Haziran Ayaklanması sırasında hükûmet bocaladı. O sırada RTE Fas’taydı. Ankara sokaklarında kitle bakanlıklar semtine doğru saldırıya geçmiş, İstanbul’da ise kepçeyi ele geçirip başbakanın konutuna doğru ilerlemişti. Gül mesela, “mesaj alınmıştır” mealinde sözler söyledi. Bülent Arınç, “çevre duyarlığı” diyerek polisin sertliğinden ötürü alenen özür diledi. Milli Eğitim Bakanı, herkesi kendilerine karşı birleştirmeyi “başardıklarını” söyledi.
Hükûmet üyelerinin paniğe kapılmalarının nedeni muhtemelen o sırada CNN, BBC ve Euronews gibi yabancı kanalların olayları sokaklardan neredeyse naklen vermesi, Avrupa’dan ve ABD’den polise yönelik kınama ve eleştiri seslerinin yükselmesiydi.
Sonra RTE döndü, şehrin karanlık sokaklarında otobüs üstüne çıkarak bir dizi “korsan miting” yaptı, polisiyle gurur duydu, isyancılara “çapulcu” dedi; bakanlar kurulunu topladı ve hükûmete hâkim oldu (o sırada bakanlardan birini dövdüğü, diğerine sövdüğü söylenir).
Olaya tamamen teknik olarak bakarsak, Ayaklanma iki ay daha yaygın biçimde sürseydi devletin baskı aygıtlarında kısmi de olsa bir çözülme olabilirdi ve hükûmet iktidarda kalamazdı. Aslında burada bir (farazi) model oluştuğunu da söyleyebiliriz: yaygın ayaklanma ve isyan, durumdan hoşnutsuz asker ve polislerin saf değiştirmesi. Ayrıca, şunu da unutmayalım ki o sırada “paralel yapı” gerekçesiyle polis teşkilatının hiyerarşisi bozulmamıştı; Balyoz, Ergenekon gibi davalar çökmemişti. Dolayısıyla model Haziran’a kıyasla bugün daha geçerli.
Bir şey daha var: RTE, Fas’tan döndüğünde hükûmete muhtemelen karizmasıyla değil, kendi özel “derin devlet”ini harekete geçirerek hâkim olabildi. Bu türden iktidarlar çevrelerine aldıkları insanları farklı yöntemlerle kendilerine biat ettirecek şekilde bağlarlar. Mafya örgütleri de aynı yöntemi kullanır.
Cumhurbaşkanlığı seçimine giden süreçte RTE ve ekibinin büyük bir ustalık sergilediğini söyleyebiliriz. Son ana kadar Abdullah Gül’ün partinin ve hükûmetin başına geçme ihtimalini canlı tuttu ve ansızın taktik bir manevrayla onu tasfiye edip şahsi teorisyenine bütün kapıları açtı.
Aslında ABD ve Batı muhtemelen Abdullah Gül’ün yeni hükûmeti kuracağını, RTE’nin ise mevcut anayasa çerçevesinde cumhurbaşkanlığı katına itilerek etkisiz bırakılacağını sanıyordu.
Bu noktada, Batı âleminde Gül’ün “esas mutemet çocuk” olduğunu belirtmek gerekir: Colin Powell’la gizli anlaşma imzalamış, Exeter mezunu, köken olarak “milli görüşçü” değil “büyük doğucu”, her ne kadar iki kelimeyi bir araya getiremiyorsa da bir gözü ve kulağı hep düvel-i muazzama’da olan bir şahsiyet. Bir tür Damat Ferit…
Başbakan olması halinde Gül, kendi ekibini kuracak, bütün yolsuzluk dosyalarını elinin altında tutarak RTE ekibini etkisiz hale getirecek, Davutoğlu'nun "stratejik derinliği"ni rafa kaldıracak ve ABD'nin dikte ettirdiği siyasetlerden en ufak bir sapma göstermeyecekti.
Bugünkü iktidar silahsız bir cuntayı andırıyor. Anayasa’yı rafa kaldırmış, yenisini yapacak. “Teamüllere uymayız, teamül yaratırız,” demiş. Cumhuriyet’in ve devletin sembolleriyle oynuyor. XIV. Louis’nin dediği gibi “Devlet benim/ l’État c’est moi” vaziyetleri... Gayet enteresan, fakat çok tehlikeli bir durum.
Neye güvendiklerini şahsen ben anlayamıyorum. Yüzde 51 oyla “teamül yaratıp” diktatör olunmaz. Polis teşkilatına hâkim olması orta vadede mümkün görünmüyor. Yargıtay töreninin öncesinde ve esnasında olanları gördük. HSYK diktatörün emirlerine uymuyor mesela. TSK dişlerini gıcırdatıyor. Bu arada PKK “açılım” denilen şeyi nedense aşırı biçimde zorluyor: heykel dikmeler, Ağrı dağında askeri gösteri vs. Dış destek deseniz, hiç yok: adamı istedikleri gibi kullanamıyorlar, üstelik bu kez deliğe de süpüremiyorlar. Benzetmek gibi olmasın ama Taliban’ı da kendileri yaratmışlar, sonra ne yapacaklarını bilememişlerdi.
Peki bunların hiç mi imkânları yok? Var, elbette… Mevcut iktidar kadrosunun “Milli Görüş” zamanlarından bugüne sürekli geliştirdiği en büyük kabiliyet para toplayıp dağıtmak. Rüşvet mekanizmalarını iktidar çarklarını sürekli yağlayan bir enstrüman gibi kullanmayı biliyorlar. Az şey değil…
Fakat bu yetmez. Nasıl ki süngünün üzerine oturulamazsa, parayla da diktatörlük olmaz.