Ne yani, memleket yangın yerine dönmüşken, dönüştürülmüşken susacağız…
“Ve ama lı”, “ve fakat lı” bahanelere sığınacağız…
Yani ölüm olmasın diye haykırmayacağız öyle mi?
Önce silahlar susmalıdır…
Barış daha da onulmaz bir düşmanlığa iyice tebdil olsun diye zil takıp oynayanlara inat, yani hemen şimdi silahlar susmalıdır…
Ülkede nefes alınmıyor. Hani laf var ya at izi, ,it izine karışmış durumda ve ölüm her sokak, her köşe başında…
Yetti demek, yetişin demek gerek…
Yoksa feryadımız duyulmazsa, farkında mısınız, ülke yıkılmaktadır…
***
7 Haziran RTE’nin kâbusu olmuştur…
Gittiğini, gideceğini anlamış ve eninde sonunda hazin sonunu geciktirmek babında” #direnRTE” oyununu oynamaktadır.
Kürtlerin önü kesilmezse başına gelecekleri görmüş ve Kürtlerle oturduğu masadan “milliyetçilik rolü” keserek, seçim öncesi ricat etmiştir…
Kürtlerin dağ kanadını silah başı yaptırmak adına, HDP’nin parti merkezlerini, mitinglerini bombalatmış ise de seçimden istediği sonucu alamamıştır.
Savaş baltalarını gömdüğü günlerde, barışın hamisi ve Kürt açılımının banisi olduğunu kimseye bırakmaz iken, seçim sonuçlarını görünce, gidiyor olmanın korkusu ve çaresizlikten kafasına don biçme misali, gündemi hep belirleme oyunbazlığını daha da derinleştiren yeni kumpaslar icat etmiştir.
Hükümet kurdurmamak; sonunda meclisin feshi ile yeni seçimlere gitmek ve giderken de “seni başkan yaptırmayacağız” diyen Kürt partisini meclisten uzak tutacak bir iç savaş tertip ettirmesi gerekmiştir.
İşte taşeron IŞİD’e yüklenen ve oysa bir yerli tertip olduğuna dair güçlü izlenim veren Suruç katliamı, bu ahval ve şerait altında gündemin başköşesine oturtulmuştur.
Böylece yaratılan fırsat yabana atılmadan hemen harekete geçilmiş, IŞİD koalisyonuna, ABD’ye İNCİRLİK rüşveti de verilerek girilmiş ve esas abinin gölgesinde, sanki IŞİD’e vurur gibi Kürtler bombalanmaya başlamıştır.
Tam da bu noktada artık hesap tutmuştur. Düne kadar açılıp, saçılmak ve koyun, kucak Kürt açılımı yapma mimarlığından, adamların kafasına bomba atmaya işi vardırırsan, olacağı dünden belli olan gündeme gelinmiştir. Kürtlerin bunu bekleyen cenahının da bu işine gelmiştir…
Belli ki, verilen her türlü taviz ve cevazlarla memleketin doğusu ve güney doğusunda Kürt askeri realitesi, bölgeyi istediği gibi yönetecek güce erişmiştir. Belli ki, ne olduğu bir türlü açıklanamayan Dolmabahçe mutabakatında belki de çoktan yerel özerklik sözü verilmiştir. Kürt siyasetinin meclisteki ayağı, bunun açıklanmasını herhalde temcit pilavı niyetine istememektedir. Oysa Kaç “AK” Sarayın sahibi, yapıp ettiklerinden, imtina değil inkâra geçmiş ve biran önce Kürt siyasetinin dağ kadrolarının olaya el koymasını el avuç ovuşturarak beklemiştir. Sonunda beklenen olmuş ve PKK’nın askeri kolu kimi il ve ilçelerde yönetimi ele almış ve ister havada, ister karada harekâta girişen ordu birliklerine karşı eyleme geçmiştir.
Birden ölüm haberleri her gündemin önüne geçmiş ve şehit istatistiklerinde günlük 6-8 arası bir ortalama tutturulduğunda, bu bir yandan erken seçim anketlerine konu edilmeye başlanmış, bir yandan da oy yüzdelerinde artış hanesine kaydedilme aşamasına zıplanmıştır…
RTE ve avenesi, düne kadar ağızlarına almadıkları terör ve terörizme karşı savaş” nakaratını artık ıslanmamış bakla olarak ağızlarından çıkarmıştır. Sarayın sultanı, bununla da hız kesmemiş ve ortada değişen yeni bir hukuk yokken artık “ister beğenin, ister beğenmeyin” diyerek ahaliye duyurmuş ve böylece rejimin değiştiğini ve arzusuna dayalı olarak başkanlığını ilan etmiştir.
