Örgütlenme, ideolojik/politik olmanın yanı sıra elbette teknik bir sorundur. Daha doğrusu örgütlenmenin bir tekniği vardır. Bu bağlamda ülkemizde iki aşırı uçtan söz edebiliriz.
Bu aşırı uçların birinde, örgüte gelen insanların kafaları güzelce tornadan geçirilip biçimlendirilir ve düzgün sıralar halinde istiflenir. İstiflenmiş kafaların önüne geçip onlardan güç alarak her konuda ahkâm kesebilirsiniz. Elinizde bir cetvel vardır; onu kullanarak her türlü sapmayı tespit edebilir, yakınınızı ve uzağınızı ayarlayabilirsiniz.
İkinci aşırı uçta, insanlar bir sembole ya da ortalıkta fazla görünmeyen bir lider ağbiye bağlanmışlardır; kafalarına göre takılırlar; kritik anlarda lider ağbi ortaya çıkıp ayar verir. Kitle değişken ve kafalar istiflenmemiş olduğu için, burada cetvel değil, bir balık tutma aygıtı olan “serpme” türünden bir şey vardır, toplayıp toplayıp bırakırsınız.
Her örgütlenme tarihsel koşullara tekabül etmek durumundadır. Bu gayet doğaldır. İçinden geçmekte olduğunuz tarihsel süreç sizin örgütlenme tarzınızı belirler. Mesela burjuva demokratik bir toplumda geçerli olan örgütlenme tekniği askeri diktatörlük dönemlerinde ya da “yaklaşan faşizm” koşullarında uygulanamaz.
Bolşevik Partisi, mesela, tarihinin her döneminde farklı teknikleri kullanmış, Lenin pek çok kez örgütünü kaybetmiş, yeniden bulmuş, akla gelebilecek bütün yöntemleri uygulamıştır. Örgütün tamamen dağıldığı baskı dönemlerinde, Stalin’in başında bulunduğu Kafkasya grubuna (Bakü merkezli) dayanmış, o çekirdeğin etrafında halkalar halinde işçi merkezlerini temel alarak yeniden örgütlenmeyi başarmıştır. Mao Zedung, mesela, 1925-27’de devrim girişiminin katliamla sonuçlanmasından sonra, o günün bütün Marksistlerini, özellikle de Komintern uzmanlarını şaşırtacak çok acayip ve görülmemiş teknikler ve yöntemlerle, her yenilgiden bir zafer çıkaran harekât tarzıyla, ittifaklar kurup bozarak ülkeyi baştan başa geçip Kiangsi’den yasak şehir Zongnanghay’a ulaşmış ve kızıl bayrağı dikmiştir. Hiçbir devrim lineer (doğrusal, sürekli ilerleyerek güçlenen bir çizgi) olmamıştır.
Burada yaratıcılık önemlidir. Başka deyişle, mevcut siyasi koşullara, “eldeki malzeme”ye teslim olmamak, güçlü müttefiklere asılarak tırmanmaya çalışmamak, “bize de toplumsal gücünün ucundan birazcık verir ya da bizi milletvekili yapar” umuduna kapılarak ayı ile aynı yatağa girmemek, cari burjuva siyasetinin yavşak ortamında parlamaya çalışmamak, parlatılmaya da direnmek gerekir. Zayıfken güçlülerin ittifak önerilerine yedeklenen, kitaplarda yazan örgütlenme modellerini kopyalayıp onların esiri olan, tarihsel örneklerin yaratabileceği anakronizmden sakınmayan, somut durumun somut çözümlemesini yapamayan ya da yanlış yapan, bütün teknikleri aynı anda kullanamayan, kitleselleştikçe denetimi kaybetme korkusuyla ödü kopan; tek kelimeyle, yaratıcı olamayan varlığını sürdüremez.
Örgütlenmek söz konusu olduğunda, sorulması gereken soru şudur: Bizi bir arada tutan şey nedir? Bunun pek çok yanıtı olabilir: önemsenmek/kendini ifade etmek, sosyalleşmek, yalnız kalamamak, idealizm vs.
Kestirmeden giderek şunu söyleyelim: Eğer sizi bir arada tutan şey, Deniz Gezmiş’in boyun eğmemesini sağlayan, Mahir Çayan’ı ölüme götüren; Behice Boran gibi parlak bir akademisyeni gençliğinde cezaevlerinde süründüren, yaşlılığında Brüksel’in yağmuru altında mülteci maaşı kuyruğunda bekleten; Sinan Cemgil’e, dört dil bildiği halde, “Biz ODTÜ’de sadece üç kelime öğrendik: Yankee go home!” dedirten şey değilse, bir örgüt içinde olmanızın zerre kadar önemi yoktur.