Kaygılı iyimserlik
Türkiye içinde bulunduğumuz çok da uzun sürmeyecek bir imkanlar döneminden geçiyor. Eğer layıkıyla değerlendirilebilirse, bu dönem, politikayı etkileyebilecek güçlü bir sosyalist hareket yaratma potansiyeline sahiptir; böyle bir hareketlenmenin enerjisini içinde taşıyor.
Kavramlar, terimler havada uçuşuyor; Keskin olmanın dayanılmaz çekiciliği, ömrünü bir devrim için programlamış kimi samimi devrimcileri esir almış da denilebilir. Hayatın dışına çıkmak, yükseklerden yeryüzüne bakmak, dokunulmaz kavramlar dünyasının sağladığı kolaylıkla konuşmak hiç bu kadar sıradan olmamıştı. Bu dünyada sorunları çözmek çok kolay olduğu, daha doğrusu sorunları çözmek gibi bir dert olmadığı için önünüze çıkan dertleri de hızla saf dışı edebilirsiniz. Sorunlar sizi, siz onları aşıyorsanız, çözülmesi gerekmeyen, sizi ilgilendiremeyen dertler arasında sayıyorsanız neden sorun olsunlar ki? Siz devrim yapacaksınız ve onun da zamanı gelmemiştir besbelli. Ama kimi zaman küçük, kaçınılmaz bir iş ertelenmez bir görev öne çıkar ve durdurur sizi. Örneğin seçimde iktidarı durdurmak gibi.
Kim ki size “bu sorunlar ertelenemez sorunlarıdır, onların nasıl çözülebileceği konusunda eğer bir fikriniz varsa bunu saklamak gizlemek değil, çözüm yollarını göstermek gibi bir göreviniz vardır” dediğinizde, “bu sorunlar şimdi çözülemez, ancak kapitalizmi bertaraf ettikten sonra çözülebilir, büyük düşünmek gerek. Yarını değil on yılı daha uzun erimi düşünmek gerek” kuralını ve kuramını önünüze koyuyorsa uğraşmayın; çünkü onları ikna edemeyeceksiniz. Siz ne kadar Marksizmin yalnızca kuram değil aynı zamanda Marx’ın, Engels’in ve bütün tarih boyunca devrimcilerin politik eylemlerinde kendini göstermiş bir pratik olduğunu, bu pratiğin sorunlara şimdiden sosyalizmin ışığında çözümler önermekle, her an devrimci amacı olan eylemin içinde var olmakla, devrimin koşullarının yaratılmasına mütevazi katkılar sunmakla yapılabileceğini söylerseniz söyleyin yine de size de inanmayacaklardır.
***
Parlamentonun önemini dile getirdiğinizde, gerçekleri anlatmanın çok önemli bir alanı olduğunu anlatmaya kalktığınızda sizi düzenin araçlarına tabi olmakla suçlayacaklardır. Siz sosyalizm mücadelesinin sürprizlerle dolu olduğunu, beklenmedik araçlar ve imkanlar sunabileceğini söylediğinizde de ciddiye almayacaklardır. Örneğin tarihte hiç hesapta ve kitapta olmadığı halde ortaya çıkmış halk meclisleri “şuralar” gibi örneklerin yaşandığını, 1. Dünya Savaşı’nda haklı bir itiraz olarak yükselmiş ve örgütlenmiş savaş karşıtlığının devrimci bir çıkış yolu olarak ortaya çıkabildiğini, bu durumu gerçekçi bir şekilde tahlil eden zamanın devrimcilerinin “bütün iktidar partiye” değil, “bütün iktidar Sovyetlere” diyebildiğini, bu tarihte kalmış örneklere takılmadan, yalnızca imkanların hayatın içinden çıkacağını gösterdiğini anlattığınızda da size güleceklerdir.
