ABD’nin, elini kirletmeden havadan sürdüreceği yeni Ortadoğu seferi ile Rusya’ya uyguladığı askeri baskının yeni evresi çakıştı. Basite indirgemek gerekirse: Rusya’yı Ukrayna’da sıkıştırırken, Irak ile Suriye’yi şekillendirmeye çalışacak.
ABD’yi Suriye’ye saldırmaktan caydıran iki olay olmuştu. Birincisi, Rusya’nın kararlı tutumu ve krizin en kritik anlarında Doğu Akdeniz’e savaş gemisi göndermesi; ikincisi, Rusların Suriye topraklarında kurdukları radar sisteminin bir Türk uçağını düşürerek etkin olduğunu kanıtlaması. Savaşın kapıda olduğu bir anda, Abdülfettah El-Sisi ABD’nin Suriye’ye saldırması halinde Süveyş Kanalı’nı kapatacağını ilân etmiş, İran ise Suriye’den sonra sıranın kendisine geleceğini düşünerek Rusya’yla bir blok gibi görünmüştü.
Ukrayna krizi bu sürecin hemen ardından geldi. Bu arada ABD, Sünni “terör örgütleri”ni hedefine almaya başlamış, İran’la ilişkileri yumuşatmıştı.
Cidde’de “koalisyon güçleri”nin toplantı hazırlıkları yapılırken NATO gemileri Karadeniz’de Rus uçaklarının tacizi altında askeri tatbikat yaptı. Rusya, askeri baskıya karşılık vermekte gecikmedi: Putin, Rusya’nın doğusundaki birliklere “savaşa hazır ol emri” verdi ve BM’nin kararı olmadan ABD’nin Ortadoğu’da yapacağı hava harekâtını “saldırı” sayacaklarını ilan etti. Suriye Milli Mutabakat Bakanı Ali Haydar, Şam yönetiminin izni olmadan ABD’nin Suriye topraklarına müdahalesinin savaş sebebi olacağını söyledi; Çin Dışişleri Bakanlığı sözcüsü Hua Çunying, ABD yönetimini Suriye’nin egemenlik, toprak bütünlüğü ve bağımsızlığına saygı duymaya davet etti; İran Dışişleri Bakanlığı sözcüsü Merziye Afham, Cidde’de kurulan “koalisyon”un bazı üyelerinin Irak ve Suriye’de terörizme destek verdiklerini söyledi. Hamleler ve itirazlar, BM Güvenlik Konseyi’nin tarihi ömrünü tamamladığını gösteriyor.
Fakat en ağır baskı altında olan ülke, Rusya.
Anlaşılan, Pentagon’un askeri strateji uzmanları, ABD Ortadoğu’yu şekillendirmeye (Irak’ın üçe bölünmesi, Esat’ın alan hâkimiyetini kaybetmesi vs) devam ederken, Rusya’nın Ukrayna ve Karadeniz’de sabit tutulabileceğini, ambargolarla yıpratılabileceğini ve yeni bir dünya savaşı başlatmayacağını saptadılar.
Bu türden saptamalar, nedense bana İngiltere Başbakanı Neville Chamberlain’in Heston Havaalanı’nda dünyaya barış müjdesi olarak elindeki kâğıdı sallayıp neşeli kahkahalar atarak foto muhabirlerine poz verdiği sahneyi hatırlatıyor. Kâğıtta, Hitler, Mussolini, Daladier ve kendisi arasında Münih’te imzalanan barış anlaşması yazılıydı. Böylece Çekoslovakya’nın Südet bölgesi sorunu çözülmüş, Avrupa rahat bir nefes almıştı. Günün tarihi 29 Eylül 1938 idi ve 1 Eylül 1939’a, yani II. Dünya Savaşı’nın başlamasına çok az bir zaman kalmıştı.
