Türkiye’de “evlenme yaşı”ndaki nüfus neredeyse tepe noktasına ulaştı. Yani en kalabalık yaş dilimi, 20’lerini geçiyor. Önümüzdeki bir on yıl daha konut ihtiyacı artmaya devam edecek. Sonra duraklama ve azalma başlayacak. RTE’nin üç çocuk kampanyalarına rağmen ortalama hane halkı nüfusu dörtten aşağı düşmekte. Yani nüfus, kendini yenileyemiyor.
Bunda garip bir durum yok, çocuk yetiştirme kentli nüfus açısından sosyal güvenlik politikalarıyla yakın ilişkili bir durum. Kreş yok, okul paralı, çalışan kadının hakları gasp edilmekte. Kentlileşmiş bir ailenin ikiden fazla çocuk yapması, iyi eğitim alamama, işsiz ve yoksul kalma riskini ciddi biçimde artırıyor.
Mevcut koşullarda referans verilen tek umut, orta-üst gelir grubunda boşanma oranının artması! Son beş yıl içinde yüzde 10 artan boşanma oranı, yeni tek ebeveynli haneler açılması üzerinden heyecan aranıyor. Ama bunun sorunu ne kadar yumuşatabileceği şüpheli.
Konut, insanın en temel haklarından biri olan barınma hakkının en basit fiziki karşılığı. Altyapısı yetersiz, ulaşımı zor ve pahalı, kaldırımsız, parksız kentler gündelik hayatımızı boğuyor. Türkiye ekonomisi, tarihindeki en büyük konut inşaat atağını geçtiğimiz on yılda yaptı. İstatistiklere göre 2005-2014 arasında geçen on yılda, kabaca yedi milyon konuta inşaat ruhsatı verildi. Ancak bu tablonun bir yüzü.
Karanlık yüzündeyse oturma izinlerinin 4,7 milyonda kalması var. İnşa edilen evlerin sadece bu kadarına yerleşilmiş. Yani son on yılda yapılan yedi milyon konutun 2,3 milyon tanesi boş bekliyor. Memlekette şu an tüm inşaat faaliyeti dursa, tam üç yıl yetecek kadar satılmayı bekleyen konut var. Bu “istatistik’ önemli bir sorunu örtmekte: Rakamlar bize, aslında mevcut konut açığının yoksulların ihtiyacından kaynaklandığını, fazla konutun ise zenginlere satılmayı beklediğini söylemiyor.
İşte AKP’nin gerçeği, İspanya’yı neredeyse on yıldır sarsan krizin yakın olduğunu gösteriyor. AKP iktisadiyatının kurallarına göre memlekette inşaat faaliyetinin durması imkansız. Yapım devam edecek ama şu konutlar satılmamaya devam ettikçe, bankacılık sisteminin de en büyük müşterisi olan müteahhitler, zincirleme batışlarla karşı karşıya kalabilir. Müteahhitler, sürekli yeni proje inşa etmek zorunda ki bunları sattıkça eski inşaatları tamamlayabilsinler. Çünkü özkaynakları yetersiz. Satışlar yavaşladıkça borçluluk oranları yükseliyor ve hükümet, onların sıfırlanan kredibilitelerinin “dikkate alınmaması” için elindeki bütün imkanları kullanıyor.
Sorunu henüz pek az hissetmekteyiz. Bunun nedeni konjonktürel olarak konut satışlarının yüzde 15 kadar yıllık artış göstermiş olması. Enflasyonda ve kurdaki artış eğilimi, kentsel dönüşüm furyası, konutta geçici bir talebi körüklüyor. Ama bu koşullarda bile 2015 yılının ilk yedi ayında hepi topu 730 bin konut satılmış. Halbuki sırf geçen yıl, 1 milyon konut için inşaat ruhsatı alınmıştı!
Tıpkı işsizlikte, hizmet sektörü şişkinliğinin yaptığı geçici makyajda olduğu gibi, yapısal olarak sürdürülemezlik aşikâr. Bunların iyi günlerimiz olduğu çok açık ortada. Tablonun diğer yüzünde bankaların önemli müşterisi müteahhitler şimdiden, iyi günlerimizde, tam yüzde 4 batık oranına ulaşmış. Bankacılık sektöründe batık oranı genel olarak yüzde 2 civarında. Beş yıl öncesine göre dört kat borç batıran müteahhitler henüz “zincirleme batış” olgusuyla karşı karşıya değiller. Bu da başlarsa, en çürüğünün yarattığı hasar nedeniyle daha az çürükler batacak ve normalde batmayacaklar, haliyle sonunda da bankalar topun ağzına gelecek…
Bu sene patlar, üç sene sonra patlar bilinmez. Ama sürdürülemezlik ve bileşenlerinin devasa büyüklüğü ortada. Emlak krizi, öyle başka krizlere benzemez. Türkiye gibi nüfus piramidi 35 yaştan genç nüfus için silindir haline gelmekte olan ülkeler için on yıldan fazla sürecek resesyon dönemlerine yol açabilir. Emlak rantına dayalı geçinenlerin oranı yüksek, üretime katılımı düşük bir toplumda bunun ciddi sosyal etkileri olacaktır.