Gülsünler. Çok boyutlu, farklı imkanlar sunabilecek gelişmeleri eğer es geçmez, görmezden gelmez, momenti kaçırmaz, görebilir, eğitirken eğitilmeyi göze alabilirsek, koşulları iyi değerlendirebiliriz. O zaman asıl olanın koşulları bilmek, tanımak, onlara tabi olmak yerine değiştirmeyi hedeflemek, tarihin öznesinin insan olduğunu bilerek hareket etmenin devrimci olmanın temeli olduğunu da “sıkı” devrimcilerin kahkahalarına aldırmadan anlatabiliriz.
***
Belki de bu durumu gülümseyerek, gülerek ya da küçümseyerek karşılayan eğilim o kadar yaygın değildir ya da sesi fazla çıkıyor olabilir. Uzun yıllar solda sosyalist harekette etkin olmuş bu eğilimi ciddiye almamak, olumlu katkısını küçümsemek de kuşkusuz yanlış olur. Tarihte bir dönem “çocukluk hastalığı” olarak adlandırılmış bu eğilim şimdi değişerek varlığını sürdürüyor. Postmodernizmin savrukluğu, ilkesizliği karşısında bir tür panzehir gibi de değerlendirilebilir. Gerçeği yok eden, insan faaliyetini küçümseyen ve algıya indirgeyen postmodernizmle sıkı bir kavgaya girişen ve kuramın arılığını, saflığını savunan dogmatizm, bir tür çıpa işlevi görüyor olabilir. Ama durumu değiştirmenin peşindeki devrimci parti ve hareketler, kendilerini hem postmodern yozlukla, ilkesizlikle, hem de devrimci hareketi dumura uğratan politika düşmanlığıyla savaşmak zorundadırlar.
Türkiye içinde bulunduğumuz çok da uzun sürmeyecek bir imkanlar döneminden geçiyor. Eğer layıkıyla değerlendirilebilirse, bu dönem, politikayı etkileyebilecek güçlü bir sosyalist hareket yaratma potansiyeline sahiptir; böyle bir hareketlenmenin enerjisini içinde taşıyor. Bir önceki yazımda “kimi zaman devrimci olanın ne olduğu konusunda güncelden, gelecek için olumlu bir şeyler çıkarmaya, oluşturmaya çalışan eylemciler arasındaki anlaşmazlıklar, statükocularla olan kavgayı yaya bırakabiliyor.” demiştim.
***
Hâlâ aynı kanıdayım. Tarihimize sık sık dönüp bakmakta yarar var. Türkiye solu geçmişte büyük bir parçalanmayı MDD / SD tartışmasıyla yaşadı. Bedeli ağır oldu. Şimdi yine benzer sıkıntılar yaşanıyor. Ama bu kez sol bir bütün olarak, ülke tarihinde önemli bir dönüm noktası olabilecek bir dönemeçtedir. Belki de fazla iyimser bulunabilir söylediklerim; yine de söyleyeyim; sol, sosyalistler bu kez hem geleceğin kapılarını açabilecek bir olgunlukla ilerliyor, hem de verimli diyalogların kapısını kapatmamaya özen gösteriyorlar. Siyasal parti ve hareketler, kitle örgütleri, sendikalar, bir bütünün parçaları olarak en önemli engelin aşılması için ellerinden geleni yapıyorlar. Bu önemli engel aşıldıktan sonrası için umut büyüktür. Sol hareketin bütünü, parçalarla ilişkisinde biriktirdiği deneyimi, enerjiyi değerlendirebilecek olgunluktadır. Eğer bütün, parçaların aritmetik toplamı olarak anlaşılmaz, parçalar bütünü içerir, öncelik sonralık tartışmaları içinde kaybolmadan, hep birlikte tüm deneyimi, birikimi değerlendirerek, oluşacak bütüne egemen olmak gibi çıkmaz yollara sapmazlarsa, bu kez büyük bir imkân solun önünde duruyor.
Bu büyük ve ciddi fırsatı değerlendiremezsek, tıpkı Marquez’in Kırmızı Pazartesi romanında olduğu gibi kendi suskun kasabamızda, herkesin bildiği ve sustuğu cinayetin faili ve kurbanı olacağız….
Ama neden değerlendirmeyelim ki.