Dur de!
Kapitalist sistemin atkısı ve örgüsünde olan toplumsal eşitsizliklere itiraz etmektedir. Emeğin en yüce değer olduğuna inanmaktadır. Ey bu yazıyı okuyan! Bu anlatılan senin hikâyendir. Meydanda saflarda olursan, eczacılar için değil kendi yazgın adına sen de “dur de” diyeceksin.
Memleketin ahvaline bakılırsa, “Dur de” denilecek o denli fazla şey var ki. İnsan “Hangi birisini anlatsam” demekten kendini alamıyor. “Dur de” avaz yükseltilecek neden çok da “Dur de” diye feryat edeni o denli çok mu? İşte orası biraz şüpheli…
TOPAL EŞEK
Askerde erattın pasif bir itaatsizlik örneği, ‘topal eşek’ yürüyüşüdür. Çok zorlu geçen bir eğitim günü, akşam içtiması ile son bulur. Günlük eğitime ve komutanın emirlerine uymamak isyan sayılır. Askerin sesi çıkamaz. Ne ki bazen pasif itirazlarda görülmemiş değildir.
Sağ-sol uygun adım marş komutuna, erat her iki ayağını da yere aynı sıkılıkta çarptırır. Çıkan ses “rap, rap” iken, sağ adım atılırken diğerine göre biraz frenli, biraz hafif yere vurdurursan, aksayan bir ses ritmi ortaya çıkar. Adeta “rap” ve sonra “es”. O gün taburunun canına okuyan komutan, akşam içtimasında alay, tugay komutanının önünden geçerken, tabur topal eşek yürüyüşüne geçerse, vay o tabur komutanın haline. Yiyeceği fırçanın acısını belki ertesi gün çıkarsa da artık her zaman potansiyel tehlike altında olduğunu da öğrenir. Ya bir daha olursa diye…
ÇARESİZLİĞE BAKAR MISIZ!
“Dur de” işi de sanki öyle…
Türkiye’de kimi itirazlar ve belki de “Dur de” avazları, biraz da bu topal eşek yürüyüşüne benzer. Zira hüküm süren ekonomi anamalcılıktır. İşi kökten hiçbir zaman düzeltmez. Lakin ayak vuruşunun ‘es’lerinden biri, biraz zayıf sesliyse de galiba böyle atılması bile hiç atılmayacak olmasından iyidir diyelim.
ECZACILARIN “DUR DE”Sİ…
Enflasyonun pik yaptığı ve sokakta satılan 100 gramlık susamlı simidin 5 TL olduğu bir memlekette, bu defa ki “Dur de” eczacılardan geliyor.
16 Ekim’de Ankara’da “Büyük Eczacı Mitingi” var. 46 bin eczacı ve 80 bin eczacı teknisyeni, sayısını tam da bilemediğim eczacılık öğrencisi ve cümlesinin aileleri yani eczacılar feryat figan “Dur de” diye bağırmak için Kolej Meydanı’nda toplanmaya hazırlanıyor.
Bunun bir örneğini 2008’de yapmışlardı. O zaman meydanda 30 bini aşkın eczacı, eczacı teknisyeni falan toplanmıştı.
Sağlık, ilaç sorunları köktenci biçimde çözülmüş müydü? Elbette hayır! Zira kapitalizm, doğası gereği eşitsizlik üretir. Yani toptan değiştirilmesinden başka çare yoksa da o zaman ki dev miting, kamburun sadece sağını, solunu biraz yontmuştur.
Anamalcı sistem tam da budur. Zaman zaman yapılan restorasyonlar, “mıştır” gibi yapar; gözü boyar. Sonra da eşitsizlik yaratmaya kaldığı yerden devam.
“DUR DE” NEYİN NESİ?
Eczacıların derdi bitmez. Her daim şamata çıkardıkları falan pek görülüp duyulmamıştır. Hele asli görevleri olmayan ve devlet adına zorla tahsildarlık yaptırılan işlerde dahi mızıkçılık yaptıklarına kimse tanık olmamıştır.
Üstelik ilacın fiyatı artsa, cirosu da, kârlılığı da daha çok artacak olmasına rağmen (ki şimdilerde bir hayli tepetaklak olmasına karşın), bir de ortaya çıkıp, ilaç fiyat artışlarına karşı durdukları ise hep görülüp duyulmuştur. Tarihin yazdığına göre, iktidarlar, hükümetler bundan da hiçbir zaman hoşnut olmamış ve eczacılara hep akıllara zarar faturalar kesmiştir.
