Gezi isyanının, toplasanız iki üç ay gibi dar bir süreçte, çok geniş bir müzik skalasında hatırı sayılır bir müzik toplamı ürettiğini daha önce yazmıştım. Hayatlarında ilk defa sokağı, direnişi ve bunların özgürleştirici yönünü deneyimleyen genç insanlar, belki de daha önce bir arada olmadıkları insan topluluklarına müzik yaptılar. Bazen sırtlarında davulları, gitarları ile bir yürüyüşün, eylemin içinde müziği var ettiler, bazen bir parkta, hemen oracıkta toplaşmış bir gruba dahil olarak daha önce bilmedikleri şarkılara eşlik ettiler. Belli bir geçmişi olan, bir kitleselliği olan müzik toplulukları daha önce bir araya gelmedikleri daha farklı insan toplulukları önünde birikimlerini bir daha gözden geçirip farklı ortaklaşmalar yakaladılar. Bütün bu deneyim müziğin kendisine de yansıdı doğal olarak. Misal Grup Yorum ya da Grup Vardiya gibi politik, halk müziği tabanlı ajit-prop müzik yapan gruplardan, oynak Balkan nefeslilerinden funk, blues gibi türlere uzanan alaycı, serseri, “çapulcu” şarkılar dinledik. Grup Yorum’un “Lanet”, Vardiya’nın “Durduramayacaklar Halkın Coşkun Akan Selini” şarkıları bu grupların önceki müzik birikimleri düşünüldüğünde buna alışmış kulakların yadırgayacağı şarkılardı. Tersinden bakarsak, Alpay, Nazan Öncel gibi ana akım pop şarkıcılarından daha politik tonda, doğrudan politik bir itirazı dillendiren şarkılar dinledik.
Peki, o direniş pratiklerinin içinde kendini başka başka biçimlerde var eden müzikal deneyimler bir kırılma noktası oluşturdu mu, orada yaratılan müzik bir norm olabildi mi? Hayır. Farklı farklı müzikal yönelimlere mutlaka ki dokundu, hem söylemsel hem sanatsal anlamda farklı ifade biçimleri sundu ama “Gezi müziği” diye normatif bir yönelimden söz edemeyiz. Zaten böyle bir norm arayışı da yoktu. Gezi’nin düşünsel pratikleri konstrüktif değil de-konstrüktif bir yapıdaydı. Yani bir düşünce inşasından çok yerleşik düşünce biçimlerini tahrip etme eğilimindeydi. Örgütlülüğe karşı örgütsüzlük, otorite yerine otoritesizlik, sloganın yerine mizah, sürekliliğin yerine kendiliğindenlik gibi. Meta anlatılara dayanan politik kalıpları dışlayarak her şeyin birbiri içine geçebildiği bir akışkanlık içinde aradı anlatısını Gezi. HDP’linin elinden tutan Kemalist, cuma namazı kılanların başında nöbet tutan sosyalist gibi. Gelenekselleşmiş meta-anlatıların değillemesi değil, bir aradalığın, kitleselliğin bir akışkanlık, bir geçişlilik üzerinden kurulmasıydı bu. Müzik de kitleselliğini böyle bir akışkanlığın içinde aradı. Tahrip ederek, karikatürleştirerek.
İsyan sokaklardan ve alanlardan çekildikten sonra, her grup hızla kendi mahallesine döndü. Sosyalistler, kürtler, sosyal demokratlar, liberaller, her kim varsa Gezi öncesindeki kendi geleneksel eylemliliğine ve ajandasına döndü. Buradan, “Gezi parlayıp sönen bir kalkışmaydı, etkisi isyanın sürdüğü o iki üç ay için geçerliydi” anlamı çıkmasın. Mutlaka sonrasındaki muhalif hareketlenmelere bıraktığı bir miras oldu, farklı olabilirlikleri gündeme getirdi. Etkisinin ne olduğunu, nasıl çatlaklar yarattığını gördük. Ancak toplumsal muhalefette bir daha geriye dönülemeyecek şekilde bir kırılma yarattı diyemeyiz, sanırım herkes buna katılır. Oradaki katılımcıların skalasına baktığımız zaman örgütlü bir şekilde isyana katılan değişik sol siyasetler, politik değil de daha hak tabanlı bir itirazdan yola çıkan çevreciler, LGBT-İ bireyler, kent hakkı savunucuları, feminist gruplar, daha bireysel bir noktadan yaşam tarzlarına yapılan müdahalelerden bunalmış apolitik bireyler vs. geniş bir kitlesel skala görüyoruz. Kitlesel katılımdaki bu geniş skalayı müzik anlamında da görüyoruz. Örneğin Praksis gibi, Bandista gibi, Bando Sol (İzmir) gibi, Kaldırım Müzik Topluluğu (Hatay) gibi, grup olarak isyana katılmış, eylemlerde, yürüyüşlerde doğrudan müziği ile bulunmuş, bütün bir direniş boyunca müziği ile isyanı harmanlamış gruplar, Güvenç Dağüstün, Aylin Aslım, Ceylan Ertem gibi bireysel olarak isyana katılmış, müziği ile anlık, gündelik olarak kurulan etkinliklere katkı sağlamış isimler, bir de yine bireysel olarak isyana katılmış, çeşitli orkestralarda gitar, keman, akordeon, bağlama vs. çalan, yeri geldiğinde enstrümanını eline alıp hemen oracıkta kurulan gruplara katılan insanlar.
