İleri Haber yöneticileri Çukurova gündemini Türkiye’ye aktarmamı istediklerinde bunun nasıl yapılması gerektiği konusunda içsel bir tartışma yapma gereği duydum. Bölgenin kuşkusuz spesifik sorunları var. Ancak bu, ülke bağlamından da koparılamaz. Örneğin, nükleer santral yapımı Mersin’de hızla ilerlese de bunun salt bir yerel sorun olarak görmenin miyopluktan öte körlük olacağı genel bir kabul olsa gerek.
Vardığım sonuç; başta yaşadığım kent Mersin ve bölgede gelişen olayları ulusal ve giderek evrensel ölçekte değerlendirerek sizlere sunmak olacak. Elbette; gücümüz, aklımız yettiğince. Belki bir avantajımız geçmişte ekmeğimizi muhabirlik yaparak kazanmış olmamızdır.
İlk ele alacağımız konu ise Beyrut olsun. “Uluslararasına daldın kardeşim!” denebilir. Ama açıklayacağım. Malumunuz geçtiğimiz günlerde “Ortadoğu’nun Paris’i” diye nitelenen bu güzelim kentin liman depolarında bekletilen 2 bin 750 ton amonyum nitrat patlamıştı. Nükleer etkisi gösteren patlamanın sonucunda 200’den fazla insan yaşamını yitirirken 5 binden fazla kişi yaralanmış, yüz binlerce insan evsiz kalmıştı. Güzelim Beyrut ise harabeye dönmüştü. Tam bir felaket…
Nedeni hala araştırılırken bu yıkımın ardından başta Fransa olmak üzere emperyal devletler sözümona yoksul Lübnan halkının yardımına koşmuşlardı. Macron’un ardından harabe kente ilk intikal edenler arasında T.C. Cumhurbaşkanı Yardımcısı Fuat Oktay ile Dışişleri Bakanı Mevlüt Çavuşoğlu da vardı. Elbette, Ortadoğu ve Kuzey Afrika’da İhvancılık’ın liderliğine oynayan R.T.E’nin talimatıyla. Basına yansıdığına göre Saray’ın atanmışları Türkiye’nin Lübnan’a her türlü yardıma ve desteğe hazır olduğunu açıklarken, “Beyrut Limanı ve çevresindeki binaların yeniden inşası”na da talip olduklarını laf arasına sıkıştırıverdiler. Devamında ise Beyrut Limanı ayağa kalkana dek Mersin Limanı’nın Lübnan’ın hizmetinde olduğunu eklemeyi ihmal etmediler.
Bu ziyaretin ve açıklamaların hemen ardından işveren örgütlerinden ve doğrudan şirket sahiplerinden görüşler yerel basına yansıdı. Kurdukları ilk cümleler patlamanın getirdiği yıkımın Lübnan halkında açtığı yaraları dillendirse de devamında tümceler gerçek niyeti açıkça ortaya koyuyordu: “Lübnan Hükümeti’nin Türkiye’nin teklifine olumlu yanıt vermesi halinde Mersin Limanı’nda transit yük trafiğinde büyük artış olacak.” Özellikle konteyner taşımacılığında zaten önemli bir merkez olan Mersin Limanı hacmini ikiye katlamayı hedefliyor. Limanımızın sahipliğinin Saray’ın has şirketlerinden Akfen Holding ve Singapur merkezli PSA International ortaklığı olan MIP olduğunu ekleyelim.
Kimi lojistik şirketi sahipleri ise daha da açıktan bu facianın Mersin (siz bunu ‘kendileri’ diye okuyun) için bir fırsat olduğunu söyleyip “Her şerde bir hayır vardır” diye utanmazca el oğuşturmaya başladılar. Lafın özeti; yıllardır yolsuzluk ve yoksullukla cebelleşen Lübnan halkının cenazesini kaldırmaya talip olduklarını itiraf ediyor Mersinli patronlar. Bunun adı mezar soygunculuğudur. Emperyalist hevesle felaketi kazanca çevirmenin karşısında Ortadoğu ve Anadolu’nun yoksul halklarının dayanışma seslerini duymak istiyoruz. Giderek isyana dönüşmesini istediğimiz bu haykırışa bölgenin ilerici, yurtsever ve devrimci siyasi özneleri önderlik edebilir. En azından tercüman olmalıdırlar.
Meselenin oldukça vahim bir boyutu daha var aslında. Patronların gözlerinde dolar ışıltısı görünürken Mersin’in en az Beyrut kadar büyük riskle karşı karşıya olduğunu umursamıyorlar. Bilindiği gibi Mersin Limanı Türkiye’nin en büyük transit ticaret merkezi konumunda. Oldukça geniş bir alana yayılmış bulunuyor ve kent merkezinde yer alıyor. İşveren örgütlerinin talebi, limanın doğu tarafına doğru genişletilerek yeni konteyner rıhtımı oluşturulması doğrultusunda. Mersin’i bilmeyenler için söyleyelim: Limanın bitiminde Mersin Serbest Bölgesi başlar ve burada binlerce işçi çalışır. Devamında ise amonyum nitrat da üreten gübre fabrikası bulunur. Aynı bölgede Şişe Cam Grubu’na ait kimyasal üretim yapan bir başka fabrika… Atıkları da yıllardır çoğunlukla açık havada depolanmakta. Bitmedi; bu fabrikanın kurulu olduğu alanda balıkçılık ve tarımla uğraşan, oldukça yoğun nüfusa ev sahipliği yapan Karaduvar Mahallesi yer alır. Mahallenin içinden geçen petrol boru hattı ve akaryakıt şirketlerinin depoları… Üsteliki, yine kimyasal alanda üretim yapacak olan polipropilen tesisi de kurulmak üzere.
Anlatmaya çalıştığım bu tabloyu bir an gözünüzde canlandırmaya çalışın. Milyonluk kenti bir anda yok edebilecek bir bombanın üzerinde oturduğumuzu sizler de anlayacaksınız.
Beyrut-Mersin kardeşliğini kâr hırsı üzerinden değil, halkların dayanışması ve dostluğu temelinde gerçekleştirmenin tam zamanıdır.
*Nebbaş: Mezar soyguncusu