Nasıl bir teknik direktör?

Yabancı teknik direktör tercih edince birden spor ortamımız değişmiyor elbette. Milli takımlar sorumluluğuna Stefan Kuntz’u getiriyoruz, bir tür “Almanlık” tan biz de faydalanalım diye, daha ilk maçında galip geldi diye maçtan sonra ağlıyor. Biz daha önce yedek kulübesinde hatta sahada bile ağlayan sporcular gördüğümüz için konuya yabancı değiliz ama böyle bir spor ortamında başarı sürekliliği olabilir mi?

Meselelerin özünü tartışmak yerine, özü dışındaki her şeyi tartışan bir toplumun, spor alanındaki seyri de haliyle pek farklı olmuyor. Beşiktaş, Sergen Yalçın’la yollarını ayırınca, haliyle yerine gelecek teknik direktör tartışılmaya başlandı. Acaba hangi teknik direktör Beşiktaş’ı başarıya götürür? Soru bu. Başarı nedir sorusunu sormadan tartışıyoruz ama,  o kadar olur. İsterseniz isimleri kenara koyup, ilkeleri tartışalım.

Düşünün, dünyanın çeşitli yerlerinden getirilmiş, farklı kültürlerden, farklı dillerden, farklı hayal ve planları olan, sade vatandaşlara göre de epey zengin olan genç bir insan grubunu, ortak bir hedef doğrultusunda örgütleyeceksiniz. Onları anlayacaksınız, ne istediğinizi anlatacaksınız, ortaya koyduğunuz plana inandıracaksınız, icra ettireceksiniz ve başarmalarını sağlayacaksınız. Yabancı teknik direktörler Türkiye’de başarılı olamıyor argümanının sallandığı yer burası. Teknik direktörlük mesleğinin muhattap olduğu grup, oyuncu grubuysa ve o oyuncu grubunun ekseriyeti yabancıysa, o zaman hangi teknik direktör yerli, hangisi yabancı ayırmak zorlaşıyor. Yabancı teknik direktörlerin, anlaşamadığı grup sporcular değil, yöneticiler veya medyada ağırlığı olan bir takım insanlar ise, o zaman sorunu özünde tespit edelim.

Yabancı teknik direktör tercih edince birden spor ortamımız değişmiyor elbette. Milli takımlar sorumluluğuna Stefan Kuntz’u getiriyoruz, bir tür “Almanlık” tan biz de faydalanalım diye, daha ilk maçında galip geldi diye maçtan sonra ağlıyor. Biz daha önce yedek kulübesinde hatta sahada bile ağlayan sporcular gördüğümüz için konuya yabancı değiliz ama böyle bir spor ortamında başarı sürekliliği olabilir mi?

Teknik direktörlük mesleğine bakışımız sorunlu, tariflerimiz eksik, yanlış. Oyuna dair olan bitenlerin, doğaçlama gerçekleştiğine inanıyoruz. Oyuncular doğaçlama oynuyorlar, teknik direktörler de içgüdüsel olarak karar veriyorlar. Maçın 69. Dakikasında aklına bir şey geliyor -o aklına gelen şeyin başka hiç kimsenin aklına gelmiyor olması gerek elbette, çünkü deha dediğimiz şey biraz öyle bir şey- bir değişiklik yapıyor ve maçı kazandırıyor. Biz buna “tek başına maçı aldı diyoruz”. İyi teknik direktör tanımımız aşağı yukarı böyle.

Kötü teknik direktör de, 69. Dakikada yaptığı değişiklikle maçı çeviremeyen kişi oluyor. Maça neden öyle başlandığı veya rakip takım antrenmanlarda çalıştığı şeyleri sahada uygulayan bir haldeyken, sizin takımınızın o güne kadar ne çalıştığını sorgulayan yok neredeyse. Aynı golden 3 tane yiyen teknik direktör, bu golleri şansa bağlayabiliyor ama nedense şans bir türlü o teknik direktörün yüzüne gülmüyor.

