Türkiyeli sosyalistler olarak ilginç bir zamanda yaşıyoruz. Liberaller ve cumhuriyet düşmanı gericilere karşı bujuva devriminin kısmi ve göreli ilerici mirasını savunalım derken bazı sosyalistler ölçüyü kaçırıp İttihatçılığın mirasını da bizim savunmamız gerektiğini düşünüyorlar. Bu sosyalistler İttihatçılık ve Kemalizmin tutarlı bir çizgisinin olmadığını, liberalizm, İslamcılık ve Türkçülük gibi burjuva ideolojisinin bileşenlerini pragmatik ve eklektik bir şekilde kullandığını gözden kaçırıyorlar. Emperyalizm çağındaki burjuva demokratik devrimleri sosyalizm tehdidi karşısında hep ikircikli olmuşlar ve çoğu zaman bir adım ileri iki adım geri atmışlardır. Burjuva devrimcilerinin pragmatizmini ve eklektizmini kişisel yaşamlarında da görürüz: “Hürriyet kahramanı” Binbaşı Enver Bey daha sonra saraya damat olabilmek için ter dökmüştür.
Türkiye'de liberaller kendilerini İttihatçı karşıtı ve İttihatçılığın dışında göstermeye çalışsalar da liberalizm İttihatçılığa içkindir. Tabii her konuda olduğu gibi burada da tutarlı bir biçimde değil, eklektik ve pragmatik bir biçimde. Türkiye'de iktisadi liberalizmin kurucu teorisyeni diyebileceğimiz şahıs İttihatçıların meşhur maliye bakanı Mehmed Cavid Bey'den başkası değildir. Cavid Bey 1909'da Maliye Bakanı'dır ve iktisadi liberalizmi çok net bir biçimde savunmaktaydı. Cavid Bey “usul-i himaye”ye karşı “serbesti-i ticaret” öneriyordu. Ona göre uluslararası işbölümünde Osmanlı ülkesinin payına tarım sektörü düşüyordu. Onun için Osmanlı sanayi ülkesi olmak için zorlama tedbirlere başvurmamalı, tarım ürünlerinde uzmanlaşmaya yönelmeliydi. Cavid Bey Mebusan Meclisi'nde “sanayi taraftarı değilim” diyordu. Sanayi zamanla “kendi kendine” doğacaktı. İç pazarı korumaya yönelik gümrük vergileri ve başka tedbirler sadece içeride bazı grupları güçlendirecek, tüketiciye ise yüksek fiyatlar olarak yansıyacaktı. Cavid Bey hızını alamayıp “usul-i himaye amelenin en büyük düşmanıdır” dahi diyordu.
İttihatçı liberal Cavid Bey'e karşı ılımlı bir devletçiliği (“mutedil bir himaye usulünü”) savunan şahıs İstanbul mebusu Kirkor Zohrab Efendi oldu. Zohrab Efendi'ye göre ABD bile 1866'dan beri himayeci bir dış ticaret politikası izliyordu. İsviçre ve Almanya da öyleydi. Yabancı rekabete karşı güçsüz olan Osmanlı üreticisini korumak gerekliydi. Uzun süredir izlenen serbest dış ticaret politikası sonucunda İstanbul'da ticaretin % 60'ı ecnebilerin eline geçmişti. “Avrupa hükümetlerinin düsturu göz diktikleri ülkeleri iktisaden işgal eylemektir” diyordu Zohrab Efendi. Artık savaşla fetih dönemi son bulmuş yerini iktisadi savaş almıştı. Yabancılara karşı gerekli önlemler alınmazsa Osmanlı toprakları işgal edilmiş sayılırdı. Yabancı sermayeye duyulan ihtiyaç mutlak teslimiyete dönüşmemeliydi. (Bu konuda daha fazla bilgi için bkz. Korkut Boratav, Türkiye Ekonomisi ve Zafer Toprak, Türkiye'de Milli İktisat).
1914'te Enver ve Talat Almanya'nın yanında savaşa katılmaya karar verince Cavid Bey nazırlıktan istifa etti ancak perde arkasında hala sözü geçiyordu. İtithatçıların mali ve iktisadi politikalarında hala o etkiliydi. Savaş yıllarında uygulanan milli iktisat ve yerli, milli, Müslüman burjuva sınıfı yaratma politikalarına karşı çıktığına dair bir belgeye rastlanmıyor. Aynı Cavid Bey 1917 yılı bütçe konuşmasında şöyle diyordu: “Biz millliyetperveriz. İstemeyiz ki memleketimizde yapılacak bütün teşebbüsler ecnebiler tarafından yapılsın ve misafir olalım. Hayır!...”
İşte bu liberal-milliyetçi Cavid Bey'in 1915'teki Ermeni tehciri ve soykırımına da karşı olduğu, en azından karışmadığı söyleniyor. Peki aktif olarak tehcire karşı bir şey yapmış mı? Hayır, sadece seyretmiş. Kirkor Zohrab Efendi'ye gelince, mebus olmasına karşın 21 Mayıs 1915'te Talat'ın emriyle o da tutuklanır ve sözde Diyarbekir mahkemesinde yargılanmak üzere trenle Halep'e gönderilir. Oradan Urfa'ya gönderilir. Nihayet jandarma refakatinde bir tutuklu olmasına karşın Temmuz 1915'te Urfa'dan Diyarbekir'e giderken Urfa yakınlarında bir yerde çetelerce hunharca öldürülür. Liberal tavır böyledir: soykırımcı katillerle aynı partide olur, ancak bazı pis işlere doğrudan karışmaz! Bugünkü liberallerin tavrına ne kadar da benziyor. Bugün de Türkiye'de sosyalistlere yönelik bir soykırım girişimi olsa liberaller sadece seyredecektir. 1965'te Endonezya'da dinci Müslümanların 600 bin kadar komünist parti üyesi veya sempatizanını katlettiğini unutmayalım.
Cavid Bey'in 1926 İzmir Suikastı davasında idam edilmiş olması onunla Kemalistler arasında çok ciddi bir ideolojik ayrım olmasından dolayı değildir, kişisel sebepleri vardır. Kemalistler de işine gelince liberal, işine gelince (kısa bir süre için) devletçi iktisadi politikalar uygulamışlardır. Korkut Boratav hocamıza göre Türkiye'de gerçek anlamda devletçilik 1932-34 arası sadece iki yıl uygulanmıştır. Biz sosyalistler gericiliğe karşı Kemalizmin görece ileri yanlarını ve cumhuriyetin kazanımlarını savunuruz, ancak Kemalist değiliz. Çünkü biz başka alem isteriz!