Bu bir ah! yazısıdır.
Karşılaştığı herkeste iz bırakmış bir devrimciyi ölümünden sonra tanımış olmanın getirdiği bir yazıklanmayla yazılan bir ah! yazısıdır.
Onun geçtiği yerlerden yıllar önce geçmiş, belki el verdiği gençlerin çocukluğuna bakışınız değmiş, belki aynı 1 Mayıs kortejlerinde birlikte yürümüş ama keyifli bir gülümsemeyle birbirinize hiç merhaba dememişsinizdir; ancak yine de tuhaf bir şekilde birbirinizi tanıyorsunuzdur.
Sevenlerinin umutla bekledikleri birkaç gün boyunca kendisiyle ilgili anlattıkları, cenaze töreni sırasında konuştuğum arkadaşlardan dinlediklerim bana hep aynı şeyi söyledi: Ben bu arkadaşı Büyük Eğitim Yürüyüşü’nden, 15-16 Haziran’lardan, Kavel, Tariş ve Tekel direnişlerinden tanıyorum; Utkan, benim özbeöz sınıf kardeşimdir, yoldaşımdır.
İnsanların nasıl yaşadıkları, nasıl öldükleri önemlidir ama nasıl uğurlandıkları da önemlidir.
Utkan Adıyaman bir devrimciye yakışır şekilde, yoldaşlarının omuzlarında, marşlarla, şiirlerle uğurlandı.
Solun, sosyalist kesimin ahde vefa bilen, dayanışmacı ruhu, temsilcileri oradaydı. Uzun denilebilecek uğurlama sırasında birçoğunu tanıdığım arkadaşların acılı yüzlerine, yüzlerindeki boşluğa sinmiş Utkan’ın suretine, kendimize, bir diğerimizin koluna girmekle ilgili o doğal, insani ihtiyaca baktım. Dini inancı olan bazı insanlar, onca kötülüğe rağmen halâ yerli yerinde duran dünyayı anlamlandırmakta zorlandıkları zaman, iyilik timsali olarak gördükleri kimi insanları işaret ederek dünyanın onların yüzü suyu hürmetine döndüğünü söylerler. Ölümün en büyük hakikat olduğunu bize hatırlatan duygusal bir ortamda söylenmiş bir söz olarak yorumlanabilir, varsın yorumlansın: Utkan Adıyaman, devrimci değerlerin vücut bulmuş bir temsilcisi olarak yan yana gelme özürlü solu cenazesinde bir araya getirdi. Yarın sol sosyalist toplam içinde bir başka şarkı öne çıkarsa eğer, belli ki biz bunu, sessiz sedasız işini yapan, “ormanın fısıldayışlarını” hepimizden önce duyan Utkan gibi tevazu sahibi devrimcilere borçlu olacağız.
Mezar başında yapılan konuşmalarda ilk gençlik yıllarından beri birlikte oldukları arkadaşları, genç yoldaşları onunla ilgili düşüncelerini güçlükle de olsa dile getirdiler.
Öğreticiydi: Onu en çok seven, en iyi dostu, yoldaşı olduğunu düşünenler başka sevenleri, dostları, yoldaşları olduğunu gördü.
Önemliydi: Kendisine hem abilik hem yoldaşlık ettiği genç bir arkadaşımız, karanfillerle bezenmiş mezarının başında kendisinden genç kardeşlerine Utkan gibi abilik edeceğine, onları kollayıp koruyacağına söz verdi.
Belki benim gibi Utkan’a geç kalmış olanlar da vardı mezarlıkta. Konuşmalar bitti ama kimse yerinden kımıldamadı, Utkan’ı bırakıp gidemedi.
“Güle güle” denilerek uğurlandı Utkan.
Geç kalmış olmanın ah’ı burada kalsın.
Bu yazı, aynı menzile baş koymuş olanların birbirine daha fazla geç kalmaması içindir biraz da, birbirimize ikirciksiz “merhaba” diyebilmek içindir.
Merhaba Utkan, yoldaşlarının hüzünlü kararlılığına emanet ettiğin hayallerin ve hayallerini kanatlandırdığın bir nice çocuğa bıraktığın hayat için Merhaba!
Dipnot:
(*) Bu yazı, iki yıl önce, Utkan Adıyaman’ın ölümü sonrasında İleri Görüş’te yayımlanmıştır.