“Muharrik” bir yazı üzerine

Gökyüzü de her zaman mavi değildir, çok renklidir ama sık sık bulutlandığı, zaman zaman karardığı da cümlemizin malumu değil mi?

Başörtüsü ile bikini çağdaştır” adlı ilginç makalesinde (Pencere, 6.8.2022)Başlığın oldukça provokatif olduğunu kabul ediyorum” diye giriyor söze çağdaş sosyologlarımızdan Besim Dellaloğlu. Doğrusu bana hiç öyle gelmedi. Daha çok bir fantezi ile karşılaşacağımı hissederek okumaya başladım. Yazar okurlardan sabretmelerini de talep ediyor. Evet, okurken insan sıkılabilir ama yine de bu provokatif olduğu söylenen yazı ilgiyle okunmayı hak ediyor.

Yazar Başörtüsüyle bikinin aynı cümlede yer almasından rahatsızlık duyacak epey bir insan olabileceğinin farkındayım” diye merakımızı biraz tahrik etmeyi başarıyor. Sonra rahatlıyoruz. Başörtüsü ile bikini çağdaştır” başlığının ki yazının ana fikrinin perdesidir, bir okuryazar olarak bu cümle gök mavidirdemek gibi sıradan, bol su içmek lazımkadar elzem gözüküyor” diyerek meramını ve yazıyı özetlemiş oluyor. Biz dene varmış bunda, oku geç” diyebilecekken, okuyup geçemiyoruz

***

Aklımıza gelen ilk soru, neden bikinin karşısına ya da yanı başına başörtüsünün konduğu oluyor; neden türban, kara çarşaf, burka değil de başörtüsü? Herhalde yazar başörtüsü ile bikiniyi karşılaştırılabilir, uzlaştırılabilir buluyor ki tartışma yaratma potansiyeli taşıyan, siyasallaştırabilen, çağdaş olana, moderne karşı açık itiraz sayılabilecek ya da zaten öyle olan giysiler daha baştan tartışma konusu olmasın. Haklı olabilir; ne gerek var, gereksiz itirazları daha baştan karşılamak varken işi yokuşa sürmenin. Başörtüsü pekâlâ maksada uygun bir seçimdir. Ama şuraya bir not düşüp devam edelim. Başörtüsü herhangi bir siyasi güdüyle bağlı olmaksızın yörelere göre farklı biçimlerde var olan bir örtünme biçimidir; Anadolu’da epeyce eskidir, çarşaf daha çok payitahta aittir. Bikini ise cumhuriyet Türkiye’sinde bile yeni ve modern sayılır. Yani başörtüsü ile bikininin zamandaşlığı” pek yenidir. Yazar bizim modernizmle ilgili düşüncelerimizi tahrik ederek yeni bir tartışma başlatmak istiyor sanırım. Olsun, yeterince tahrik olmasak da ilgimizi çekmeyi başardı yazar.

Dellaloğlu daha sonra ikinci adımı atarak, çağdaş kavramının öyle bizim bildiğimiz gibi bir kavram olmadığına bizi inandırmak için harekete geçiyor. Madem kelimelerin etimolojisini kavramsal anlamlarının ötesine geçirmek gibi bir yöntem izliyoruz, hemen söyleyelim, hareket” kelimesi de tahrikle, muharrikle aynı kökten gelir. Muharrik, sözlüklerde kışkırtan” ya da hareket ettiren, devindiren” olarak geçer; yazar da harekete geçiyor ve “çağdaş” kavramını altüst etmenin zevkini çıkarıyor. Çağdaş kavramından ne anlamak gerektiği konusunda kelimenin öteki dillerdeki karşılıklarını önümüze koyuyor ve ilerliyor. Bilindiği gibi ‘çağdaş’ kelimesi öncelikle contemporary(İngilizce) ya da contemporainin (Fransızca) karşılığıdır. Zamana dair bir sıfattır. Bir şeyin çağdaş olabilmesi için günümüze ait olması yeter. Örneğin ‘çağdaş sosyologdediğimiz zaman günümüzde hâlihazırda üretmeye devam eden bir sosyoloğu hayal ederiz.”