MERAMI ANLATAMAMANIN DAYANILMAZ HAFİFLİĞİ
Eczacılar bu sefer ki meramlarını şöyle anlatmaya çalışıyorlar:
54. Bölge Eczacı Odasından birisi olan Afyonkarahisar Bölge Eczacı Odası, diğer odalar gibi kırmızı afişler bastırmış, halka, vatandaşa derdini, isteğini izah etmeye çalışıyor.
Ezcümle ahaliye seslenirken esasen “de te fabula narratur-bu senin hikâyen” demeye getiriyor.
Haydi, örneklerine bir bakalım!
Kırmızı zemin üzerine beyaz renkli harflerle ilk afişte şunlar yazıyor: “Biz eczacılar bu mitingi, gecenin 2’sinde acilde çocuğunu muayene ettirdikten sonra, 80 liralık 2 şurup için 50 lira fark ödeyen baba İbrahim bey için yapıyoruz”
Bir diğerinde şu yer alıyor: “Biz eczacılar bu mitingi, raporlu ilacına 245 TL fiyat farkı vermek zorunda kalan epilepsi hastaları için yapıyoruz”
Ya üçüncü afiş hangi yaraya dokunuyor: “Biz eczacılar bu mitingi, kanser hastası annesi için gerekli olan hormon ilacını çaresizce şehir şehir aramak zorunda kalanlar için yapıyoruz”
Yetmedi mi, dördünce afiş bağrımıza başka bir acı yüklüyor: “Biz eczacılar bu mitingi, eşdeğer oranının %5’e indirilmesi ve artan ilaç fiyat farklarıyla birlikte, halkın sağlığa, cebinden daha çok para vermek zorunda kalması nedeniyle yapıyoruz”
Hani afişleri okudukça görülen manzara şu ki, eczacılar halkın sağlık ve ilaç dertleriyle dertleniyorlar ve halkın sesi olmak için kendilerini pandemiden sonra bir kez daha ateş hattına, cephenin en önüne atıyorlar.
Hem de ne atış, iktidarın medyadaki bazı borazancı başıları, 29 Eylül’de hak arama mücadelesine giren Türk Eczacıları Birliği’ni hain ilan ediyor ve saniyen, Ankara Eczacı Odası Başkanını da hedef tahtasına oturtuluyor.
Bu memlekette her şey ne bedava değil mi? “Ben yaptım oldu” oluyor. Sonra bir fanatik çıkarsa, azmettiricisi görmezden gelinerek bir darp, hayata kast falan yaparsa, ölen öldüğü ile kalıyor; yapanı da düzmece bir raporla meczup sayılıp paçayı sıyırıyor.
Bu neyin kafasıysa, 85 milyonun hepsi iktidara iman etsin, ne kelam ederse biat etsin; yani bu mu isteniyor. Sistem işlerken ya da işlemez hale geldiğinde kimse çıkıp da eğrisi, budur diye söylemeyecek mi? Söylersen neyin kafası vatan haini oluyorsun. Bazıları kendini her şeyin sahibi sanıyor. Bir tür ibrikçi başılık. Gösterdiğini almazsan, taşeron ibrikçi başı bağırıyor; sahibine haber veriyor. Nizam bozucu, düzen bozucu…
ECZACILIK GÜNLERİ
Bu memleketin eczacıları yılın iki ayrı tarihinde bir ses duyurma yaparlar. Birisi bugün ulusal gün olan 14 Mayıs’tır. Diğeri ise uluslararası olanı 25 Eylül’dür.
Her ikisinin de sahibi Türkiye’dir.
“Bu günlerin başlangıcı nedir” derseniz; ilki bu coğrafyanın Osmanlı Devleti olduğu zamanda ve 14 Mayıs 1839 tarihinde akademik anlamdaki ilk eczacılık okulunun açılış tarihidir. Diğeri ise Uluslararası Eczacılık Federasyonu’nun (FİP) 25 Eylül 1912’deki kuruluş tarihini simgeler. İlkini 1968’de bu kez cumhuriyetin eczacıları kendi tarihini araştırarak “Eczacılık Günü” olarak kabul etmiştir. Diğerini ise yine bu memleket evladı eczacılar, FİP’in 2009 kongresine gündem olarak götürüp, “Dünya Eczacılık Günü” olarak kabul edilmesini sağlamıştır. O kongreye kadar, dünyada bir eczacılık günü ve sesi yokken, bunun işaret fişeği, eczacılarımızın meslek örgütü “TEB” olagelmiştir.
