“Neredeyiz?” Sokağın karanlık köşesinde, elindeki bıçakla var olabileceğini düşünen katil adayı, az ilerdeki durakta feri gitmiş ışığın altında otobüs bekleyen kadını gözlüyor. Düşlüyor da denebilir. Yüzündeki kötücül sırıtışla sonradan yaratılmış Frankenstein sanki. Nasıl ve neden yaratıldığını sormayın, eli bıçaklı katil adayını hoş görmenizi istemiyorum bu gün. Unutmuş değilim onu yaratanları, koşulları ve vesaireyi.
***
“Neredeyiz?” Öfkeli bir yüzle marketten çıkan hanımefendiye bakıyoruz uzaktan. Öfkeli; çünkü, iki ekmek, yüz gram peynir, yüz gram zeytin, torunu defter istemişti, çizgili bir defterin yanında bir de eskiden bedava olan poşeti sattılar 25 kuruşa. Kızıyor, haklı mı, haklı, hiç kuşkusuz haklı. O da biliyor plastiğin doğada erimediğini, ölümcül olduğunu, Ama “kim üretiyor bu plastiği” sorusuna yanıt bulamadı daha.
***
“Neredeyiz?” Hemen marketin iki adım ötesindeyiz. Tanıdık biri duruyor, marketin parlayan ışıklarının önünde, gölgesi karların üstüne düşmüş. Cihan o, bizim Cihan, Cihan Demirci. Yüzünde gölgeli bir gülümseme ile fısıldıyor, “gene yanlış yerdesin kardeşim, o poşeti değil, onun içine koyduklarının fiyatını dert ettiğin gün ancak bir yere varabilirsin!” Haklı mı? Bilmiyorum, o da bilmiyor. Yok, biliyoruz, aynı sıkıntıyı, poşet çaresizliğini, içimizi karartan koşulları, karanlıkta bekleyen katilleri, işsizliğin büyüttüğü ölümcül can sıkıntısını ve vesaireyi.
***
“Neredeyiz? Ne işimiz var burada bizim?” Havaalanındayız; Filiz Madrit’e yerleşti, onu yolcu edeceğiz, doktorasını bitirdi Filiz. Şimdi evine dönüyor. Eskiden evi İstanbul’daydı. Kitap yazıyordu, yazdı bitirdi. “Beni ‘Akkuyu’larda Merdivensiz Bıraktın”dır adı kitabın. Ne anlatıyor? İşte nükleer santral var ya Akkuyu’da ya da öteki yerlerde, mesela Sinop’ta onları anlatıyor, poşet de o hikayenin bir parçasıdır zaten, demek ki poşeti de anlatıyor.
***
“Neredeyiz?” Tam karşımızda yüzü olmayan biri duruyor, neredeyiz, neresi burası bilmiyorum; iskemlenin üstüne çıkmış konuşuyor, önemli şeyler söylüyor besbelli, asmaktan, kesmekten söz ediyor. Kimi asacak, kimi kesecek? Kim bunlar? ”Yürü” diyor Hikmet, sanki bir ağıttır, bir öfkeli türküdür, söylüyor; “bunlar aşımıza ekmeğimize göz koyanlardır.” Onlar mı bunlar? Yüzüme bakıyor Hikmet, “istersen ‘Kristallnacht’ı bekleyenler’ de diyebilirsin.”
***
“Neredeyiz?” Bak şu köşeyi dönünce büyük bir kütüphane vardı eskiden, sonra yıktılar, yerinde şimdi devasa bir AVM var. AVM biliyorsun Alış Veriş Merkezi’nin rumzudur. Artık böyle konuşuyoruz, kısa, kestirme, anlamı gizli, Selam vermiyoruz, “slm” yazıp geçiyoruz. Ya da Merhaba yerine “mrb”, tamamdır. TV’de “hbr”lere bakmıyorum ben artık, nesine bakacağım? Bakmayı, görmeyi ve bilmeyi unutturmak istiyorlar, teslim oldum ben de. Bakmıyorum, görmüyorum, görmeyince bilmiyor insan doğal olarak.
***
“Neredeyiz?” İşte şimdi şuradan sağa dönünce İŞKUR var. O da bir kısaltmadır, hayatımız gibi. İşsizlere iş bulacağı, bir kaç ay da olsa geçimlik bir para vereceği söylenen kurumdur. “İş bulabiliyor mu peki?” Hayır bulamıyor. “Neden?” Sen yine beni o eski hikayenin içini sokmak istiyorsun; peki, çünkü kriz var, çünkü patronlar konkordato ilan ettiler, zor durumdalar, borçlarını ödeyemeyeceklermiş, işçileri de çıkarıyorlar işte. Anladın mı? “Anladım.” Ne anladın?
***
“Neredeyiz? Ne anlatıyor sakallı?” Diyor ki, “insanlar tarihlerini kendileri yaparlar; ama onu özgür iradeleriyle değil, kendi seçtikleri koşullar altında değil, verili geçmişten devraldıkları koşullar altında yaparlar.” Başka ne diyor? “Filozoflar diyor, dünyayı yalnızca değişik biçimlerde yorumlamakla yetindiler oysa sorun onu değiştirmektir.” “Hepsi bu kadar mı?” Gördün, peki gördüğünle o gördüğünün özü arasında farkı da fark ettin mi? Ettinse bakmak, görmek, bilmek demiştik ya demin, işte onu da anlatıyor ihtiyar.
***
“Neredeyiz?” Şu salaş kahvede oturalım birer çay içelim. Hâlâ çay içilebilir burada; bak simitçi de hemen şurada, iyidir, tazedir Hüsnü amcanın simitleri. Küçük bir parça peynir de alırız yanında. Sonra artık anlatırsın bana ihtiyarın sakallının krizlerle ilgili sözlerini. Ama kısa olsun, slm gibi, nbr gibi. Gülme, gülecek ne var, Bak Ahmet geliyor karşıdan, milletvekilidir o şimdi, bir süre önce Silivri’de ikinci tutukluluğundan sekiz sene verdiler, o da gitti halka sordu; “siz ne diyorsunuz bu işe” dedi, “vekilimizsin” dediler.
***
“Neredeyiz biz Allah aşkına?” Türkiye’deyiz, uyan artık, kalk bak, Barış’la Erkan da geldi. Ahmet menemen yapacak şimdi bize; soğansız, çay da var...