Bugün Kaçak-Saray’a toplayacağı öğretmenlerle, ilahiler eşliğinde kutlayacak 24 Kasım’ı. Belli ki çok konuşacak.
İster misiniz yanına öğretmenlerini de alıp, bir kara tahtanın önünde Mustafa Kemal gibi poz versin, inanan insanın neler yapabileceğine ilişkin Saray’daki ilk dersi, Müslümanların Amerika’yı nasıl keşfettiğinden başlayarak, yeni Türkiye’nin başöğretmeni sıfatıyla, bizzat kendisi versin!
Yapar mı yapar. Sonra da “öğretmenler, dindar nesil sizlerin eseri olacak” deyip, verir görev pusulasını ellerine gönderir.
Gericiliğin toplumsal yüzü hep karanlıktır.
Bugün bizzat Sultan’ın ağzından öğretmenlik mesleğinin kutsallığına dair vecizeler dinleyeceğiz. Ama kutsallık atfedilen mesleğin kendisi değil, İslamcı bir rejim tesis etme davasına bağlılık olacak.
“Benim” öğretmenim diyecek!
Özal benim memurum işini bilir derken, piyasacılığın ajanlarına göz kırpıyordu. Erdoğan’da “benim” öğretmenim derken, gerici toplumsal dönüşümün eğitim alanındaki ajanlarına göz kırpacak.
Bugün öğretmenler, Saray’da olanlar, Saray’da olmaya can atanlar ve “Sarayıyla birlikte saltanatı da yıkılsın” diyenler olarak bir kez daha ayrışacak.
Saraylıların derdi belli!
Özgürlükten dem vurarak, ilkokul çağında çocuklara türbanı dayattılar. Şimdi eğitimde haremlik-selamlığı, din dersinin erken yaşta verilmesini dayatıyorlar.
Dertleri özgürlük filan değil. “Dinsiz yetiştiriyorlar” deyip, köy enstitülerini kapatanların özgürlükten anladığı “dinselleşmeye” özgürlüktür.
Düzene uygun kafalar yetiştirmek istiyorlar. Bunun için her türlü argümanla saldırıyorlar.
Toplumsal yaşamdan ve eğitim alanından laikliği tasfiye etmek istiyorlar. Eğitimin içeriğinin eleştiriden ve sorgulamadan arındırılmasının, çocukların bilimsellikten uzak tutulmasının, gerici rejimin ihtiyaç duyduğu yeni insanın yaratılmasının alamet-i farikası olarak görüyorlar.
Haksız da değiller. Saltanatın tebaası olur.
Ama olmayınca olmuyor işte.
Karanlığın karşısında aydınlık, gericiliğin karşısında laiklik boyun eğmiyor.
Tebaanın karşısına bilimi, aklı ve özgürlüğü savunan öğretmenler, onlarla kol kola girmiş veliler, öğrenciler çıkıveriyor.
Yeşilbahar’da imam hatip dönüşümüne, Acıbadem’de, Hasanpaşa’da okullarının ranta kurban edilmesine, Fatih’te engelli okulunun kent merkezinin dışına taşınmasına, Kartal’da, Beykoz’da, Şişli’de, Çekmeköy’de, Sancaktepe’de, Sultangazi’de, Maltepe’de, Çanakkale’de, Soma’da, Alaşehir’de okul içine okul açarak sinsice yapılan imam hatipleştirmeye karşı mücadele eden öğretmenler, veliler, öğrenciler seslerini, sözlerini birleştiriyor.
“Okuluma dokunma” diyen irade, büyüdükçe, 1000 odalı saray küçülüyor.
Saray küçüldükçe, Fakir Baykurt’un sözü beliriyor aklımda;
“... Türkiye gerçekten güzel ama parası olana, dayısı olana...” “Bu cennet üstünde halkın yaşamı haksız derecede çirkindir. Baskı, yoksulluk, sefillik, işkence, yargısız öldürmeler bu cennetin üstüne cehennem gibi çökmüştür. Halkım; yüzyıllardır çektiği acılarla mutluluğu çoktan hak etti. Çileden, yoksulluktan öğrenme diye de bir yöntem var; bu öğrenmenin, mutluluğu kan emicilerin elinden çekip alacak günlerin, fazla uzak olmadığını düşünüyorum.”
24 Kasım’da Saray’a değil, halka koşan yürekli öğretmenler,
Eşit ve özgür yarınlarımız için birleşen, aydınlanma ateşini körükleyen ellerinizden öpüyorum.