Neden mi bu malumattan bahsettim? Şundandır: Bu seneki 25 Eylül’de FİP dünya eczacılığına ortak bir çağrıda bulunmuştur. Demiştir ki, “Daha sağlıklı bir dünya için eylemde birleşmiş bir eczacılık”
Yani dünya eczacıları, daha sağlıklı bir dünya için sadece sağlık otoritelerine köşelerinden çağrı yapmaktan veya dinlenmeyecek söz söylemekten vazgeçtiklerini ilan ediyorlar ve sözün bittiği yerde gidişata “Dur de” demek için eylemde bulunma aşamasının geldiğini bildiriyorlar. Hem de birleşik olarak. Hani bu bana şunu da hatırlatmadı değil: Başka bir tümceye uyarlarsak, “Bütün dünyanın eczacıları, birleşiniz” mi söyleniyor. Esasını da merak eden çıkarsa sanki Marks’tan esinlenilmiş gibi: "Dünyanın bütün işçileri, birleşin; zincirlerinizden başka kaybedecek bir şeyiniz kalmadı!”
ECZACILARIN ZİNCİRLERİ
Kölelerin ayağına vurulmuş prangalar ve boyunlarına geçirilen zincirli tasmalarla sıraya sokulmalar dünyada bir film afişi değildi. Tarihsel gerçekliklerdi. Modern köleliğin yokluk ve yoksulluğuna eklenmiş karın doyurmayan iş hakkının da elinden alınabilme korkusu, şimdilerde o önceki dönemlerin resimlerinden çok farklı değildir.
Dünyanın ötesinde betisinde modern, beyaz önlüklü, hatta zengin olduğuna inanılan eczacılara ne olup duruyor ki, uluslararası federasyon, “Eylemde birleşmiş bir eczacılık” için çağrı yapıyor.
Kapitalist hegemonya içinde yaşayan dünya eczacılığı da tıpkı Türkiye’deki gibi emeklerinin yok edilmesine ve sağlığın, ilacın bir sermaye ve sömürü aracı kılınmasına ve daha sağlıklı bir dünya sağlığının tesis edilememesine itirazları olduğunu bildiriyorlar. Yani galiba burada da Türkiye başı çeker görünüyor ve 16 Ekim’deki “Dur de” çığlığı tam da bu itiraza denk düşüyor.
ECZACILARIN ÇIĞLIĞI
Değerli dost Dr. Bayazıt İlhan, 30 Eylül’de ‘BirGün’ gazetesindeki makalesine, alıntıladığım bu başlığı koymuş.
Yazısının ilk paragrafında da şöyle diyor: “Türkiye’de sağlık alanındaki sorunlar büyürken hak kayıplarına uğramayan meslek grubu kalmadı. Geçtiğimiz pazar Dünya Eczacılar Günü idi, ancak eczacılar kutlayacak bir şey bulamadılar. Türk Eczacıları Birliği yaşanan zorlu sürece dikkat çekerek eczacıları, eczane çalışanlarını, eczacılık fakültesi öğrencilerini ve tüm ailelerini 16 Ekim’de Ankara’da yapılacak Büyük Eczacı Mitingi’ ne davet etti” deyip sonra devam ediyor ve tam da bam teline basıyor.
ATILAN ÇIĞLIK NEDİR?
