4 Kasım 2008'de soL Portal'da yazdığım yazıda “Stalin Kars ve Ardahan'ı İstedi mi?” diye sormuş ve yazımı şöyle bağlamıştım: “Sonuç olarak Stalin'in 1945'te Kars ve Ardahan'ı istediği iddiası kanıtlanmamış bir iddiadır. Stalin'in veya SSCB hükümetinin yazılı notası bize gösterilmedikçe bu iddiaya inanmamız için bir sebep yoktur. Peki ya böyle bir notanın var olduğu ortaya çıkarsa ne mi yaparız? Gayet basit, Stalin hata yapmış deriz. Stalin'i severiz ama gerçeği daha çok severiz. Aklımız, fikrimiz, vicdanımız özgür bizim”. Aradan geçen yedi yılda Rusya, Ermenistan ve İngiltere arşivlerinden yeni bilgilere ve belgelere ulaştım. Ermenistan devlet arşivi 1945-46 yıllarında Erivan ile Moskova arasındaki resmi yazışmaların bir kısmını yayımladı. (Bkz. Natsionalnıy Arhiv Armenii, Armeniya i Sovetsko-Turetskie Otnoşeniya v Diplomatiçeskih Dokumentah 1945-1946 gg, pod red. Armana Kirakosyana, (Erivan: Tigran Mets, 2010). Azerbaycanlı antikomünist tarihçi Cemil Hasanlı'nın kitabında da (Türk Sovyet İlişkileri 1939-1953, Ankara: Bilgi Yayınevi, 2011) yine Rusya ve Azerbaycan arşivlerinden önemli bilgiler var. Bütün bunlar ve Feliks Çuyev'in Molotov'la söyleşileri (Molotov. Poluderjavnıy vlastelin. Moskova: Olma Press, 2002) ışığında şimdi yeniden özet bir değerlendirme yapmanın zamanıdır.
1) Sovyet hükümetinin Türkiye'den resmen toprak talebine dair bir notası ortaya çıkmamıştır. Ancak Türkiye'den yazılı talep olmasa da Stalin'in ve o zamanki Sovyet dışişleri bakanı Molotov'un Türk diplomatlarıyla ve Batılı müttefiklerle olan çeşitli görüşmelerinde Boğazlarda ortak üs kurma talebi ile Kars, Ardahan, Artvin üzerindeki Gürcistan ve Ermenistan SSC'lerinin “sınır düzeltme” taleplerinin gündeme geldiği anlaşılıyor.
1921'de TBMM'nin Moskova büyükelçisi olan Ali Fuat Cebesoy'un anılarından ve Sovyet arşiv kaynaklarından anlaşıldığına göre Moskova Antlaşması'nın Türk tarafının isteğine epeyce uygun bir şekilde imzalanmasında Stalin'in özel bir rolü olmuştur. Bu antlaşma ile Sovyet Rusya'nın Türkiye lehine (Batum haricinde) sadece 1914 öncesi sınırlarına çekilmeyi değil, 1877 öncesi sınırlarına geri çekilmeyi kabul etmesi ve hatta çarlığın ta 1828'de İran'dan almış olduğu Sürmeli (Iğdır) kazasını dahi Türkiye'ye bırakması ve Nahcıvan'ı Azerbaycan'a bağlaması milliyetçi Ermeniler tarafından Ermenistan'ın çıkarlarının feda edilmesi olarak görülmektedir. İşte 1945'te Stalin bundan pişman olmuş görünüyor. Nitekim Molotov, Türk büyükelçisi Selim Sarper ile görüşmesinde Sovyet hükümetinin o zaman zayıf olduğu için taviz verdiğini ancak şimdi bu haksızlığı gidermenin zamanı geldiğini söylemiş ve Polonya'yı örnek göstermiştir. Polonya 1920'de işgal ettiği Belarus ve Ukrayna topraklarını geri vermeyi kabul etmişti. Ne var ki Polonya örneği yersizdi çünkü Polonya Sovyet Rusya'yla savaşmış, Türkiye ise savaşmamıştı.
Savaştan galip çıkan Sovyet önderliği savaş boyunca alttan alta Alman yanlısı politika izlemiş olan Türkiye'den Kars, Ardahan ve Artvin yöresini alarak bu toprakları isteyen Gürcistan ve Ermenistan cumhuriyetlerini memnun etmek istemiştir. Molotov'un dediğine bakılacak olursa o Stalin'e “vermezler” demiş, Stalin ise “sen talep et” demiştir. Açıktır ki Stalin aşırı bir özgüvenle hareket etmiş ve gerçekçi davranmamıştır. Türkiye'den toprak talebi sonuçta Türkiye'yi daha fazla ABD'ye yakınlaştırmaktan başka bir sonuç vermemiştir.
