Seçimler sonrası yaşanan bir aylık “bahar” Erdoğan darbesi ile sona erdi. Adını ne koyarsanız koyun, AKP, devlet, derin devlet ya da “Erdoğan Özel Örgütü” orta yerde bir darbe var! Başta meclis olmak üzere her şey devre dışı… Suruç katliamı ile birlikte Türkiye eski gibi gözükse de o tanıdık resimle yeniden buluştu! Şiddet ve savaş yeniden öne çıktı… Baskınlar ve sansür de… Basının önemli bir bölümünün Demirtaş’ın konuşmasını yayınlayamaması bir yana, “ülkenin cumhurbaşkanı PKK’nin silahsızlanmasını engellemiştir” iddiası “yok” sayılıyor…
Erdoğan dün Çin’e giderken “geri adım yok” dedi.
AKP hükümeti zorunlu olarak IŞİD’i karşısına almak zorunda kalsa da, IŞİD sevgisinin bir biçimde devam ettiği görülüyor. IŞİD bombalamalarının göstermelik olduğu iddiaları çok yaygın. Nitekim Türkiye’deki IŞİD gözaltıları da sanki bu iddiaları doğruluyor. Gözaltına alınanların neredeyse tamamı PKK’lı ve sol örgüt üyesi olduğu iddia edilenler. Onlara ters kelepçe takılırken, IŞİD’cilere “misafir” muamelesi yapılıyor. Bir ikisi hariç diğerleri Ankara örneğinde olduğu gibi Adliye’ye bile gönderilmeden serbest bırakılıyor…
Operasyonun asıl hedefi belli: Birinci halkada Kürt hareketi yer alıyor. İkinci halka toplumsal muhalefetin en solu… Üçüncü halkada ise şimdilik Aleviler yer alıyor… AKP geçen hafta adı konulmamış darbeyle bütün bu toplumsal kesimleri şiddete ve savaşa zorluyor…
Halkanın daha da genişleyeceği kesin. İktidar yalnızca Kürtlerle, devrimci örgütlerle, Alevilerle bu işi sınırlı tutma niyetinde değil. Yüzde 40’a varan bütün toplumsal muhalefeti hem şiddetin ve çatışmanın merkezine çekmeye, hem de milliyetçiliği öne çıkararak, şehit cenazelerini artırarak birbirleriyle karşı karşıya getirmeye çalışıyor… “Darbeciler” bunun da ötesine geçiyor. İdeolojik ve politik olarak hep kendi yanında olan MHP’yi de yeniden bu alana doğru itiyor. Bir süredir “unuttuğumuz” linç görüntüleri Erzurum Aşkale’de tesadüfen ortaya çıkmıyor, bu yaklaşımın bir sonucu…
Dert belli; İktidar karşıtı bütün toplumsal muhalefeti hem kendi aralarında çatıştırmak, hem de şiddet sarmalına çekmek…
GAZİ’DE NE OLDU?
Gazi Mahallesi’nde gördüklerim bunu çıplak gözle bile doğruluyor. Devlet savaşta bile yapılmayanı yaptı. Savaşta bile geçici ateşkes yapılır ve cenazeler gömülür, savaş sonra devam eder… Ama Gazi’de böyle olmadı: Polis operasyonunda öldürülen Günay Özarslan’ın cenazesinin tam üç gün kaldırılmasına izin vermedi. Üstelik Polis yalnızca Gazi Mahallesi’ni ablukaya almakla kalmadı, ablukayı ve saldırıyı Cemevi’nin içine kadar taşıdı. “Camiye ayakkabı ile girdiler” yaygarasını halen yapmaya devam edenlerin aklına “kutsal mekana saygı” hiç gelmedi! Havada “Günay Özarslan’ın da, polis memuru Muhammet Fatih Sivri’nin ölümü de yetmez” rüzgarı hakimdi…
Gazi Cemevi Başkanı Veli Gülsoy Dede bu durumu özetliyor: “Osmanlı’dan beri bildiğimiz cebri, bir Kerbela yaşadık biz. Sabırlı davranmasaydık, iki tarafın da sakin olması için uğraşmasaydık, burası 1995’teki Gazi’ye veya Sivas’a dönerdi.”
