Pandemi gerekçesiyle toplumsal yaşamı altüst ettiler. Önlem almadılar ve evde kalmalarına bile izin verilmeyen yüzlerce işçi, "iş cinayetlerinde" yaşamını yitirdi. Evde kalanları da öldürdüler; özellikle sanatçıları, özelikle de müzisyenleri. Çok sayıda müzisyen yaşamına son verirken enstrümanlarını satanların, kuryelik yapmaya başlayanların, pazarcılık yapanların artık haber değeri bile yok.
Elbette sorun sadece müzisyenlerle sınırlı değil, tüm sahne sanatları derinden etkileniyor bu süreçten. Burç Balcı konuyu çok iyi açıklıyor: “Yüzlerce yıllık tarihe sahip nitelikli sanatların her görkemli dalı; opera, tiyatro, bale, orkestra, koro gibi türler, seyirciyle nasıl buluşacaklarını kara kara düşünüyor. Sahne sanatlarının içerik olarak en zengin türü olan operayı ele alalım. Korosundan orkestrasına, solistinden şefine, rejisöründen bale kadrosuna, sahne tasarımcısından dekorcusuna, ışıkçısından kostümcüsüne, perukacısından makyözüne kadar yüzlerce kişinin tek bir temsilde görev aldığı bir alan. Üzerine binlerce kişilik salonları dolduran seyirci sayısını da eklerseniz sanıyorum aynı anda kapalı bir mekânda en fazla insanı bir arada bulunduran sanat dalı. Tüm bu insanların sağlığını riske etmeden nasıl bir arada bulundurabileceğiz?.. Özel sanat topluluklarında görev alan sanatçıların çoğunluğu ise iptal edilen etkinlikler sonucu işsiz kalmış oldu ve tüm gelirleri kesildi. Ama ne yazık ki ne kiraları ne faturaları ne de ailelerinin karnını doyurabilme ihtiyaçları bekliyor. Burada çeşitli özel destek ve bağış kampanyaları yapılsa da hâlâ çok yetersiz. Bu konuda duyurulan bir defaya mahsus 1000 TL devlet katkısı ise sonradan 3 kez yapılacağı açıklansa da koca bir yılı işsiz geçiren bir müzisyenin ihtiyacını karşılamaktan çok uzak.”(1) Zaten bu dönemde yürütülen birçok araştırma, Türkiye’de Covid-19 salgınından ekonomik olarak en çok etkilenen alanların başında kültür-sanatın geldiğini gösteriyor. Ancak iş sadece ekonomik olmuyor konu sanat olunca. Sanatın dönüştürücü, geliştirici etkisinden uzak kalıyor toplum. Diyeceksiniz ki o zaman televizyondan izle operayı, tiyatroyu, konseri. Olmuyor. Denemedim değil, denedim ama olmuyor. Asla canlı izlemenin keyfi olmuyor. Şöyle söyleyeyim, televizyonda Berlin Filarmoni’yi izlemektense canlı olarak lokal, tanınmamış bir oda orkestrasını tercih ederim. Bırakın operayı, tiyatroyu; sinema bile evde olmuyor: Oluyor da aynı tadı vermiyor, idare ediyorum diyebilirim. Geriye kalıyor sergiler ama onların da sayısı yok denecek kadar azaldı.
Ben de dedim ki kendi kendime, “Bari sanat kitapları okuyayım da eskiye döndüğümüzde bir de teorik açığım olmasın.” Elbette işe okulundan başlamak gerek:
Prof. Dr. Sümer Saldıray Neden Güzel Sanatlar Akademisi, Ne İçin Mimar Sinan Güzel Sanatlar Üniversitesi başlığı altında bu kurumun gelişimini ve kendi anılarını anlatırken genel sanat görüşlerini de aktarıyor. Kitapta Akademi’nin havasının bile farklı olduğu anlatılıyor: “Akademiye girdikten sonra mezun olmak istemeyerek son sınıf projesi almaktan kaçınıp öğrenciliğini devam ettiren çok öğrencim olmuştur. Onların dış dünyada başarılı işler yaptıklarının tanıklarından biri olarak neden diplomalarını almak istemediklerini sorduğumda öğrenciler ‘Dışarı yaşamda buradaki gibi zihnen, fikren beslenemediğimiz gibi bu ortamdaki kadar özgür olamıyoruz.’ derlerdi.”
Diğer yandan herkesin böyle düşünmediğinden de söz ediyor Sümer Saldıray. Örneğin, Oğuz Aral... Öğrenciliğinin ilk yılında sınıf arkadaşı olmalarına karşın Aral kendisine başka bir yol çizip akademiyi bitirmemiş ama Babıali’nin tozunu attıran Gırgır dergisinde kendisini daha özgür hissetmiş. Tıpkı Fransız Karikatürist Jean Maurice Bosc gibi. Onun da klasik bir eğitimi yok ama çok çarpıcı bir tarz geliştirmiş. Bence çizgileri bile komik. İkinci Dünya Savaşı'nda yer alıp "Croix du Guerre" madalyası almış olmasına karşın sanatında kararlı bir savaş karşıtı tutumu ön plana çıkarmış. Karikatürlerinde sadece militarizmle dalga geçmemiş, buna tepkisiz kalan sıradan insanları da eleştirmiş.
