Bu yazı için çıkış noktam, yine eski tarihli bir kendi yazım oldu. O yıl ‘24 Kasım Öğretmenler Günü’ nedeniyle kaleme aldığım yazımda, Sol Gazetesi’nde çıkan bir haberi alıntılamıştım. Haber, aynen şöyleydi: “Çanakkale Onsekiz Mart Üniversitesi Rektörlüğü, Haziran ayında Gezi Parkı Direnişi sırasında, Rektörlük binası önünde ‘duran insan’ eylemi yaparak kitap okuyan 5 öğretim emekçisine, ‘izinsiz kitap okudukları’ gerekçesiyle soruşturma başlattı…” Habere göre bu 5 kişi 1 profesör, 3 doçent ve 1 öğretim görevlisinden oluşuyordu.
Kapısında “ÜNİVERSİTE” yazan bir kurumun başında iken, o üniversitede çalışan öğretim elemanları hakkında “Rektörlüğün önünde ‘duran insan’ eylemi yaparak izinsiz kitap okudukları” gerekçesiyle soruşturma başlatan rektörü bu basiretinden ve görevini(!) yerine getirirken sergilediği titizlikten ötürü hararetle kutlamıştım. Şimdi, yani aradan iki yıl geçtikten sonra, aynı rektörü ve üniversite yönetimini, o tarihlerde dünyada bir ilk’i gerçekleştirdikleri için de kutlamak istiyorum. Çünkü dünya üniversiteler tarihinde kendi öğretim elemanları hakkında ‘izinsiz kitap okudukları’ gerekçesiyle soruşturma başlatan ilk ve tek üniversite, Çanakkale Onsekiz Mart Üniversitesi olmuştur ve üniversite bağlamında böyle bir tasarruf, en azından uluslar arası alanda bilimsel bir başarıya imza atmış olmak kadar değerlidir(!).
Bu nedenle, ilgili kurumu bir kez daha kutluyorum!
Ancak, o gün olduğu gibi bugün de üniversite düzeyinde kutlamak istediğim kişi ve makamlar bununla sınırlı değil. Halen sayıları 200’ü bulduğu söylenen resmi ve özel üniversitelerimiz arasında bulunan ve bir üniversitede öğretim elemanları hakkında ‘izinsiz kitap okudukları’ gerekçesiyle soruşturma açılması karşısında suskun kalabilen bütün üniversitelerin rektörlüklerini ve rektörlerini de kutluyorum – suskunlukları ile bilimi böylesine kirletebildikleri, bilim insanlığının onurunu böylesine ayaklar altına alabildikleri için!
Bu kadar mı değerli?
Evet, hepsine soruyorum: Konuştuğunuz takdirde yitirebileceğinizden korktuğunuz bütün o makamlar ve unvanlar, bu kadar mı değerli?
Ya da, ancak bu kadar mı değerli?
Bütün o makamları ve unvanları asıl değerli kılan, saygınlığın ağırlığı ile donatan, onları taşıyan kişilerin bilimin onurunu korumaya, hem de ne pahasına olursa olsun korumaya yönelik kararlılıkları değil midir? Ve kimi zaman bilimin onurunu savunabilmek, ancak belli makamlarda bulunmayı veya belli unvanları taşımayı ret etmekle gerçekleştirilebilecek bir eylem niteliğini kazanmaz mı?
Gezi Parkı Direnişi, dev bir çığı yerinden oynattı. Şimdi o çığ, on yıllık bir iktidarı her gün daha bir yıkıma sürüklemekte. Hadi diyelim artık körleşmenin doruğuna varmış bir iktidar ve onun muktedirleri bu durumu göremez hale geldiler. Peki ya sizler, yani ‘izinsiz kitap okudukları’ için haklarında soruşturma açılan meslektaşlarını savunmak için parmaklarını bile oynatamayan sözde bilim insanları, sizlerde mi böyle bir körleşmenin kurbanı oldunuz?
Gezi Parkı Direnişi başladıktan hemen sonra, bu tür yasakların o direnişte şahlanan gençler tarafından parklarda kurulan ilk kitaplıklarla birlikte tarihin çöplüğüne atıldığını nasıl olur da göremezsiniz?
Yazıklar olsun!