İman büyük para olunca…

 

Ambargo altındaki sınır komşumuz İran'la uzun yıllardır altın karşılığı mal ticareti yapılıyor. Koca bir ülkenin zaruri ihtiyaçları, bankacılık sisteminin olağan faaliyeti engellenince "kayıt dışı" görülmeye çalışılmış, ortaya anormal büyük ve karmaşık bir trafik çıkmıştı. Bu trafiğin amacına  uygun gerçekleştirilmesini gözeten gri bölgedeki iki büyük komisyoncunun İran bacağında Reza Zarrab ve Türkiye bacağında da Halk Bankası olduğu iddia ediliyordu.

​Cari açığın yüzde 14'ünü tek başına kapattığını söyleyen şahıs, Pazartesi günü ABD'de gözaltına alınınca Salı günü koca kamu bankası Türkiye Halk Bankası'nın hisse fiyatı yüzde 9 civarında düştü! Banka akşama gözaltıyla birlikte soruşturma açılmakta olduğu söylentisini yalanlamış olsa da sonuçta cari hesaplarda görünen ve yer değiştiren büyük miktardaki altın, bunun karşılığı bir aktivitenin bir şekilde var olduğunu ıspatlıyor.

AKP'nin siyasi tercihleriyle Türkiye'nin maruz kaldığı para trafiği arasında çok yakın bir bağlantı olduğunu biliyoruz. ​Yani Ortadoğu'da yalnızca silah tırları, kaçak akaryakıt, canlı bombalar değil, külçe külçe altın, şirket satın almalar ve nakit dolu çantalar üzerinden para da hızla yer değiştiriyor.

Ayakkabı kutularının basına düşmesiyle mecaz anlamda “hırsızlık" sözcüğüyle tüm iktidarın suç ortağı olduğu bir ilişki ağı tariflendiğini biliyoruz. Ama gerçeğe daha yakın olanı bence bir tür nakit karşılığı komisyonculuk. Bu komisyon nasıl üleştiriliyor, paylaşanlar arasında resmi sıfatı olanlar var mı?  Bu soruların yanıtlarına ulaşılması iktidarın tüm gücüyle engelleniyor. Bununla birlikte Reza Bey'in bu konularda bilgisi olduğunu hissedebiliyoruz. Şimdi sorun, ABD'nin bölgede değişen koşullarla birlikte kartlar yeniden karılırken Zarrab'ı eline geçirmiş olması.

Salı günü rahatsızlık sadece Halk Bankası hisselerinde olmadı, terör eylemlerine omuz silkip geçen piyasalar, Ortadoğu nakit akışlarında kritik ve kalıcı kimi değişiklik ihtimallerinin ürküntüsüne kapılmaya başladı. Beş haftadır sürekli yükselen İstanbul borsası ilk kez sert bir kayıp yaşadı.

AKP iktidarının kurduğu iktisadi saç ayağında üç önemli faktör olduğunu biliyoruz: Birincisi inşaat, turizm ve otomotivde ölçüsüz teşvikler. İkincisi büyük bankaların kârlılığının ve büyümesinin kollanması. Üçüncüsü de bölgesel bazda hem beyaz, hem gri, hem de kara para trafiğinin açık tutulmasının gözetilmesi.

Zarrab'ın enselenmesinden önceki tablo zaten bizim için çok can sıkıcıydı: ​Bombalar patlıyor, masum insanları, sevdiklerimizi götürüyor. ​İktidarın icraatı dolaylı ve fiili bir sokağa çıkma yasağına dönmüş. ​Borsa yükseliyor, faiz ve döviz düşüyor. Liberaller son seçimden hemen önce Merkel'in Saray'a RTE rejimine destek ziyaretinden itibaren düşmeye başlayan risk primini alkışlıyorlar. Özellikle son 40 gündür Türkiye'nin yaşaması daha zor ve anlamsız bir ülke olmasıyla daha yatırım yapılabilir bir ülke olma arasındaki zıtlık burjuvaziye olan kinimizi bir kat artırıyor.

​Ankara ve İstanbul caddeleri kana bulandığında piyasalar hiç tınmıyor. Nakit para akış kontrolörü Reza Bey gözaltına alındığında ortalık allak bullak! Aynı anda Brüksel'de bombalar patladığında bir rahatlama geliyor! Öyle ya ‘Türkiye'yi Ortadoğu'ya kattınız, mezhepçilik ve terörizmin evi haline getirdiniz’ diyenlere karşı, "terör herkesin vebası" denebilecek...

​Şimdiye kadar ülkemizin sosyolojik ölçeğini aşan büyüklükteki para trafiğinden kaynaklanan olmayacak işler yaşadık. Sürdürülemez dediğimiz çelişkilerden bazıları, taşıma suyla beş yıldan uzun sürdü. Bir beş yıl daha sürer mi? Neden olmasın. Dinamiklerin boyunu aşan para trafiği bu. Mesela bir özel şöförün boyundan büyük iki dolar balyasıyla sosyal medyada poz verebilmesi mümkün oldu!

Ama nihayetinde elbet bir gün, sürdürülemez hale geleceği kesin. Sürdürülemez hale geldiğinde biz nerede olacağız? İnsanlara ne anlatacağız? İnsanlar bizi nasıl biliyor olacaklar?​ Onları nereye çağıracağız? Gelmelerini nasıl sağlayacağız? Mesele bu.​