Alevi hareketinin ve CHP ile HDP milletvekillerinin devreye girmesi, Valilikle yapılan görüşmeler ilk üç gün sonuç vermedi. Çünkü belli ki, Gazi Mahallesi’nde “abluka ve saldırı emri” İstanbul Valiliği’ni de, emniyetini de aşan bir emirdi. Pazartesi günü İstanbul Valiliği’nde yapılan müzakerelerde bu açıkça ortaya da çıktı. Alevi hareketinin ve CHP ile HDP milletvekillerinin “ibadet merkezimizden de, mahalleden ablukayı kaldırın, saldırı olmadan cenaze defnedilsin” talebine iki vali yardımcısı önce “hayır” dediler, sonra dışarıya çıkıp yaptıkları “telefon görüşmelerinden” sonra “evet” dediler… Daha sonra, polis mahalleden çekildi ve “bir anda” gördük ki, Gazi Mahallesi'nde tam üç gün süren gerilim ve çatışma sona erdi. İnsiyatif el değiştirdi… Polis olmayınca olay da olmadı ve Günay Özarslan'in cenaze töreni üstelik binlerce kişinin katılımıyla olaysız yapıldı!
Gazi Mahallesi’nde şimdilik çatışmalar sona erdi ama gerilim devam ediyor. Çünkü, iktidar, özellikle Gezi eylemlerinden bu yana Gazi, Okmeydanı, Gülsuyu, Tuzluçayır gibi Alevilerin yoğun yaşadığı mahallerde benzer bir taktik izliyor: Bu mahalleri, dolayısıyla Alevileri, şiddetin ve kriminal vakaların adresi olarak göstermeye çalışıyor, mahalleri kriminalize ediyor. Bir yandan, mahalleler şiddetin çatışmanın merkezine çevrilerek, mahallelerden kaçış teşvik ediliyor, diğer yandan ise mahallerde bazen Alevi vatandaşlarla sol örgütler, bazen sol örgütlerle Kürt örgütleri, bazen de Alevilerle Kürtler karşı karşıya getirilmeye çalışılıyor…
İktidarın bu çabasına bütün toplumsal güçler ortak tavır koyunca, iktidarın saldırı ve şiddet hamleleri boşa çıktı. Olayın tarafı iktidar karşıtı olan bütün çevreler adı konulmamış bir ittifak yaptılar. Adı konulmamış ittifakta CHP ve HDP milletvekilleri, Alevi örgütleri, sol örgütler, mahalleli, Cemevi yöneticileri yan yanaydı…
Gazi Mahallesi’nde bu yan yana geliş, ülkenin içine çekildiği yeni savaş ve şiddet ortamından çıkışın adresini de işaret ediyor…
Bu anlamıyla Birleşik Haziran Hareketi'nin “Eşitliğin, Özgürlüğün, Kardeşliğin Ülkesi” başlıklı çağrısı ve çAarşı, UltrAslan ve Genç Fenerbahçeliler'in “Formalarımızın arkasında hepimizin gizli adı ‘BARIŞ’ yazsın. Hepimizin sponsoru hayat olsun” çağrısı da çok önemli.
Türkiye’nin normalleşmesi ve demokratikleşmesinin yolu, savaş suçlusu AKP’ye, milliyetçi ve ırkçı söylemelere açık tavır almaktan, etnik ve dini temelli söylemleri reddetmekten, savaşa ve şiddete karşı çıkmaktan geçiyor…
Barış, özgürlük ve demokrasi çağrılarına amasız-fakatsız cümleler kurmadan, açık ve aktif destek vermeye başladığımız andan itibaren bu ülke başka bir ülke olmaya başlar, insiyatif de AKP’den almış oluruz! İnsiyatifi el değiştirecek güç ise gözümüzün önünde duruyor: Mecliste grubu bulanan CHP ve HDP, parlamento dışı sol ve sosyalist partiler, meslek odaları, sendikalar, Alevi hareketi, barış ve kardeşlik yanlısı futbol taraftarları…