Kırmızılı kadına...

Sevgili Kırmızılı Kadın

Gezide, aklının aydınlığını ve vicdanını gaz sıkarak teslim alacağını düşünen zavallılığın fotoğrafı var bir yanımda. O sıkılan gaz karşısında, insana ve doğaya dair ne varsa korumak için nasıl dik durulursa öyle dik durduğun fotoğrafına bakarak yazıyorum bu satırları sana.  

Diğer yanımda da, haberini okuduktan sonra öfkeden avucumun içinde sıkıp buruşturduğum, öfkemi çıkarmaya çalıştığım bir gazete var. Gazla yıldıramadıkları seni, soruşturmalarla yıldırmaya çalışmışlar, hem de işten atılan bir akademisyen arkadaşının durumunun değerlendirilmesi gerektiğine dair attığın bir mail yüzünden. Gezi'deki gibi dik durduğun, Gezi'deki gibi doğruda durduğun için, “haddini bil” der gibi, “sen kim oluyorsun” der gibi, gaz sıkar gibi açılan bir soruşturma

Çok gözyaşı döktük bugüne kadar. Yanlış anlama, direnirken payımıza düşen biber gazının yaktığı gözlerimizden akan yaştan bahsetmiyorum. Faşizmin gaz odalarında teslim alamadığı insanlığın mirasını taşıyoruz. Üzerimize püskürtülen gazdan yaşaran gözlerimizi siler, yürümeye devam ederiz. Ben Haziran’da kaybettiğimiz gencecik canlarımız için, Soma’da ölen, madene gömülen, inşaatlarda katledilen işçi kardeşlerimiz için döktüğümüz gözyaşlarımızdan, akıl dışı projelere kurban edilen kuzey ormanları için döktüğümüz gözyaşlarından, daha geçenlerde katledilen binlerce zeytin ağacının ardından, muhtarın gözlerinde başlayıp, hepimizin gözlerini dolduran gözyaşlarından bahsediyorum.

Acılara alışır mı insan sence? Ölüm, zorbalık, baskı sıradanlaşabilir mi?

Gazla teslim alınamayan insanlık, başına gelen felaketlere alıştırılarak teslim alınabilir mi?

Bunu denediklerini sen de biliyorsun.

Ya da betonu ağaca, hurafeyi bilime, parayı insana tercih eden akıl, doğaya, emeğe, özgürlüğe kardeşliğe üstün gelebilir mi?

Örneğin zeytinliğini korumak için direnen insan aklı, “gelişmeye, ilerlemeye, kalkınmaya karşı mı çıkıyorsun?” denilerek tutucu ilan edilebilir mi?

Validebağ korusunu korumak için direnen insanın aklı, “camiye karşı mı çıkıyorsun?” denilerek, inançlara saygısız ilan edilebilir mi?

Ya madenlerde, inşaatlarda, üç kuruşluk tedbirin maliyetini “kardan zarar” gören patronlar yüzünden, her gün yerin metrelerce altında ve üstünde çalışırken ölümle burun buruna olan işçiler? “İş kazalarında, işçinin dikkatsizliğinin, tedbirsizliğinin hiç mi payı yok? denilerek, aynı koşullarda çalışmaya razı edilebilir, yaşanan ölümler kader denip geçilebilir mi?

Demokrasi adına zindanları doldurmak…

Özgürlük adına gericiliği palazlandırmak…

Barış adına savaş çıkarmaya çalışmak…

Bunları da deniyorlar biliyorsun.

Bir de acıları birbirine vurmaya, birinin acısını diğerinin acısına çarpmaya çalışıyorlar. Herkes kendi derdine yansın, derdine dermanı olmayanın, elinden tutanı kalmasın diye.

En çok, dertli ellerin birbirinden derman bulmasından, kenetlenmesinden ve kuvvetlenmesinden korkuyorlar.

Sevgili Kırmızılı Kadın,

Seni Haziran’da tanıdım. Adını gazetelerden öğrendim. Seninle bir kez yan yana gelmişliğimiz yoktur ama zorbanın karşısındaki duruşunla hepimize direnç kattın.

Şimdi senin direnç kattıklarının, sana direnç katma vaktidir.

Seni yalnız bırakmayacağız, senin yanında olacağız ki,

Ne zorbalık sıradanlaşsın, ne zorbanın aklı, doğrunun, haklının karşısında galebe çalsın, ne de haksızlığa karşı kalkan ellerimiz yalnız kalsın.

Yani senin yanında olacağız ama sadece senin için değil, kendimiz için de senin yanında olacağız.

#DirenKırmızılıKadın