Dünya savaşları, emperyalist güçlerin karşı karşıya gelip, “Ekonomik kriz ve yeni bir sermaye birikim modeline acilen ihtiyaç var, bari bir paylaşım savaşı çıkaralım da sonrasına bakarız artık” demeleriyle, karar alıp uygulamalarıyla başlamıyor. Emperyalist dünya sistemindeki tıkanmalar, paylaşımda eşitsizlik, pazar paylarının dengesizliği, enerji kaynaklarının güvenliği ya da onları rakip bloklara kaptırmamak gibi nedenler, tıpkı bugünkü gibi askeri manevralar ve hamlelerle desteklenmeye başlıyor ve bir noktada sürekli güncellenen kapsamlı savaş planları masanın üzerine seriliveriyor.
İmparatoriçe II. Yekaterina’nın 1783 yılında Rus topraklarına kattığı Kırım’ın kuzeyindeki bölgenin batının idari ve askeri denetimine girmesi çok büyük bir tarihi dönüm noktasına işaret edecek; Alman Ordusu’ndan 2. Panzer birliğinin General Guderian komutasında Eylül 1941’de Kiev’e girmesine eşdeğer olacaktır. Böyle bir hamle, Rusya’nın sıcak denizlere açılma imkânını kısıtlayacak; ABD’nin uyguladığı çevreleme/containment siyasetinin Karadeniz’in kuzey doğu kıyılarını da hareketlendirmesi halinde Rusya, tarihi Moskova Prensliği’nin sınırlarına kadar daralabilecek ve böylece emperyal bir güç olmaktan çıkabilecektir. Bu yüzden Rusya Karadeniz’in doğusunda askeri tatbikat yapıyor, NATO gemilerini havadan taciz ediyor ve doğu ordusunu alarma geçiriyor. Bu arada, geçerken belirtelim, uzmanlar Rusya’nın Avrupa doğal gazını kesmesi halinde en çok zarar görecek üç ülkeden birinin Türkiye olacağını belirtiyorlar. Bu yüzden, sobalarınızı ve gaz lambalarınızı şimdiden hazır etmenizde fayda var(!).
Ortadoğu’da başlayacak ve ABD yetkililerinin üç yıl sürmesini kararlaştırdıkları savaş Türkiye için çok zor olacak. Hükûmet, hırsızla gizlice işbirliği yaparken aile reisi tarafından enselenmiş bir aile üyesini andırıyor. Eski ABD büyükelçisi Riccardione bölgede askeri tehdit oluşturan radikal İslamcı grupları “kırmızı”, “yeşil” ve “sarı” olarak sınıflandırdıklarını, Türkiye’nin buna uygun davranmayarak “El Nusra”ya askeri yardımda bulunmaya devam ettiğini söyledi (IŞİD’i herhalde ayıp olmasın diye telaffuz etmiyor). Batı’da, AKP hükûmetinin IŞİD’le gizli ittifak halinde olduğuna dair yerleşik bir görüşün varlığı kuşku götürmez. Öte yanda, bu savaşın, tıpkı birinci ve ikinci Körfez savaşları sırasında olduğu gibi PKK’yı bölgede güçlendireceği, ona siyasi meşruiyet, muazzam bir askeri cephanelik ve savaş tecrübesi kazandıracağı görülüyor.
Davutoğlu’nun “stratejik derinlik”i, özetle, güneye doğru bir Sünni etki alanı yaratmayı, büyük güçlerin bu yönde ikna edilmesini öngörüyordu. Hükûmet, Türkiye’nin bütün yerleşik iç ve dış parametreleriyle oynayarak bu yönde girişimlerde bulundu; kimseyi ikna edemedi ve bütün sınırlarını birer potansiyel savaş cephesi haline getirdi. Şimdi ne yapacağını düşünerek, kevgire dönmüş güney sınırlarını, Karadeniz’deki ısınmayı, çevresinde hızla gelişen olayları seyrediyor. Yeni Sarayı’nın balkonundan etrafa bakıyor!