Kuşkusuz bu çığlıklar ilk kez atılmıyor. Önceleri de defalarca yapıldı, yazıldı, söylendi. Tarihin tozlu sayfalarında bir anı olarak kalıp gidenini, yeri gelmişken hatırlatayım. 12 Eylül faşizminin ilk günlerinde, özellikle ilaç yokluklarına karşı bıçağın kemiği delip geçtiği günlerde, zamanın Ankara Eczacı Odası “Çağdaş Eczacı” yöneticileri, “Sağlıkta ve ilaçta sömürüye son” şiarı ve afişleriyle “Eczane Kapama Eylemi” başlattı. Halkın mağdur edilmemesi için haftalık nöbet çizelgesinde yer alan bütün nöbetçi eczaneler hizmete devam etti. Nöbetçi eczanede bulunmayan ilaçları karşılıksız dayanışma ile olan eczanelerden destekleyerek ve tabir yerindeyse 3 gün süren boykotu icra eyledi. Halk hiç itiraz etmeden, nümayişte bulunmadan tam destek verdi. Tabii zamanın yöneticileri ki bizlerdik. Hemen sıkıyönetime çağrıldık. Derdimizi anlatmaya çalıştık. O zamanın sıkıyönetim komutanının alacağı ilaçlar boykot zamanı temin edilebilince komutan bile eczacıların haklı olduğunu teslim etmiş de oldu.
Her neyse!
“DUR DE” DERDİNCEKİ ECZACILAR, KENDİLERİNİ NASIL ANLATIYOR?
Diyorlar ki, ‘bizler ve eczanelerimiz, birinci basamak sağlık hizmeti verenleriz. Yani gecenin yarısında karnı ağrıyanın da bir hastalık nöbeti tutanın da, ağlayan bebesine emzik, karnındaki gaza çare arayanın da ilk koşup geldiği 7/24 nöbet tutan, toplum eczacıları ve toplum eczaneleriyiz.’
Diyorlar ki, ‘dünya Kovid pandemisinde ölüme durduğunda, Kovid olmaktan korkmadan ve neredeyse evdeki ailelerini de feda ederek en önde mücadele eden, bundan yüksünmeyen sağlık emekçileriyiz.
O pandemide hekimlerimiz, hemşirelerimiz gibi, 77 eczacıyı, 29 eczane teknisyenini ve 2 eczacı odası çalışanını acılarımıza gömerek sonsuzluğa uğurlayanlarız.’
‘Bedelsiz maske dağıtan, aşı bulmak için çırpınan, bir meslek ahlakını, insanlık vicdanını temsil edenlerdeniz. Herkese teşekkür edilirken, eczacıyı hiç hatırlamayan sağlık otoritesine kenardan gülümseyip yine de işimize bakanlardanız.’
‘İlacın alınamaz fiyatına ilk karşı çıkanınız.’
‘Mahallenin varsılından, yoksuluna, her derdine çare olmaya çalışan güler yüzüyüz.’
‘İlaç ve sağlık sorunlarının yaratıcısı olmamamıza karşın, hep baş suçlu ilan edileniz. Darp edilen ve hatta katledilen olmak da ayrı bir kaderimiz.’
‘Devletin tahsildarlığını yapmaya köle kılınanlarız.’
‘Adamdan, meslekten sayılmayan, merdiven altı, tezgâh altı kaçak göçek işlerin sırtımıza mal edildiği ve fakat vakurluğumuzu bozmayanlardanız.’
‘Irk, din, dil, inanç, milliyet, siyasi fikir gözetmeme yeminini yapan, öldürmemek için kendi ölümünü göze alan sağlık emekçileriyiz.’
‘Bitmeyen nice acılı şarkıların tanığı, bestecisi ve güftecileriyiz…’
ORTAYA DÖKÜLENLER…
Sonra neye “Dur de” demek istediklerini, onları 2022’nin 16 Ekim’inde meydanalar dökecek nedenleri, sıralamaya başlıyorlar.
İlk sözleri duyması gerekenlere bir yollama. “Dur de! Tükeniyoruz” diye haykırıyorlar. Hemen vatan haini, bölücü, halkı isyana teşvik edenler diye yaftalanıp, damgalanıyorlar.
OLSUN VE SÖZ SÖYLENSİN…
Biz ne kızılcık şerbeti yerine kan şurupları içirtildik deyip, istif bozmuyor, enseyi karartmıyor, cesaretle yanlışın üzerine yürüyorlar
Meslek örgütü başka “Dur de”ler için ciltlerle kitap, rapor yazdı. Hepsi arşivde, kütüphanede duruyor. Bu sefer arşivlikten altı başlık seçmiş onları anlatıyor.