Neyse, Saldıray’a geri dönecek olursak kitapta sanat dışında dikkatimi çeken başka noktalar da oldu. Örneğin, Adnan Menderes’in İstanbul’da çok sayıda camiyi yıktırması gibi. Üstelik bunların tümü tarihi özellikler taşırken. Tamam, Menderes’in İstanbul’un tarihi dokusuna verdiği zararı herkes gibi ben de biliyordum ama cami yıkımındaki liderliğinden habersizdim. Sanırım bilinmiyor veya göz ardı ediliyor. Yıkılan camilerden bir tanesinin öyküsü ilginçtir: Karaköy’deki ahşap Kara Mustafa Paşa Camii yıkılmak yerine sökülüp adalardan bir tanesinde tekrar inşa edilmek için gemiye yüklenir. Sonrasında geminin fırtına nedeniyle yan yattığı ve parçaların tümünün denize döküldüğü söylenir! Doğru mudur, bilmem.
Dikkatimi çeken, daha doğrusu anlayamadığım bir nokta da yazarın özgeçmişiyle ilgili. Alanında çok başarılı bir sanatçı olan, üniversitede her kademede yöneticilik yapmış olan bir profesör neden yarım sayfalık özgeçmişinde “Okuma yazmayı okul öncesinden öğrenmiş olduğundan evlerinin karşısındaki Atatürk İlkokuluna o zaman yedi olan okula başlama yaşından bir yıl önce, 1944’te ve altı yaşına varmadan, kaydı yapıldı.” bilgisini verir? Gerçekten anlayamadım.
Biliyorsunuz, Marks ve Engels’in sanat veya edebiyat konusunda yazdıkları bir kitap yoktur. Lenin de aynı geleneği sürdürmüştür. Ancak her üçünün de sanat ve edebiyata derin ilgisini, özellikle felsefi ve tarihi metinlerde kullandıkları örneklerden görüyoruz. Dahası ilgileri basit bir merak değil, ciddi ciddi uzmanlık düzeyindedir de. Bu açıdan üçünün de Edebiyat ve Sanat Üzerine yazıları toplanarak kitaplaştırılmıştır. Ben bu kez daha yeni olduğu için Lenin’inkini seçtim. Özelikle parti ve sanat konusunda pratiğe yönelik sorunlara değindiği için. Zor bir iştir; bir yanda sanatın zapt edilemez niteliği, diğer yandan korunması ve güçlendirilmesi gereken bir sosyalist ülke. Edebiyat ve Sanat Üzerine bir kitap olarak tasarlanmadığı ve somut sorunlar üzerindeki mektup veya makaleleri kapsadığı için yanlış anlamamak amacıyla dikkatle okunmalıdır ama Lenin “Elbette kişisel karar önceliğine, bireysel eğilimlere, düşünce ve düş gücüne, biçim ve içeriğe en geniş yer tanınmalıdır.” diyerek aslında tavrını net bir biçimde ortaya koymuş oluyor. Partiyle, sosyalizmle doğrudan bağı olmayanların; eserlerinden övgüyle söz etmesini zaten başka türlü açıklamak da olası değildir. Örnekse Anton Çehov. Gerçekten de Çehov’da doğrudan bir politik mesaj olmamasına karşın ulaştığı estetik düzey insanlığın kazanımları arasında değerlendirilmelidir.
Söylediklerimi kendime kanıtlamak için Çehov’un daha önce okumadığımı düşündüğüm bir öyküsünü Aşk Öyküleri içerisinde buldum. Haklıymışım! Sadece Çehov için değil; kitapta yer alan Oscar Wilde, James Joyce ve O. Henry de insanlığın ilerici mirası içerisinde yer alarak aynı yargıyı hak ediyorlar bence. Aşk Öyküleri "cep boy" olarak basılmış, yani 11x17 cm. boyutlarında. İlk yardım kiti gibi duruyor. Demek istediğim, cebinizde bulunabilir ve bunaldığınız anda nerede olursanız olun yeter ki ışığınız yeterli olsun, açıp okuyabilirsiniz.
Evet, başta söylediğim gibi madem kendimi pandemi sonrası sanat etkinlikleri için hazırlıyorum; bir süredir ara verdiğim sinema okumalarına da bunu fırsat bilip döneyim dedim. Ege Görgün’ün sinema yazılarını bir araya getirdiği Ters Ninja ile başladım. Ters Ninja aksiyon filmlerinde kullanılan bir deyim. Buna göre kötü adamların sayısı ne kadar fazla olursa filmin kahramanına da zarar verme olasılıkları o denli düşük oluyor. Görgün’ün ifadesiyle “Bir kahraman 100 kişiyi 2 dakikada, 1 kişiyi ise ortalama 4 dakikada dövebilmektedir. Bu klişeye Ters Ninja yasası denir.” Kitapta Alain Delon’dan, Kemal Sunal’a, Frankestein’dan Barbarella’ya, Buster Keaton’dan Oliver Stone’a dek geniş bir yelpazede sinemayı okuyorsunuz. Benim için iyi bir tekrar başlangıcı oldu.
Neyse, ben pandemi sonrasına hazırlanmaya başladım. Umarım çok uzun sürmez.
1 http://yenie.net/pandemide-sahne-sanatlari/
KÜNYELER:
-Neden Güzel Sanatlar Akademisi Ne İçin Mimar Sinan Güzel Sanatlar Üniversitesi. Sümer Saldıray, Kırmızı Kedi Yay., 2020. Etiket fiyatı 28 TL.
-Bosc. Meta Yay., 1978. Sahaflarda 4-25 TL arası.
-Edebiyat ve Sanat Üzerine. Vladimir İliç Lenin, Payel Yay., 2008. Çev. Elif Aksu. Etiket fiyatı 32 TL.
-Aşk Öyküleri. Oscar Wilde, James Joyce, Anton Çehov, O. Henry. Aperatif Kitap, 2020, Çev.: Derya Öztürk.
Etiket fiyatı 5 TL.
-Ters Ninja. Ege Görgün. Karakarga Yay., 2018. Etiket fiyatı 24 TL.