***

Hayal etmeye gerek yok, işte karşımızda duruyor. Çağdaş bir sosyolog olan yazarımızın “çağdaş, çağdaşlık” konusunda tercihini böylece öğrenmiş oluyoruz. Burada kalmıyor, kavram olarak değilse bile kelime olarak yerli yerine oturtuyor, örneklemeye devam ediyor. “Çağdaş”ın diğer bir kullanımı ise günümüzde olmasa bile aynı zamanı paylaşmış olan en az iki şey, insan için tercih edildiği halidir. Örneğin Platon ile Aristoteles çağdaştır çünkü zaten Aristoteles Platonun öğrencisiydi. Fatih Terim, Şenol Güneş ve Mustafa Denizli de çağdaştır. Aynı zamanlarda Süper Ligde farklı takımlar çalıştırmışlardır. Ya da farklı zamanlarda aynı takımları.”

İşte budur. Sakın ısrar edip başka telden çalmaya devam edenlerden, münafıklardan olmayın. Yazarımız aslında zamana dair bir sıfat olan “çağdaş”, özellikle Türkçede çoğu zaman bu sınırlar içinde kullanılmaz. “Çağdaş”, Türkçede aynı zamanda oldukça değer yüklü bir kavramdır. Ben bunu “çağdaş”ın modern”e bitişmesi olarak değerlendiriyorum” diye sürdürüyor. Burada kelimenin gereksiz değer yüklü kavram” anlamında takılıp kalmayalım, yoldan sapmayalım diye sıkılıyor bizi.Modern, yani Latince modernuskavramı da tıpkı yukarıda ‘çağdaş’ için ifade ettiğim gibi zamana dair bir kavram olarak ortaya çıkmıştı ta 5inci yüzyılda. ‘Şimdiye ait, ‘şimdide hüküm sürenanlamına geliyordu.” Demek ki neresinden baksanız çağdaş ya da modern öyle sırtınızı dayayabileceğiniz bir kavram değilmiş; kısaca “çağdaş” denildiğinde siz zamandaş” diye anlamalısınız. İşte ben de kimse çağdaşı, çağdaşlığı orasından burasından çekiştirip durmasın, zamandaş kelimesi tazedir, seve seve, tepe tepe kullanılsın diyorum.

***

Ama yazar ısrar ediyor, çağdaş ya da modernin yoldan çıkışını da kafamıza vura vura anlatıyor. Şöyle diyor: Modern sıfatı elbette zamanla değişime uğradı ve özellikle Rönesans, Reformasyon ve Aydınlanma ile birlikte bir değerler setinin, hatta medeniyetin adı oldu. Yani değer boyutu zaman boyutuna üstün gelmişti.”

Ne kadar kötü değil mi değerin zaman boyutunu alt etmesi! Daha kötüsü bu kavram Türkiye’de de raydan çıkmış. Türkçede çağdaş kavramının kullanılmasında da, moderne benzer bir yan vardır. Kavram giderek zamana dair olmaktan uzaklaşmış ve bizim zamanımıza, şimdimize, bugünümüze yüklemek istediğimiz bütün değerleri içine alan neredeyse bir yamalı bohçaya dönüşmüştür. Biz Çağdaş Türkiye, Çağdaş Düşünce, Çağdaş Üniversite dediğimiz zaman aslında Türkiyenin, düşüncenin, üniversitenin olmasını istediğimiz halini kastederiz. Bu anlamda “çağdaş”, olanı değil, artık olması gerekeni anlatmanın bir biçimine dönüşür.”

Çağdaşı bugünden koparan kim bilemedim, bugün hakkıyla çağdaş olunabilsin ki gelecekte de çağdaşlığın yeni bir evresine geçilebilsin. Çağdaşlık hep sıfırdan başlayan bir süreç değil, geçmişin üzerinde yükselen ve onu inkar ederek yenilenen, gerçekleşen bir durumdur. Bu nedenle çağdaşlığı geleneğe hapsetmemek, statükoya yüz vermemek, unutulmuş anlamı yeniden hayata çağırmak tekrar eski ve gerçek” anlamına dönmekte büyük yarar vardır.

