Yaşamı ve yaşam alanlarımızı savunmak için yazmaya devam edeceğiz. Direniş devam ediyorsa eğer, o direnişin bir parçası olmayı ısrarla sürdüreceğiz.
Rize’de İkizdere’de köylüler tüm engellemeler ve baskılara rağmen direnmeye yaşam alanlarını terk etmemeye ısrarlılar. Eskencidere vadisinde Cengiz İnşaat'ın yapacağı taş ocağına karşı günlerdir inatçı bir duruşla vadilerini terk etmiyorlar.
Aslında direndikleri güç Cengiz İnşaat değil , bu ailenin hayalleri için önlerindeki bütün engelleri tek tek kaldıran AKP iktidarıdır aslında.
Herkesin bir hayali var. M. Cengiz hayallerini büyük reklam paraları vererek televizyonlarda günlerce bizlere izletmişti. Hayallerini bir ağaca benzeterek izleyenlere sempatik gelecek bir görsel sunarak anlattı.
Ağaç yaşamı temsil ediyordu. Ama bu bizim bildiğimiz yaşam değildi. İnsan ve canlı yaşamının simgesi değildi. O sadece kurumsal bir yapıyı ve Cengiz ailesinin sistemin içinde nasıl geliştiğini temsil ediyordu.
Bizim, yani vadilerinde, yaylalarında, köylerinde şehirlerinde yaşayanların hayalleri böyle özellikler taşımıyordu. Bizim derdimiz kar değildi. Hiçbir zaman şirketlerin hayalleri ile ortaklaşmadı hayallerimiz ve çıkarlarımız.
Biz doğası kar ve rant uğruna tahrip edilmemiş bütün canlıların yaşayabildiği ve yaşamın sürekliliğinin sağlandığı bir dünya hayaline sahip olmak için mücadele ettik hep.
Bu hayallerimizi çoğu zaman anlatamadık. Zihinler kapitalizmin kar ve lüks hırsıyla öyle bir dumura uğratılmış, her direniş gösterdiğimiz hayata dair olumsuzluklar ve insan yaşamını aslında daha da zorlaştıran gelişmeleri ulusal kalkınma yalanlarının propagandalarına karşı kaybettik. Aslında hep birlikte kaybettik.
Kapitalizmin doğası gereği var olan iktidarlar her zaman hayatı hedef almışlardır. Bugün İkizdere’de de, Kazdağları'nda da ,Ordu’da da vb yerlerde bunu yaşıyoruz. Bir şirketin bölgede yaşayan insanların tüm yaşam haklarını yok sayan saldırısına iktidarın, devletin gücünü şirketlerin hizmetine sunması garipsense de aslında sistem kendini korumak adına kendi koruyucu güçlerini köylülerin karşısına çıkartıyor. Anlamamız gereken olgu sadece budur.
Aslında karşımızdaki jandarma ve polis halkın seslendiği “bizim askerimiz bizim polisimiz” değildir. Yuvarladıkları taşlarla orada direnen kadınların hayatları onlar tarafından tehdit edilmiştir. O polisler tarafından ve jandarma tarafından üzerlerine gaz sıkılmıştır.
Ellerinde Türk bayrakları ile topraklarına, arazilerine sahip çıkan köylüler karşılarında çalışan şirketin makineleri üzerinde de aynı bayrağı görmüşler ama dayağı, sürgünü, yasağı yiyen kendileri olmuşlardır. Farkına vardıkları aslında bayrak meselesinde bayrağın kimin elinde olduğu da önemlidir. Şirketler ve yoksul halk karşı karşıya geldiğinde şirketlerin elinde ki bayraktır asıl olan , rengi, şekli aynı bile olsa.
Kendinden başka hiç kimseye tahammülü olmayan AKP hükümeti , özellikle son zamanlarda yaşadığı kendi iç problemlerin verdiği sıkıntılardan dolayı yönetememe krizini her yerde provokasyon yaratarak, insanları karşı karşıya getirmekte bir beis görmüyor.
Bunun son örneğini de İYİ Parti genel başkanının yaşam alanlarını savunanlara destek vermek için geldiği İkizdere’de gördük. Kendi gençlik örgütlerini, yandaşlarını ve iş verdikleri taşeron firmaların yakınlarını kullanarak ortamı nasıl linç ortamına çevirmeye çalıştıklarını gördük.
Yaşam hedef alındığında hayatın iktidara nasıl direniş olduğunu bir kez daha gördük. Özellikle 2007'den beri bölgede ayrıca yurdun muhtelif yerlerinde yaşam alanlarına , hayatlarına müdahale edilenler her yerde şirketlerin yani kapitalizmin saldırısına karşı direniş oldular. Olmaya da devam ediyorlar.
Hala yaşam alanlarının yok edilmesine karşı, egemenlere ve kapitalizmin insana düşman politikalarına, bulundukları yerlerden hala direniş gösteren tüm direnenlere İkizdere’de direnenlere selam olsun.
Direniş varsa umut da vardır.