“İspanyol yönetmenlerin en İspanyolu” Carlos Saura (1932-2023)
Madrid’in dağlık bir yöresindeki evinde solunum yetmezliği sonucu yaşamını yitiren Saura ömrü yetseydi bugün Goya Onur Ödülü’nü alacaktı.
İspanyol sinemasının en önde gelen isimlerinde Carlos Saura dün (cuma) 91 yaşında vefat etti. Luis Buñuel’den sonra ve Pedro Almodóvar’dan önce İspanya’dan çıkmış en önemli yönetmen kabul edilen Saura, filmlerinde İspanyol toplumunu, kültürünü, tarihini en fazla yansıtan, oralardan en fazla beslenen İspanyol yönetmen olması anlamında “İspanyol yönetmenlerin en İspanyolu” olarak anılıyordu. 60 yılı aşan sinema kariyerindeki çok sayıda başyapıtı arasında özellikle Cría Cuervos (Besle Kargayı, 1976), Carmen (1983) ve ¡Ay, Carmela! (1990) ile tanınan Saura, belgeselci kökenlerine döndüğü ileri yaşlarında da film çekmeyi adeta son nefesine kadar sürdürmüş, mağara resimlerinden grafitilere kadar “duvar resimleri” hakkında bir belgesel olduğu kaydedilen son filmi Las paredes hablan (Duvarlar Konuşuyor, 2022) geçen yıl festivallerde gösterildikten sonra İspanya’da daha geçen hafta sinemalarda vizyona girmişti. Madrid’in dağlık bir yöresindeki evinde solunum yetmezliği sonucu yaşamını yitiren Saura ömrü yetseydi bugün Goya Onur Ödülü’nü alacaktı.
1932’de Aragon’da dünyaya gelen Saura’nın annesi piyanist, ağabeyi ise ressamdı, kendisi de küçük yaşlardan itibaren fotoğrafçılığa merak sarmıştı. Üniversitede mühendislik eğitimini yarıda bırakarak sinema öğrenimi gören Saura bir süre öğretim üyeliği yaptı, yönetmenliğe ise kısa metraj belgeseller ile başladı. İlk uzun metraj kurmaca filmi olan ve Cannes’da Altın Palmiye’ye aday gösterilen Los golfos (1960) İtalyan yeni gerçekçiliğinin etkisini taşısa da genç yönetmen zamanla kendine özgü bir sinemasal dil geliştirmeye başlayacaktı. La caza (1966) ile Berlin’de En İyi Yönetmen Ödülü niteliğindeki Gümüş Ayı ödülünü kazanan Saura her ne kadar kariyerinin başından beri seçkin uluslararası festivallerde adını duyurmuş olsa da esas büyük çıkışını 1980’lerde çektiği “flamenko üçlemesi” ile yaptı.
Konusu İspanya İç Savaşı yıllarında geçen ¡Ay, Carmela!’da ise küçük bir şarkıcı-dansçı müzik grubunun kendilerini faşistlerin hakimiyeti altındaki bir yörede bulmalarının ardından faşistlerin hükümranlığı altında mesleklerini önce umarsızca icra etmeye çalışırken giderek buna vicdanen katlanamaz hale gelmelerini öyküleyen Saura, âşık olduğu genç erkeğin babasının neo-faşist olduğunu ve oğlunu da o camiaya çekmeye çalıştığını fark eden genç bir kadının hüzünlü öyküsünü perdeye getirdiği Taxi’de (1996) faşizmin tarihe terkedilmediğini ve günümüzde göçmen düşmanlığı ile homofobi üzerinden yeniden boy göstermekte olduğunu sergiledi.
Kültürel akrabalıkların yanı sıra on yıllar boyu diktatörlük rejimleri tarafından yönetilmiş olmak açısından İspanya’ya benzer bir siyasal tarihe sahip olan Arjantin’de çektiği ve bir müzikalin hazırlık süreçlerini konu edinen Tango’da (1998) bir sanatçının esin kaynakları arasında kendi kişisel yaşamının yanı sıra ülkesinin kültürel birikiminin ve siyasal geçmişinin de yer aldığına işaret eden Saura’nın kurmaca filmlerinin dikkate değer sayıda bir bölümünün baş karakterleri sanatçı kişiliklerdir ve flamenko üçlemesindeki Carmen dahil bu filmlerinde sanat ile yaşam arasındaki çift yönlü ilişkiyi inceler. Kariyerinin belgesel formatına geri döndüğü son dönemindeki filmlerinin ise müzik başta olmak üzere sanat hakkında belgeseller olması da bir anlamda Saura’nın eserlerindeki ‘fikri takibin’ doğal bir uzantısı olarak görülebilir.