Belki bir yolunu buluruz ama bakın daha ne gibi tehlikeler çıkıyormuş karşımıza. “Çağdaş’ı bu şekilde kullanmaya başlayanca onun bir de tek yumurta ikizi devreye girer hemen: Çağdışı. Bu da madalyonun diğer yüzü gibidir. Yaşadığımız zamanda egemen olmasını istediğimiz değerler çağdaş olanı temsil etmeye başlar. Aynı zamanda çağdışı da yüz yüze gelmek istemediğimiz değerlerin simgesi olmaya başlar. Örneğin bir masaya oturup belli bir mesele üzerine tartışmaya başlayan iki kişi hayal edin. Tartışma sürerken biri diğerine şöyle demiş olsun: 'Bu söyledikleriniz çağdışı fikirler.’ Bu, çağdaş kavramının başlangıçta ifade etiğim anlamı açısından paradoksaldır. Çünkü bir insan, karşısında oturan birine “çağdışısın” diyemez.” Diyebilir mi? Sünme haşa, örneğin sarıklı cüppeli çağdaş bir efendiyle oturdunuz konuşuyorsunuz, o da attıkça atıyor, cennetin nasıl bir yer olduğunu, yanmayan kefenle, ateşe dayanıklı terlikle cehennem ateşinden korunabileceğinizi, kadınların zinhar evden çıkmaması gerektiğini, gülmemesi, koşmaması çünkü koşarlarsa memelerinin hareketinin efendi erkek milletini tahrik edeceğini anlatıyor, siz de artık dayanamıyor, “çağdışısın ulan sen” deyiveriyorsunuz. Olmadı ama şimdi. Cüppeli ile siz aynı ayın, yılın çağın insanlarısınız, çağdaşsınız siz. Aynı zamanda yaşıyor, konuşuyor halleşiyorsunuz.

Dellaloğlu yazının sonunda meramını, aslında başında da söylemişti ki zaten tek bir cümleye sığar, şöyle anlatıyor. Sanırım artık anlamışsınızdır. Başlıktaki cümlede ben “çağdaş” kavramını Türkiyede genelde olduğu gibi değerler açısından değil, orijinal anlamı olan zamansallık açısından kullanıyorum. Ve diyorum ki, benim yaşadığım Türkiyede başörtüsü ile bikini aynı zamanı paylaştılar, paylaşıyorlar ve paylaşacaklar. Önce bununla bir yüzleşmemiz lazım.”

***

Yüzleşelim bakalım. Ama kelimelerimizi özgürce seçelim mümkünse. Yazı provokatif mi, yeterince tahrik edici mi? Kesinlikle hayır. Peki yazar amacına bir ölçüde ulaşmış bir muharrik” sayılabilir mi? Yok daha neler. Ama ben yine de söylemeden geçmeyeyim, kavramlarla oynamak pek iyi değildir. Kavramların anlamı keyfe göre ya da siyaseten değiştirilemez. Uzatmadan söyleyelim; geçmiş, çağdaşlığa modernizme direnir, gelecek moderniteyi aşmanın yollarını arar, çağdaşlık bu çizgi üzerinde gelişir, geride kalan, geçmişte olduğu gibi yaşamak isteyen geleneğin gölgesine sığınsa da çağdaş olamaz. Hurafeyi, dini doğmayı savunanı, statüko bekçisini, aşkın bir modernizmi savunanla zamandaş oldukları için çağdaş ilan etmek demagojidir. Çağdaş kavramını Dellaloğlu gibi anlar kullanırsak fundamentalist Taliban’a da IŞİD’e de çağdaş demek zorunda kalmaz mıyız? Bu da doğrusu çağdaşlıkla zamandaşlığı pek kötü bir şekilde karıştırmak olur.

