendinde sınıf olarak işçi sınıfı, uzun zamandır toplumun ezici çoğunluğudur ve bu nedenle, ittifaklar alanı oldukça genişlemiş, haliyle ittifak kurma olanakları da, olağanüstü derecede artmıştır.
Önemli olan, ittifaklara kimlerin liderlik yapacağı, ya da en azından başlangıçta, ittifakların kurulmasına kimlerin ön ayak olacağıdır.
Lenin'in "gegemonya"dan (hegemonya) anladığı buydu. İttifaklar, sosyalizm yönünde, ama, çoğu zaman ve zorunlu olarak sosyalist olmayanlarla. Elbette ama, yakın olanlarla. Her zaman kaçınılmaz olarak ortak amaçlarla, ama, uzun vadede, sosyalizm için. Olası müttefikleri korkutmayalım ama, ittifakları önce kurup, iktidardan sonra bozmak, için.
Bolca kurmalı, bolca öğrenmeli, bolca seslenmeli, gerektiğinde de, bolca bozmalı. Başlangıçta güç biriktirmek ve sonra hızla ilerlemek için.
Devam edeceğiz.