Meclis Başkanı İsmail Kahraman’ın hazırlanacak yeni anayasada laiklik ilkesinin yer almamasına dair sözleri, uzunca bir aradan sonra laikliği tekrar Türkiye siyasetinin merkezine taşıdı. Kahraman’ın açıklamasının Ensar Vakfı’nın başrolde olduğu çocukların cinsel istismarı skandalına yönelik tepkiler henüz yatışmadan gelmesi de sol muhalefette bir kıpırdanmaya yol açtı ve laiklik konusu sosyalistlerin de gündeminde ilk sıraya yerleşti.
Siyasal İslamcı bir iktidara, özellikle de mezhep eksenli bir dış politika takip ederek ülkeyi eşi benzeri görülmemiş sorunlara boğan AKP’ye karşı yürütülecek muhalefetin ana akslarından birinin laiklik olması aslında olağan görülebilir. Ancak sol içi tartışmalara baktığımızda bu konuda bir zihin karışıklığının bulunduğunu, siyasal iktidara karşı verilecek mücadelede laiklik başlığının öne çıkarılmaması gerektiğini ileri süren çevreler olduğu görüyoruz. Laikliğin korunmasının AKP’ye karşı bir mücadele zemini olmaması gerektiğini söyleyenler kabaca üç tez ileri sürüyorlar.
Birincisi, AKP’ye karşı yürütülecek muhalefetin laiklik/yaşam tarzı ekseninden ziyade emek eksenli yürütülmesi gerektiği söyleniyor. Bu görüşe göre emekçilerin beklentilerini ve çıkarlarını merkeze alan bir siyaset hariç tüm siyasi pozisyonlar sosyalist bir hattı sulandırır ve zemin kaybettirir. İleri sürülen ikinci tez, laiklik siyasetinin dindar halk kesimlerini sol bir söylemden uzaklaştıracağına vurgu yaparak, “halk İslamı”nın reddedilmemesi gerektiğini ve bir anlamda dinin AKP’den kurtarılması gerektiğini söylüyor. Üçüncü görüşse şu: laiklik ekseninde muhalefet yapmak, ilkesel olarak yanlış olmasa da, AKP’ye oy vermek eğilimde olan toplum kesimlerini kutuplaştırıyor, onları dindarlık ekseninde iktidarın arkasında saf tutmaya yönlendiriyor. Bu da AKP’nin işine yaradığından AKP din/laiklik/yaşam tarzı etrafında yeni kutuplaşma gündemleri yaratıyor. Yani laikliği savunmak üstünden bir siyaset yapmak, AKP’nin tuzağına düşmek anlamında geliyor. Diğer iki tez, yani emek eksenli siyaset ve dindarları kazanmak tezleri de ilginç tezler ve ayrıca tartışılmayı hak ediyorlar. Fakat ben bu yazıda üçüncü ve muhtemelen en sık dile getirilen teze yoğunlaşacağım.
Laikliği savunmaya vurgu yapan bir muhalif hattın AKP’ye yaradığı iddiası ilk bakışta gayet makul görünüyor. Gerçekten de iktidarda olduğu yıllar boyunca enerjisinin önemli bir bölümünü yeni kulturkampf cepheleri açmaya ve mevcut cepheleri diri tutmaya harcadı. Bu cepheler arasında imam-hatipler, türban/başörtüsü (buna ne dediğimiz bile bir mücadele konusuydu); içki tartışmaları gibi daha esaslı olanları olduğu gibi, “Muhteşem Yüzyıl dizisi ecdadımızı kötü gösteriyor” ve “CHP camileri ahır yaptı” gibi gayriciddi laflar etrafında yürüyenleri de vardı. Muharebe konuları değişse de, AKP açısından cephenin iki tarafında kimin olduğu netti: bir tarafta halktan kopuk, imtiyazlı, milletin manevi değerlerine yabancı elitler, diğer yanda milletin kendisi ve onun otantik temsilcileri. Siyasal iktidarın, din ve hayat tarzı etrafında kurguladığı bu stratejiyi bir iktidar teknolojisi olarak hem mikro hem de makro düzeyde başarıyla uyguladığına şüphe yok. Öyleyse, AKP’nin tuzağına düşmeyin eleştirisi de haklı olabilirdi.
