İmparatorlukların çöküşü

Fenerbahçe, Galatasaray ve Beşiktaş -belki de tarihte görülmemiş şekilde- üçünün de teknik direktörünün olmadığı bir süreç yaşadı. Liderden toplamda 59 puan uzakta olmalarının bir neticesi de bu olabilir

Türkiye’nin spordan çok daha önemli ve büyük sorunlarını yaşadığımız şu günlerde, kalkıp Galatasaray bu golü attı, Fenerbahçe onu aldı, bunu verdi yazısı yazmak bana biraz ayıp geliyor esasında. Lakin derinlikli düşündüğünde, Türkiye’nin genel problemleriyle spor alanındaki problemlerin içiçe geçtiğini ve büyük benzerlik taşıdığını görüyorsun. O yüzden spor alanındaki sorunlara dair tespitler, aynı zamanda ülkenin sorunlarına ilişkin de gösterge olabiliyor.

Ülkenin yönetim sistemi dendiğinde, toplumun büyük kısmı bunun adına “tek adam rejimi” diyebiliyor. Peki ülke o şekilde idare edilmeye çalışılırken, spor kulüplerinin yapısı ne kadar farklı? İşte o noktada anlıyoruz ki, ülkeyi veya spor kulüplerinin idarecilerinin kim olduğundan, işlerini iyi yapıp yapamadıklarından ziyade, ortada bir sistem sorunu, bir kültür sorunu var. Bu kültür, bu insanları ve bu yapıları üretiyor. Ne kadar kendimizi ayırmaya çalışırsak çalışalım, biz de bu sistemin birer parçasıyız esasında.

Fenerbahçe, Galatasaray ve Beşiktaş -belki de tarihte görülmemiş şekilde- üçünün de teknik direktörünün olmadığı bir süreç yaşadı. Liderden toplamda 59 puan uzakta olmalarının bir neticesi de bu olabilir. Normal şartlar altında, bu “denk geliş” üzerine uzun uzun düşünülüp tartışılması gerekirdi ama ona bile gerek duymadık. Çünkü “teknik direktörleri varken neydiler ki, şimdi ne olsunlar” boşvermişliğindeyiz. Hatta öyle ki, Beşiktaş’ın geçici süreyle göreve getirdiği Önder Karaveli’nin “teknik direktör” kabul edilen halefinden bazı alanlarda çok daha başarılı olduğunu söylemek bile mümkün.

Kulüplerin teknik direktörsüz geçirdikleri bu süreç, eğer “tek adam rejimlerinin sonu” olacak şekilde algılanıp, oradan yeni fikirler üretilebilirse faydalı bile olabilir. Zira artık iflas edenin ne olduğunu görebiliyoruz. Örneğin, Galatasaray’da uzun bir süredir devam eden ve gelişim adına ışık da vermeyen bir teknik direktörlük performansının ardından Fatih Terim’le yolların ayrılmasına karar verildi. Beşiktaş’ta “tek başına şampiyon yaptı” denilen ve bir çeşit Fatih Terim’leştirilen Sergen Yalçın’ın tek başına şampiyon yapmadığı ortaya çıktı. Fenerbahçe’de ise, ne yapsak olmuyor” havası hakim. Belki de, doğruyu aradıkları yer yanlış.   

Galatasaray’da işler ne zaman kötü gitse, bir “tek adam” olarak Fatih Terim göreve çağırılır. O da savaş kazanmış komutan gibi, gelir ve işleri düzeltir. Olmuyorsa, gider iki sene sonra geri çağırılır. Galatasaray’ın başarılı olması için tek şart Fatih Terim’i getirmekse, onun ön şartı da Fatih Terim’i göndermek belki de. 2 sene sonra Galatasaray seçimli kongresinde bir başkan adayının seçim vaadinin Fatih Terim’i takımın başına getirmek olacağını hepimiz biliyoruz. İşte o gün sorulmayacak ama bugün benim soracağım sorunun yeri geliyor; başarı neydi, başarısızlık neydi? Fatih Terim neyi yapıyordu da başarılı oluyordu veya ne olmadığında başarılı olamıyordu? Başarı neydi? Gelişim neydi. Sorunları ve çözümleri isimlere ve “tek adam”lara atanların akıbeti, yeni “tek adam”lar bulmaya çalışmaktan başka bir şey olamıyor maalesef.

Galatasaray’da durum böyleyken, Fenerbahçe’de farklı olmasının imkanı var mı? Bir gün gelmiş, geçmiş başarıların hatrına Cristophf Daum’u geri getirmişler. Sonra Aykut Kocaman’ı 2. defa denemişler. Vitor Pereira 2. kez denenenlerden bir diğeri. İkinci gelişlerin son ismi de İsmail Kartal oldu.  Türkiye’nin en büyük camialarından birinin, sorunlarına ilişkin çözümünün geçmişte başarılı olmuş isimleri geri çağırmak olması ne acı değil mi? Başarı ve başarısızlık hakkında hiç bir fikri olmayanların yapacağı tek şey, sorunu isimlerde görüp, sorunsuz isim bulmaya çabalamak. Buradan anlıyoruz ki, aslında o geçmiş başarılar da gerçek başarılar değilmiş. O an öyle denk gelmiş. Koca bir hiçlik.

Beşiktaş’ta da durum farklı değil. Transfer listesinin 1. Sırasında Şenol Güneş var. Beşilktaş Şenol Güneş’le anlaşırsa, bir sonraki teknik direktörünü de ben bugünden söylemiş olayım; Sergen Yalçın. Ülkenin döngüsü bunu gerektiriyor. Gidişler bile geri dönmek üzerine.

Yaptıklarını “tek başına yapan” bir takım imparatorluklar çöküyor. Lakin bizi besleyen kültür, hemen kulağımıza yeni imparatorları fısıldıyor. Tarihi bir dönemeçteyiz. Ya bu dönemeci dönüp, bu isimlerin kim olduğundan bağımsız, güçlü kurumlar inşa edeceğiz. O kurumlarda görev yapacak insanları o kurumlar bulacak. Bunu yapamazsak, döndüğümüz dönemeç bizi tekrar Fatih Terim’lere, Şenol Güneş’lere, Sergen Yalçın’lara götürecek. Onlar artık başarının da, başarısızlığın da tarafı oysa ki. Demek ki, bu işin başka bir izaha ihtiyacı var.

Ülkede sorun ve çözümleri isimler üzerinden anlatmak o kadar yaygın bir durum oldu ki, artık hayallerimiz bile bayatladı. Sorunları isimler çözecekse, yeniyi bile hayal etmiyoruz. Hayal edebildiğimiz ismi de eskide arıyoruz. Bu tam bir sıkışmışlık ve bu durum o isimlerin sorunu değil. bizim sorunumuz.