Takımın günlerce, aylarca idman sahasında neyi tekrar ettiği, kadro planlamasının nasıl yapıldığı, maç planının nasıl kurgulandığı, oyuncularla ne tür ilişkiler kurulduğu, rakibin durumu, teknik heyette bulunan personelin niteliği, o heyette bulunan insanların birlikte çalışma kültüründen ne kadar nasiplendiği, nasıl ortaklaşıldığı veya nasıl çatışıldığı falan hiç önemli değil. O an gördüğümüz şey ne ise, resmin bütününün o olduğunu varsayıyoruz. Maçın 69. Dakikasında yapılan değişiklik de, bir tür düşünce setine dayalıdır esasında. Süregelen bir mantığı vardır. O dakikada yapılan bir değişiklik, dünyadaki bütün futbolseverlere o an “garip” gelebilir, ama sahanın içindeki icracılara garip gelmiyor olması gerekir. Maç, maç öncesi hazırlığında şekillenir.

Türkiye’de bir teknik direktörün başarılı olmasının ilk koşulu “vardır bir bildiği” algısına sahip olması. Futbolu ne kadar bildiği şüpheli olan yöneticiler ve taraftarlar, karar süreçlerinde etkin olmaya başladıklarında “Türk futboluna hoş geldiniz” durumu oluyor. Bir transferin onay veya veto hakkı teknik direktörde olmadığında, malzemeleri başkasının seçtiği, yemeği başkasının yaptığı bir durum ortaya çıkıyor. Dünyanın ileri futbol kültürlerinde, bu kararlar ortak olarak veriliyor. Tercihlerine güvenmediğin teknik direktörün oyununa nasıl güveneceksin ki zaten?

Futbolun, bireyler üzerinden oynandığına dair sarsılmaz bir inancımız var. Nasıl ki teknik direktörün illa “dahi” olanını arıyorsak, futbolcunun da dahi olanını arıyoruz. Bir oyuncu öyle bir anda çıksın ve öyle beklenmedik bir hareket yapsın ki, maçı takımına kazandırsın. Sistem de bize bireyi satmaya çok meyilli. Maçı “takımın” kazanmasından ziyade “Ahmet” in kazandırması bize ayrı bir coşku veriyor. Saha içinde ve dışında kahramanlar arıyoruz. Nasıl ki “tek başına şampiyon yapan” büyülü teknik direktörlerimiz varsa, “tek başına şampiyon yapan” oyuncularımız da var. Aklı, plan, projeyi işletmeyelim, birini bulalım o bizi şampiyon yapsın. Öyle kazanan pek yok ama diyelim ki var, peki bunun hayata dair ne anlamı var? Bunu gören pragmatik teknik direktörler başlıyorlar, bu spor kültürünün nabzına göre şerbet vermeye. Bununla mücadele etmek için yeterince güçlü değiller çünkü.

Oyuncu kalitesi artınca oyundaki bireylerin ağırlığı artmaya başlıyor, normal şartlarda oyunun kalitesinin artması beklenir. İsimlere ve “yıldızlara” bağımlı olduğumuzdan kadroyu oluşturan iyi oyuncu sayısı arttıkça teknik direktörlerin kafası karışmaya başlıyor. Yoğun maç temposunun getirdiği zorunluluklarla, belli oyunculara bağımlılık çatışmaya başlıyor. Kadro ne kadar geniş olursa olsun, dar bir oyuncu grubunu kullanmak zorunda kalıyorlar. Oynayanlar yorgun, oynamayanlar mutsuz. Telaş etmeyin, devre arasında 1 ay kaldı; 7 oyuncu gelir 5 oyuncu gider.

Türk futbolunda yerleşmiş düşünce yapısını değiştirmeden, isimleri değiştirerek bir sonuca varamıyoruz. O yüzden sorunları isimlere atıp saklanmanın hiç bir anlamı yok. Bu sorunlu yapı sadece yönetici veya teknik direktörlerin kim olduğuyla ilgili değil, aşağıdan yukarıya hepimizle, yani futbol kültürümüzle ilgili. Daha da geniş bakarsak, bu tamamen bizle ilgili.

Futbol kolektif bir oyundur. Bir plana ve süregelen bir akla dayandırıldığında başarı kendiliğinden gelir. Sahanın içinde veya dışında, bireylerden ziyade takım bütünlüğüne odaklanan ve o düşünceyle bireyleri seçen bir düzleme geçtiğimizde ilk eşiği atlamış olacağız. O zamana kadar, isimleri tartışmaya devam.