Gerek Anayasa ve gerekse ceza hukukuna bakılırsa, RTE anayasayı tağyir, tebdil ve ilga suçu işlemekle birlikte, bunun hukukunu kovalayacak bir memleket idaresi kalmadığından, şimdi Türkiye yeni bir seçim furyasına sürüklenmektedir.
Hesap da bellidir. PKK’nın yaptıkları marifetiyle, faturayı HDP’ye kesmek, onu yeni süreçte hem itibarsızlaştırmak ve hem de baraj altında kalmasını sağlamak ve bu arada MHP’ye kaçıp giden milliyetçi oyları, terörle savaş şiarıyla geri almak ve böylece AKP’yi tek başına iktidar kılacak bir çoğunlukla meclise yeniden oturtmaktır…
Bu acı bir tuluat oyunudur. Ne ki ülkenin ve ahalinin çekisi henüz bitmemiştir.
Bunu da anlaşılan tadacağız…
Bakalım bu kez de papaz pilav yer mi(?); Türk’ü, Kürt’ü, hep birlikte göreceğiz…
***
Şimdi ne olacak…
Sosyalizm geldiğinde azap, ıstıraplar son bulacak; bütün dertlere çare bulunacaktır…
O zaman bu tren nereden geçecekse o istasyonda gidip beklenmelidir…
***
Yoksa…
İşi zamana havale etmeden şimdiden bir şeyler yapılmalıdır…
***
Tamam da kimle, nasıl ve ne yaparak soruları hemen sıraya girmektedir…
Hali hazırdaki memleket tablosunda sosyalizmin vadesine ilişkin bir okuma yapmak, bayağı hüner ister.
Ortalıkta dolaşan siyasi aktörlerden hiç birisinin de sosyalizmi kendine dert ettiğine dair bir emare yoktur.
Ne ki yoksulluk her gün diz boyunu aşmakta, istatistiklere konu olan yoksulluk sınırı altında yirmi beş milyon vatandaş bu ülkede yaşamaktadır. Kahir ekseriyetin de halleri hal olmayıp, geçim işinde çok zorlanılmaktadır.
Eşitsizlik diz boyudur. Bu halkın tembelliğinden, ya da iş bilmezliğinden ziyade, ortada hüküm süren sınıfsal sömürüye dayalıdır…
Öyleyse mücadele başlığından birisi bu düzene karşı bir çabadan, kısaca sınıf mücadelesinden geçer…
Bu başlıkta, yani mücadelede, derdi etnik ya da inanç grupları falan değil, emeği ile geçinen tüm ahali çeker…
Öyleyse Kürt’ün, Türk’ün, Alevi’nin, Sünni’nin meşrebini telaffuz etmeden, ortak mücadele paydası emek mücadelesinde buluşmak gerekir. Sermayenin etinden, budundan her koparılacak parça da mücadele adına bir kazanımdır. Yoksa mesele sistemin yenilenmesine bağlanacaksa o zaman kenarda oturup beklemek gerekir…
Emekçinin kimliği, milliyet ya da inanç aidiyetinden önce adını aldığı sınıfın özüne bağlıdır…
Farkında olmasa bile, fıtratında başkasının sömürüsü yatmamaktadır. O zaman emekçi mücadelesi, antiemperyalist olmalıdır… Böyle olacaksa, emperyalizmin her türlü aktörüyle iş tutmayı da peşinen reddetmesi gerekir…
Yani şu kısa vade içinde barış işi ve antiemperyalizmi savunmak ve bunların üzerinden geleceğe yol döşemek azımsanmamalı ve ama bu da sistemin restorasyonu olur sonra diye küçümsenmemelidir.
Bu toprağın altından gelen gümbürtü ve alametler mutlaka ve mutlaka iyi okunmalıdır…
Haziranı büyütmeyelim diyenlere baştan seslenmek gerekir…
Bir RTE dayatması seçiminde, Haziran Bileşenlerine bu defa da çok iş düşecektir.
Sosyalizm bir fabrika ayarı kurulum özelliğine sahip olmadığına göre, sağlam bir Haziran cephesi yarına mutlaka kapı açacaktır…
Yoksa bu da az bir şey midir? Veya durakta oturup sosyalizm mi beklenmelidir?