İsyan sokaklardan çekildikten sonra, farklı müzikal yönelimler de tıpkı politik yönelimler gibi kendi mecralarına döndü. Gezi sonrasında özellikle 2015 yılı ve 15 Temmuz darbe girişimi sonrasında şiddetlenen, günde güne artan gerici baskılardan dolayı, politik müzik yapan insanlar, konser yasakları, tutuklamalar, tehditler altında bir var olma savaşı vermeye başladılar. Grup Yorum’un yaşadıkları malum, Selçuk Balcı, Dodan Özer, Pınar Aydınlar, Mem Ararat gibi Karadeniz, Kürt, Alevi müziği yapan insanlar kendi memleketlerinde, kendi insanlarına konser veremez hale geldiler. Öbür tarafa baktığımızda, söylemini daha bireysel bir noktadan oluşturan, hayata olan muhalefetini bireysel özgürlükler üzerinden kuran rock, indie rock, elektronik müzik toplulukları/müzisyenleri gittikçe küçülen mahallelerine sıkışıp kaldılar. Onlar da Kadıköy, Beşiktaş, Ankara’da Tunalı gibi yerlerde kalan son birkaç kulüpte varlık yokluk savaşı vermeye başladılar. Devlet baskısının yanında bir de mobilize olmuş esnaf çetelerinin şiddetine maruz kaldılar.
2015 sonrasındaki baskıların gitgide arttığı dönemde, politik anlamda da herkes kendi mahallesinin, sokağının sıkıntılarında, açmazlarında debelendi durdu, bilindiği üzere. Egemen zihniyetin gitgide parlamento dışı politik alanları kuşattığına, boğmaya çalıştığına tanık olduk. Sokak, üniversiteler, meslek kuruluşları, demokratik kitle örgütleri vs. bütün parlamento dışı politik yapılar bundan nasibini aldı. Politik anlamda buradan çıkışın, herkesin diğer mahallelerle birtakım ortaklaşmalar araması gibi çözümlerde olduğuna dair bir iddiam yok. Bu daha başka argümanlarla tartışılması gereken uzun bir mevzu. Gezi’nin estirdiği rüzgarı hemen politik bir pragmatizme dönüştürme çabalarının nasıl sonuçlar verdiğini de deneyimledik. Başta söylediğimi tekrarlayayım, Gezi düşünsel anlamda de-konstrüktif bir yapıdaydı. Egemen olanın tahrip edilmesi, hükümsüzleştirilmesi üzerine söylemini inşa etti. Tersine, politik tabanlı bir egemenlik mücadelesi hayatın bütün alanlarına dokunan konstrüktif bir söylemi inşa etmek durumundadır.
Politik bir kitleselleşmenin, ortak bir zeminin inşası karmaşık ve tartışmalı bir konu iken, müzikal bir düzlemin, bir ortaklaşma zemininin inşası da bu kadar zor, karmaşık süreçler gerektiren bir konu mudur? Sanmıyorum. Özellikle farklı müzikal mecraların neden birbirlerine bakmadığı, birbirlerinin dertleri üzerinden bir ortaklaşma zeminini yoklamadığını uzun zamandır yadırgarım. Örneğin 90’larda, rock müzik dinleyen, giyimiyle, kültürel yönelimleriyle farklı bir alt-kültürün inşası, yaşaması için önemli çabalar sarf eden insanlar, Metin Göktepe cinayeti, Gazi Mahallesi olayları gibi trajedilere pek de bakmaya teveccüh göstermediler (İstisnalar vardır mutlaka, bu bir genelleme olsun). Aynı şekilde sol siyasetlere mensup insanlar, saçma sapan bir sansasyondan çıkan satanist cadı avı boyunca türlü çeşit hak ihlallerine uğrayan ve suçu sadece saç uzatmak, piercing yaptırmak, siyah giymek olan genç kızlara, erkeklere yapılan zulümlere (Abartmıyorum, 90’larda polis Kadıköy’de, Taksim’de saçına, ojesinin rengine, tişörtlerine bakıp insanları sokaklardan topluyor, Akmar Pasajı’na operasyon üzerine operasyon düzenliyordu) pek de tepki verme ihtiyacı hissetmediler. Bugün de bu ilgisizlik aynı şekilde sürüyor ve bunu yadırgıyorum. Tekil dinleyici deneyiminden yola çıkarsak, diyelim ki Karadeniz’de yaşayan bir gencin, geleneksel Karadeniz müziğinden bu müziklerle harmanlanmış bir rock müziğine, oradan rock müziğinin daha kendine özgü saf formlarına, oradan da rock müziğin kendine dert edindiği çevre sorunları, özgürlük sorunları gibi insani meselelere gidebileceği yollar açıktır ve mümkündür. Tersi de mümkündür. Kazım Koyuncu’nun hem Harbiye’de hem Fındıklı’da izleyicilerini aynı duygulardan, duyarlılıklardan yakalaması, tam da bu sarp, engebeli ama açık olan yolları bıkmadan, inatla denemesi sayesindedir. Egemen zihniyet de baskılarla, yasaklarla tam da bu yolları kapatıp insanları kendi mahallelerinin içinde boğmak, nefessiz bırakmak istiyor. Müzikal anlamda bir bir aradalığın el yordamıyla da olsa, çekingen bir biçimde de olsa yoklanmasının politik ortaklaşma zeminlerine de önemli katkılar sağlayacağını düşünüyorum.