“Klasikleri Neden Okumalıyız” isimli kitabında Italo Calvino, bu soruya 14 yanıt verir. Bunlardan ilki bir saptamadır aslında; Calvino kimsenin klasikleri okumadığını söyleyemediğini, “tekrar okuyorum” dediğini söyler, çünkü Calvino’ya göre kimse dünya edebiyatının bir başyapıtını okumamış olmayı kendisine yediremez. Ben bu durumun bir bakıma Marksist klasikler için de geçerli olduğunu 1970’li yılların ikinci yarısında fark ettim. Birçok kişinin kitaplığında Marksist klasikleri görüyor, hatta bu kitaplar hakkındaki yorumlarını da ilgiyle dinliyordum. Aslına bakarsanız yorumlar ve vurgular birbirine çok benziyordu. Bence bu kesinlikle ideolojinin gücünün bir ifadesiydi.
Ve bir gün Maurice Cornforth’un “Marksist Klasikleri Okuma Kılavuzu” kitabıyla karşılaştım ve gerçeği gördüm: çoğu kişi klasikleri okuma yerine bu kitaptaki özetlerle ve alıntılarla yetiniyordu. Vurguların aynı olmasının nedeni de buymuş. Öykünün sonu şöyle: hayatımda hiç yapmadığım bir şeyi yaptım ve bu kitabı kaybettim. Umarım Cornforth ve kitapla ilgili herkes beni affeder.
Doğrusunu söylemek gerekirse Marks ve Engels’in tüm yapıtlarını herkesin okumasını beklemiyorum. Hatta buna gerek de yok. Bir kitap yazısında okumamanın övgüsünü yapmıyorum elbette ama eğer bir nedenle seçme yapmak gerekirse benim ilk önerim Engels’in bir tür Marksizm ansiklopedisi olarak da nitelendirilen kitabı Anti-Dühring olacaktır. Genelde tarihi materyalizm için, Komünist Manifesto ve Alman İdeolojisi; bilim ve Marksizm için, Doğanın Diyalektiği; ekonomi için, Kapital önerilse de Anti-Dühring bunların hepsidir bir bakıma. Tam adı Bay Eugene Dühring Bilimi Altüst Ediyor olan kitapta eleştirilen Dühring üniversitede öğretim üyesi ve felsefe, siyaset gibi alanlarda çok sayıda kitabın yazarıdır. Yazdıkları dikkatle okunmazsa solda bile olduğu söylenebilir. Şanssız tarafı Engels gibi bir deha ile polemiğe girmiş olmasıdır. Engels, Dühring’in diyalektiği yadsıdığını, görüşlerinin doğa bilimlerindeki gelişmelerle çeliştiğini ve açıkça ekonomik açıdan kapitalizmi savunduğunu gösterir. Ve bunu 500 sayfada yaparken, Marksizm’in ana hatlarını da özetler:
“Materyalist tarih görüşü, üretimin ve üretimden sonra üretilen ürünlerin değişiminin her toplumsal rejimin temelini oluşturduğu; tarihte görülen her toplumda, ürünlerin bölüşümünün ve ürünlerin bölüşümü ile birlikte sınıflar ya da zümreler biçimindeki toplumsal eklemlenmenin üretilen şeye, bunun üretiliş biçimine ve üretilen şeylerin değişim tarzına göre düzenlendiği tezinden hareket eder. Sonuç olarak, bütün toplumsal değişiklikleri ve bütün siyasal altüst oluşların son nedenlerini insanların kafasında, ölümsüz doğruluk ve ölümsüz adalet üzerindeki artan kavrayışlarında değil, üretim ve değişim biçiminin değişikliklerinde aramak gerekir; onları, ilgili dönemin felsefesinde değil ama iktisadında aramak gerekir”.
İlk baskısı 1878 de yapılan kitaptaki tartışmaların eskidiğini sanmayın, Dühring’in tarihi materyalizm karşıtlığı, günümüzde ABD Suriye’yi terk etmesin diye çağrı yapmakla; bilim dışılığı, akraba evliliklerinde sorun görmemekle; ekonominin sağcı yorumu da, asgari ücret konusunda bir rakam önermekle kendisini belli eder. Hani bu örneklere bakıp da, acaba belli bir partinin meclisinde olmak mı gerekiyor Dühring’e yakınlaşmak için demekten kendimi alamıyorum.