Peki tamam yüzleşelim, bir de tanık çağıralım. Sosyalizme çağdaşlığın bir gelecek formu olarak şans tanımayan sosyologlardan, Marx iyidir hoştur kapitalizmi iyi tahlil etmişti ama gelecekten anlamaz diyen, Dellaloğlu’nun değer verdiğini, pek sevdiğini sandığım Anthony Giddens’in fundamentalizm ve gelenek ile ilgili sözleri bu konuda yardımcı olabilir. Giddens, yapmamız gereken şey, fundamentalizmin yaptığını yapmamak, gelenekleri geleneksel bir şekilde meşrulaştırmamaktır” der. Ve ekler; neresinden bakarsanız bakın gelenek sebep gösterme ve tartışmaya dayalı bir dünyada eskisi gibi kalamaz.” (Anthony Giddens’le söyleşiler, Modernliği Anlamlandırmak. Alfa Yayınları, s.129) Bugün ve gelecek çağdaşlığın kapsamındadır ama geçmişi özleyen, geçmişe dönmek isteyenler, din dünyayla barışmak için reformun kapısını zorlarken, aynı zaman diliminde birlikte yaşıyor olsak da çağdaşımız olamazlar.

Aslına bakarsanız, zamandaşlık da aynı zaman diliminde yaşayanları uzun süre korumaz, bir arada tutamaz. Çünkü zaman tersinir değildir, geçmişe doğru gitmez. Bir süre sonra zamandaş olanların aralarında farklılıklar çıkması, ayrışmaların yaşanması doğal olur. Siyasete ilgisiz yaşam tarzının doğal örtüsü, örtüleri, giysileri ile geçmişi gizlemek, kara çarşafı, burkayı, başörtüsünün gölgesinde piyasaya sürmek masum bir kelime oyunu değilse, vahim bir anlam kaydırmasıdır.

Peki yüzleşelim; modern ya da çağdaş olan eskiyen sistemin sıkıntılarını üzerinden atma yeteneğine henüz kavuşamadığı kendini gelecek kurgusuyla yenileyemediği için geçmişin saldırısından da kurtulamıyor. Çağdaşlık zamandaşlıktan başka da bir şey değildir diyenleri cesaretlendiren de bu durum olsa gerek. Gerçekte ise zaman ve çağdaşlık birbiriyle ilişkili kavramlardır. Çağdaşlaşmanın modernitenin sorunları, yaşanan iniş çıkışlar zamanın tersinmezliğinden güç alarak, bir anlamda determinizmin kapıları zorlanarak, insan faaliyetiyle giderilebilir. Ama herhalde zamanın durdurulamaz yolculuğunda treni geri çevirmeye çalışanlarla, geleceğe doğru ilerleyen trende geriye doğru koşanlarla “çağdaş” olduğumuz kabul edilebilir bir fikir değildir. Başörtüsü siyasal bir içerik taşımadığı için kavga konusu değil ama ötekiler hem siyasal olarak hem de çağdaşlığa karşı radikal bir savaş yürüttükleri için çağdışıdırlar.

Haydi yüzleşelim; Tarikat liderinin terk-i dünya eylemesinden sonra okuduğum makalat ve haberlerin verdiği huzur içinde Sevgili kardeşim Ahmet, biliyor musun kara çarşafla bikini, hatta burka aynı zamanın yolcularıdır, çağdaştırlar yani” diyecektim ki, Ahmet de ay yüzlü tarikat liderinden sonra çıkacak kavgayı, badeleme meselelerini, tarikat mekanlarında vuku bulan tacizleri bir an için unutarak, zamandaş cüppelinin son vaazını huşu içinde tekraren mırıldanarak yanıtlamasın, bol su içmek lazım, zaten gökyüzü de mavidir muhterem kardeşim…” demesin mi!

Ama unutmamalı, çok fazla su içmek sodyum eksikliğinden kaynaklı hastalıklara yol açabilir. Gökyüzü de her zaman mavi değildir, çok renklidir ama sık sık bulutlandığı, zaman zaman karardığı da cümlemizin malumu değil mi?