Bugünkü bazı Ermeni milliyetçi çevrelerine göre ise Stalin aslında bu talebinde samimi değildi, sadece pazarlıklarda başka yerlerdeki (örneğin Baltıklar ve Doğu Avrupa) elini güçlendirmek için kullandığı bir kozdu. Kuşkusuz emperyalizmin ideologlarına olduğu gibi bugünkü Ermeni milliyetçiğine de kuşkuyla bakmaya devam etmemiz gerekiyor. Esasen bizzat Ermenistan devlet arşivlerinin yayımlamış olduğu yukarıda adı geçen dosyadan anlaşıldığına göre Sovyet hükümeti yurtdışındaki Ermenilerin Ermenistan'a dönmesi için de çaba sarfetmiştir. Sovyet hükümeti müttefiklerle görüşmelerinde bu gelecek Ermenilere yer bulma ihtiyacını da bir argüman olarak kullanmıştır.
Yine Ermenistan arşivinden yayımlanmış ve yayımlanmamış belgelerden anlaşıldığına göre 1945'te Sovyet Ermenistanı'nda Kars Ardahan'ın Ermenistan'a katılması için ciddi hazırlıklar yapılmış, Kars oblastı parti sekreteri bile tayin edilmişti.
2) Boğazların savunulması için Türk-Sovyet ortak üssü kurulması konusunda ise Sovyet hükümeti 1945'te Türkiye'ye iki kez nota vermiştir. SSCB Boğazlar rejiminin sadece Karadeniz'e kıyısı olan devletlerce belirlenmesini ve başka devletlere ait savaş gemilerinin geçişinin yasaklanmasını istiyordu. 8 Ağustos 1945 tarihli Sovyet notasında, Türkiye’nin savaş esnasında Alman savaş gemilerini Boğazlardan geçirdiği ileri sürülerek yeni rejim için beş talep ileri sürülüyordu. Sovyetlerin talepleri şu şekildeydi;
“1- Boğazlar bütün memleketlerin ticaret gemilerinin geçişine daima açık olmalıdır.
2- Boğazlar Karadeniz devletlerinin harp gemilerinin geçişine daima açık olmalıdır.
3- Karadeniz’de sahili bulunmayan devletlere ait harp gemilerinin Boğazlardan geçmesi, hususi surette derpiş edilen haller müstesna memnudur.
4- Karadeniz’e girmek ya da Karadeniz’den çıkmak için tabii suyolu olan Boğazlara müteallik rejimin tesisi Türkiye’nin ve Karadeniz’e sahili bulunan diğer devletlerin salahiyeti dâhilinde olmalıdır.
5- Boğazlarda ticari seyrüseferin serbestîsini ve Boğazların güvenliğini temin hususunda en fazla alakadar ve bunu icraya en kadir olmaları sıfatıyla Türkiye ve Sovyetler Birliği, bu Boğazların Karadeniz’de sahili bulunan devletler aleyhine diğer devletler tarafından kullanılmasının önüne geçmek için bunların müdafaasını müşterek vasıtalar ile temin ederler.” (Vatan, 14 Ağustos 1946; Cumhuriyet, 14 Ağustos 1946)
3) Türkiye'nin 1945'ten sonra ABD'ye yanaşması ve 1952'de NATO'ya girmesinde Sovyetlerin taleplerinin bir miktar payı olmuştur ancak bu talepler kesinlikle esas belirleyici değildir. Türkiye burjuvazisi tercihini çok daha öncesinden yapmıştı ve SSCB ne kadar dostluk gösterirse göstersin Türkiye kapitalist dünyada yerini almıştı. Türk burjuvazisi 1945 öncesinde de TKP'yi sürekli yeraltında tutarken, başta Dr Hikmet Kıvılcımlı ve Nazım Hikmet olmak üzere solcu aydınları hapislerde çürütürken, Sabahattin Ali'yi öldürtürken, komünistlere işkenceler yaparken SSCB'den sadece dostluk ve yardım görüyordu. Nihayet savaş sırasında Almanya'ya krom satılırken, Alman denizaltılarına göz yumulurken, içerde faşistler azdırılırken, ordunun büyük kısmı Sovyet sınırına yakın bir biçimde konuşlandırılırken de ortada hiçbir Sovyet talebi yoktu. Buna rağmen burjuvazimiz cibilliyetinin gereğini icra etmiştir. Dolayısıyla milliyetçi ve bazı Kemalist çevrelerin Stalin ve SSCB'yi suçlamaya hakları yoktur. Bütün Türkiye'nin NATO'nun ve ABD'nin üssü haline gelmesine karşı çıkmayanların SSCB'nin Boğazlar'da ortak üs istemesine karşı söyleyecek bir sözü olamaz.