Ancak daha derinlemesine bir bakış, AKP’nin tuzağına düşmemek için toplumsal muhalefetin en önemli gündem maddelerinden biri olabilecek olan laikliği öne çıkarmaktan kaçınmanın büyük bir hata olacağını gösterecektir. Bunun böyle olduğunu bizatihi AKP siyaset pratiği defalarca gösterdi. Daha önce, hem ana muhalefet partisi, hem farklı sol muhalif çevreler, AKP’nin tuzağına düşmemek ve dayatılan gündemlere teslim olmamak kaygısıyla belirli başlıklarda muhalefet etmekten kaçındılar. Sonuç, AKP’nin din ve kültür ekseninde dayattığı, yeni ve daha ileriye giden gündem maddeleri oldu. Mesela, üniversitelerde türbana ilkesel olarak karşı olanlardan bazıları, AKP’ye gündem oluşturmasın ve mağduriyet söylemlerine zemin oluşturmasın diye doğrudan bir karşı çıkıştan kaçındılar. Neticede karşı karşıya kaldığımız şey, konunun gündemden düşmesi bir yana, tekrar tekrar dayatılması oldu. Üniversitelerdeki sorun çözülünce kamu görevlileri, orada da yeterli kamplaşma sağlanamayınca ortaöğrenimde türban gündeme geldi. Şimdilerdeyse anaokulu öğrencilerinin başlarının örtüldüğü ‘münferit’ örnekler görüyoruz.
Laiklikle ilgili diğer başlıklarda da böyle olacağını ve AKP’nin işine yarar diye çekileceğimiz her gündem maddesinin bir ilerisinin, daha kötüsünün topluma dayatılacağını söylemek yanlış olmaz. Çünkü bu siyaset AKP için bir tercih değil bir zorunluluk. Siyasetini büyük ölçüde “biz ve onlar” ayrımına dayanan bildik bir popülizm üzerine oturtan AKP, bu popülizm için en elverişli zeminin de din olduğunun farkında. Üstelik bu Türkiye siyaseti için yeni bir keşif değil; Demokrat Parti’den beri Türk sağının temel siyaset yapma yöntemi. Zira temsili demokratik bir sistemde halkın geniş kesimlerinin aleyhine ve sermaye lehine politikaları sistematik ve tavizsiz uygulamak zorunda olan sağ partilerin halktan yeterli desteği bulabilmelerinin temel koşulu bu popülist siyaset. Milli Görüş geleneğinden gelen AKP “biz ve onlar” popülizmini din eksenli olarak diğer merkez sağ partilerden daha iyi yapıyor.
Yıllardır neoliberal iktisadi politikaların taşıyıcılığını yapan ve bir süredir de ülkeyi içeride ve dışarıda savaş koşullarına mahkum eden iktidarın bu popülizmdeki din dozunu arttırması kaçınılmaz. Anayasada laiklik ilkesinin yer alıp almaması gibi makro, şehit cenazelerinde Chopin yerine Itri çalınması talepleri gibi mikro müdahalelerin üst üste gelmesi de tesadüf değil.
Saçma gözükmesine rağmen aslında iyi bir örnek olan cenaze tartışmasına bakacak olursak, buna dair alınabilecek pozisyonlar yukarıda bahsedilen pozisyonlarla benzerlik gösteriyor. Muhalif bir bakış, “bu, abesle iştigaldir; tuzağa düşmeyelim ve emekçileri örgütlemeye yönelik çabalarımıza devam edelim” diyebilir. Alternatif olarak, “halk cenazesinde isterse ilahi isterse marş çalar, buna saygı duyalım” da denebilir. Ya da şöyle bir tavır geliştirilebilir: “Hem insanları öldürttünüz hem de arkalarından adeta dalga geçiyorsunuz. Laik devletin resmi töreninde ilahi olmaz. Çok istiyorsanız önce ölen Alevi askerlerin cenazelerini camiye kaçırmaktan vazgeçin!”
Bu tali meselede de, daha esaslı maddelerde de AKP’yi en çok sıkıştıracak yaklaşım, sonuncusu olacaktır. Anayasada laiklik ilkesinin yer alıp almamasına dair en son çıkan tartışmada gördüğümüz gibi, geri adım atmadan, saldırıyı cepheden göğüsleyerek verilen sağlam bir tepki iktidarın geri adım atmasını sağlayacaktır. Din ve hayat tarzına dair makro ve mikro tartışmaları ciddiye alarak, laikliği tavizsiz biçimde savunmak siyasal İslam’ın saldırısı altındaki bir ülkede solun kaçınamayacağı bir görevdir.