Antik çağlardan başlayarak, müziğin kişisel gelişim üzerinde önemli yeri olduğu biliniyor. Bunun temelinde başlangıçta “iyi” müziğin kozmik düzenin yansıması olarak insan ruhunun üzerinde olumlu etkiye sahip olduğuna inanılması olabilir. Müzik eğitimleri, farklı türleri olmasına rağmen ortak olarak “iyi”yi merkezlerine oturturlar.
20. yüzyılın başından beri farklı değer yargılarıyla, “iyi” ve “kötü” müziğin, eğitim için uygun müzik ile uygun olmayan müziklerin birbirine karıştığını görüyoruz. Bunun başlıca örneklerinden biri Alman Faşizmi'nin 2. Dünya Savaşı sırasında, “iyi” olarak kabul edilen müziği kendi kanlı insanlık dışı çıkarları için kullanmasıyla verebiliriz.
Yine aynı dönemde işçi şarkı ve marşlarının sözleri değiştirilerek, faşist marşlara dönüştürülmesini gösterebiliriz. Müziğin bir işkence aracı olarak kullanılması düşüncesi bile korkunçtur. Ancak, ABD'nin 11 Eylül'ün ardından tutsaklarına yüksek sesli müzik yayını yaparak saatlerce süren işkenceler yapması da, 21. yüzyıl için örnek oluşturmaktadır.
Eğitim ve “iyi” müziğe dönersek, kişisel gelişimin her aşamasında müziğin yeri vardır. Çin'deki Chou Krallığı ilk yazılı kültür olarak bu alanla ilgilenmiştir. (i.ö. 1100-250) Burada müzik sadece kuvvetli bir sihir değil, doğa kuvvetlerini etkileyebilen bir araçtır aynı zamanda. Konfiçyus (i.ö.551-479) kozmik düzen ve armoninin aynası olarak, bir devletin etik yapısı üzerindeki özel değerinden bahsediyor müziğin. Çin hükümdarları bunun üzerine müziği, insana has duyguların düzenlenmesi için kullanmıştırlar. Eski Çin'deki pentatonik (5 Sesli) dizideki sesler buradan gelmiştir. İ.ö. 200 yılından itibaren “imparatorluk müzik dairesi”, müzik ve devlet düzeninin korunmasından sorumluydu.
Antik Yunan'da da “musike” çok önemli bir yer tutardı. Bu yüzden Platon (i.ö.427-347) müziğin insan üzerindeki etkileşimini ilişkilendirmiştir. Buradan, devlet ve erkek çocukların yetişmesi ile ilgili özel bir anlam çıkartmıştır. Makamlar, ölçüler (ritimler) ve müzik türleri, eğitime uygunluk ve etik dereceleri açısından sınıflandırılmış, devleti tehdit edenler atılmıştır.
Aristoteles'e göre ise (i.ö.384-322) devlet eğitimi sadece yeterli görülmüyor, serbest zamanın değerli geçirilmesi (Muse) de önem taşıyordu.
19. yüzyıla gelindiğinde, müziğin insan ruhunun derinliklerine ulaşabildiğinden ve insanın daha da “insanlaşmasından” söz ediliyordu. 20. yüzyılın başında sanat öğreniminin bütünselliği önem kazanıyordu. Her müzik öğrenimi “iyi” ve “kötü” müzik açısından kendi zamanının değerleri çerçevesinde şekilleniyordu.
Günümüzde müzik, hiç hak etmediği bir şekilde bir ürün ve tüketim malzemesi olarak kabul ediliyor. Müzik tüketicileri için değeri belirsiz, fon müziği, oyun müziği, uygulama müziği olarak duyuluyor ancak dinlenilmiyor. Yapılan araştırmalarda, gençlik ve 35 yaşlarına kadar, müzik tüketimi nicelik ve niteliksel açıdan ileride, sonrasında gittikçe düşüyor. Antik Yunan'dan beri yaygın eğitimde müziğin payının gittikçe azaldığını gözlemleyebiliriz...
Usta şair Nâzım Hikmet, “Ama gel gör ki çoktan unuttum şaşıp kalmayı. Şaşkınlık, alabildiğine yuvarlak açık ve alabildiğine genç gözleriyle bırakıp gitti beni. Yazık.” Şaşırmak, sanat için önemli bir kavramdır. Gerici müdahaleler ile, eğitim sisteminin yaratıcı insan yetiştirmek istemeyen bir sistem haline gelmesi şaşırtmıyor... Binlerce yıllık umut dolu bir serüveninin ardından müziğin ülkemiz için yeni bir karanlık dönem içerisinde olduğu sonucu ise şaşırtıcı değil. Umudu ve müziği örgütlemeliyiz. “İyi” müziğin yeniden merkeze alınması ve bilimsel olarak eğitim programlarının yeniden oluşturulması gerekiyor. Öğretmenlere, bilim ve sanat insanlarına tahammül edemeyen bir düzende ise bu mümkün görünmüyor.