İLAÇ YOKLUKLARINA “DUR DE”
Diyorlar ki:
Eczacıların bitmeyen sorunları ve yaşadıkları vardır. Enflasyonun her azdığı dönemde, Türkiye’de ilaç birden yoka yazılır. Zira üreticileri olan ilaç firmaları ilacı üretmez ya da üretemez olur. Onlar üretmeyince depoda, stokta olan ilaç çabucak tükenir. Kalp yetmezliği olan hastanın vazgeçilmezi olan kalp ilacı bulunmaz. Kanser hastasının kanser ilacı ithal edilemez. Astımlının hayatı, içine çekemediği soluğuna deva ilaçtan mahrum kalır ve örnekler öyle bir çoğalır ki, bir de siyaset eczacıları suçlayarak işin içinden sıyrılmaya çalışır.
Bu defa da manzara neredeyse veya aynen öyledir.
Eczacı teşkilatının da belirttiği üzere hayati 639 kalem şu sıralarda sırra kadem basmıştır. Hasta yakını, çaresiz eczane eczane dolaşmaktadır. Baş suçlama her zaman eczacıdır. Yoksa ilaç mı saklıyor diye suç, mahallenin kamburuna yüklenmektedir.
Şimdi eczacılar buna ayaklanmaktadır. İlaç yokluğuna “Dur De” demek için, halkın ilaç ihtiyaçlarının karşılanmasını talep etmek için meydanlara yürümektedir.
Şunu haykırıyorlar:
“Biz eczacılar hem meslektaşlarımızı hem de hastalarımızı mağdur eden ilaç yokluklarına dur diyoruz!”
İLAÇ FİYAT FARKLARINA “DUR DE”
İlacın alınamaz, edinilemez ya da yokluğa yazılmasının bir nedeni de ilaç fiyatı olmuştur. Her değiş-tokuş edilen mal ve hizmet gibi ilacın ürün olarak iki değeri vardır.
İlki kullanım değeridir ki, bu hangi ilacın hangi sağlık derdinde neye iyi geldiğidir. Eczacılar buna ilacın endikasyonu derler. Eczane rafındaki her cicili, bicili ilaç kutusu, her derdin değil, sadece bir hastalığın devasıdır. Bu, ilaçların farklı kullanım değerlerinin nedenidir.
İkincisine gelince, bir de değişim değeri vardır ki, herkesin bildiği üzere o da kutu üstündeki fiyatıdır.
Eczacılar kullanım değeri olan her ilacın eczanede bulunabilir olmasını istediği kadar, fiyatının da varsıl için problem olmayan, ne ki yoksul için erişilmez olan fiyatının düşük olmasını isterler. İktisadın kuralına aykırı bir taleptir bu. Öyle ya, fiyat artsın ki kârlılık oranı yükselsin diye düşünülebilir. Oysa eczacılar kendi ceplerine değil, halkın ihtiyaçlarına meyil ederek, buna itirazda bulunurlar.
Bugün, hastalarımıza fiyat farkı çıkarmayan ilaç neredeyse kalmadı diye itiraz ediyorlar. Fiyat farkları her geçen gün katlanarak artıyor; eczacılar halkın yanında onun sesi oluyorlar.
Velhasıl eczacılar vatan hainliğine devam ediyorlar
KONTROLSÜZ AÇILAN FAKÜLTELERE “DUR DE”
Uluslararası ticaretin ve Dünya Ticaret Örgütünün kapitalist anayasası GATTS anlaşmasıdır. Bunun ticarete konu olan 11 alanı vardır. Bir tanesi de eğitim meselesine, uluslararası yaptırımları da içeren bölümüdür. Bu bölüm, ülkelerde ilköğretimden, üniversiteye değin bütün kurumsal hizmet alanları için ne yapılacağını vaz eder. Eğitimin devlete özgü bir kamu hizmeti olmasını adeta yasaklar. Özelleştirilen hizmet olmasını ya da özel müesseselerin kurulmasını emreder. Bütün mesleki dallarda tıp fakültesinden, eczacılık fakültesine bir yığın fakülte açılmıştır.
Eczacılar buna da itiraz etmektedir. Nedeni, yetersiz alt yapı ve akademisyeni neredeyse bulunmayan akademilere, fakültelere, mesleki yetersizliği daha da arttıracak ve halka nitelikli sağlık, ilaç hizmeti sunamayacak furya “şirketiversite” mezunlarına itirazdan kaynaklanır bu husus.