Neyse, bir not olarak şunu da eklemeliyim; bizzat Engels’in kendi seçimiyle Anti-Dühring’in üç bölümü Fransızca yayınlanmıştı. Bunun Türkçe çevirileri “Ütopik Sosyalizm ve Bilimsel Sosyalizm” veya “Ütopyadan Bilime Sosyalizmin Gelişimi” adıyla kitapçılarda bulunuyor.
KÜNYE: Friedrich Engels, Anti Dühring, Sol Yayınları, Çeviri: Kenan Somer, 592 sayfa
Anti-Dühring’ten sonra, hem de onu tamamlar bir biçimde, önereceğim kitap Karl Marks’ın Fransa’da Sınıf Savaşımları 1848-1850. Bence kitabın önemi, Marks’ın diyalektik materyalist yönteminin yaşanmakta olan bir sürece uygulanmasından gelmektedir. Daha önce Komünist Manifesto’daki saptamalar ilk kez pratikte sınanmış, başka bir ifadeyle Marksizm ilk kez sokağa inmiştir. Bunu sonucunda Manifesto’da önerilen devrim modeli de revize edilmiştir. Demek istediğim, Fransa’da Sınıf Savaşımları’na bir tür laboratuar uygulaması gözü ile de bakılabileceğidir. Yaşamdan gelen veriler Marks’ın düşüncesinde değişikliklere yol açmıştır. Bunu görmenin bile çok önemli olduğu kanısındayım.
Devrimi yapacak sınıfın olgunlaşması sorunu, burjuvaziye güvenilemeyeceği saptaması ve tüm tarihin sınıf mücadelelerinden ibaret oluşu bu kitapta ortaya konan en önemli noktalardır. Bence Engels’in yazdığı giriş de en az kitap kadar önemlidir. Üstelik Engels bu girişi uzun yıllar sonra, olayları tekrar değerlendirerek kitaba eklemiştir. İlginç bir de öyküsü vardır, öncelikle Engels’in yazısının bir kısmı Kautsky tarafından sansürlenmiş ve sınıf mücadelesinden vazgeçildiği şeklinde sunulmaya çalışılmıştı. Neyse ki sonraki baskılarda tam metin basılabilmiş.
1848’de proletarya kendi sınıf talepleriyle ilk kez tarih sahnesine çıkarken ve devrim beklentisi yaygın olmasına karşın, kendisi öncülük etmeye hazır değildi. Marks bu koşullarda şunu söylüyordu: Devrim kuvvetli ve birleşik bir karşı devrimi yaratarak ilerler, yani devrim, düşmanı gitgide daha aşırı savunma tedbirlerine başvurmaya zorlar. Lenin’e göre bu Marks’ın temel önermelerinden biridir.
“Bilinçsiz yığınların başında bilinçli bir azınlık tarafından gerçekleştirilen devrimlerin zamanı geçti (…) Tarih bizi ve benzer düşüncede olanların hepsini haksız çıkardı. Tarih gösterdi ki, kıta üzerindeki iktisadi gelişme durumu, o zaman kapitalist üretimin kaldırılması için henüz yeterince olgunlaşmamıştır (…) Sanayi proletaryasının gelişmesinin tek koşulu sanayi burjuvazisinin gelişmesidir. Sanayi burjuvazisi feodal toplumun maddi beklentisini söküp atabilecek tek güçtür (…) Yeni bir devrim, ancak yeni bir bunalımın ardından gelecektir, ama biri ne kadar kesinse, öteki de o kadar kesindir (…) devrim ancak modern üretim araçlarının ve burjuva üretim biçimlerinin birbirleri ile çatışma haline geldikleri evrelerde olanak kazanır”.
KÜNYE: Karl Marx, Fransa'da Sınıf Savaşımları 1848-1850, Sol Yayınları, Çeviri: Sevim Belli, 208 sayfa
Durum bundan ibarettir. Marks ve Engels yine yolumuzu aydınlatıyor.