ECZANELERDEKİ EKONOMİK ÇIKMAZA “DUR DE”
Eczaneler iktisadi işletmeler olarak çıkmazdadır. İlaç hastaya ulaşırken fiyatı itibariyle üreticisinden, dağıtımına kadar sektörün temel üç paydaşı arasında onlara bir kâr payı sağlar. Eczacılar da maişeti temin babında, fiyat üzerinden kazanç temin eder. Kazancın ne olduğunu kademeli ilaç fiyat kararnamesi belirler. Düşük fiyatlı ilaçlarda kâr payı yüksek, yüksek fiyatlılar da düşüktür. Bu kararname 2004 yılından beri artan enflasyona içkin hiç düzeltilmemiş, düşük ya da ucuz fiyatlı ilaç neredeyse kalmamıştır. En yüksek kademe 100-200 TL ve üstü bandı olan ilaçları kapsar ki, neredeyse tüm ilaçlar ya bu bandın içinde veya yakınındadır. En düşük kârlılık bandını da içeren bu alan, neredeyse eczacı kârlılığını, ilaçta yüzde 10—13 arasına indirmiştir. Buradan elde edilen kazançla, eczacı depodan yeni ilaç mı alsın, elektrik, su giderini mi karşılasın, çalışanına maaş mı versin, yoksa sigortasını mı ödesin ve ezcümle acaba geriye bir şey kalırsa, evine ekmek mi götürebilsin? İşte tamamen bunun derdindedir.
Ne hikmetse buncağız sesi dahi Sağlık Bakanlığına duyuramamış ve düzeltme sağlayamamıştır. Son tablo veya tango 30 bini geçkin sayıdaki her iki eczaneden birisi iflas ve icralık durumdadır.
Toplum eczaneleri ölmektedir. Duyan var mı?
KAMU ECZACILARININ HAK KAYIPLARINA “DUR DE”
Var olan eczacılar, sadece eczane sahip ve mesul müdürü değildir. Devlet sağlık kamu kurumlarında ya da kamu, vakıf üniversitelerinde çalışan eczacılar da binlerledir. Kamu sağlık kurumlarında paylaşılan hizmetler içinde eczacılar düşük baremli maaşlara talim ettirilir. 5 yıllık yüksek lisans diplomalı bir eczacı, hastanede başka bir 5 yıllık eğitim alan bir diğer sağlıkçıdan düşük maaş alır. Bu eczacılar kurtuluşu, akşam iş çıkışı, acaba takside şoför olarak mı bulmalıdır?
ECZACILARIN YOK SAYILMASINA “DUR DE”
Eczacılar toplumun içinde ve halkın sağlık-ilaç dediği her sorun ve ihtiyaçta, en önde olmalarına karşın, adeta Aziz Nesin romanı gibidir. “Büyük usta “Yaşar ne yaşar, ne yaşamaz diye diye yazmıştır. Eczacılar birer roman kahramanı diye anılmaya ve yaşayan olarak sayılmamaya itiraz etmektedir.
ECZACILIK MESLEĞİNİN DEĞERSİZLEŞTİRİLMESİNE “DUR DE”
Eczacının görülmediği ya da görülmek istenmediği bir sahne de mesleğin kendisi ne denli değer üretse bile üretimin çıktısı olarak değersiz olmaktadır. O zaman soru şudur. Madem değersiz ya da ihtiyaç fazlasıdır. O zaman neden fakülte açılıp durmaktadır. İtiraz o denli fazladır ki bıçak böğürden girmiş sırttan çıkmıştır ve eczacılar, kendi gölgelerine bile muhalif kılınmıştır.
Eczacılar halkına ve vatanına hainlik yapmamaktadır. Sağlık ve esenliğin hüküm sürdüğü bir düzen ve toplumsal yaşam düşlemektedir.
Kapitalist sistemin atkısı ve örgüsünde olan toplumsal eşitsizliklere itiraz etmektedir. Emeğin en yüce değer olduğuna inanmaktadır.
Ey bu yazıyı okuyan! Bu anlatılan senin hikâyendir. Meydanda saflarda olursan, eczacılar için değil kendi yazgın adına sen de “dur de” diyeceksin.
Bilmem şiir sever misiniz?
Bana göre hayatın ve sözün müziği, senfonisidir.
Sözü büyük bir ozana bırakayım.
Bertolt Brecht, şiirinde ne demiş?
Kurtuluş yok!
Tek başına…
Ya hep beraber,
Ya hiç birimiz…