Türkiye’nin “batısı” diyebileceğimiz alanda, yeni politikanın niteliğini gösteren örneklerden bazılarını anımsayalım: “Bir dakika karanlık” eylemlerinden yıllar sonra Cumhuriyet mitinglerini, Tekel işçilerinin direnişini, Soma protestolarını, son olarak da Özgecan ve tüm kadınlar için yapılan yürüyüşleri, eylemleri.
Elbette, yeni politikayı özetleyebilecek nitelikteki büyük örnek, 2013 Haziran olayları ve milyonlarca yurttaşın hükümet karşıtı eylemleri...
Kobane olayları ise Ulusal Kürt hareketinin son kitlesel eylemidir. Öncesi ve sonrasıyla, Kürt hareketinin üç ülkenin üç parçasında elde etmiş olduğu politik gücü göstermektedir.
İlk başta örneğini verdiğimiz “protesto” ve “yükseliş” örneklerine eklemeler yapılabilir. Ama “hareket” ve sistemli mücadele örnekleri sadece Ulusal Kürt hareketinden gelmektedir. Bu güç, özellikle silahla yaratılmış, hala silahla destelenen örgütlü politik ve ideolojik bir güçtür.
Sosyalistler Türkiye’ye bütün olarak baktıklarında, bir tarafta zaman zaman patlayan ve kitleselleşme eğilimleri gittikçe artan bu “protesto” ve “yükseliş” örneklerini görüyor, bir tarafta ise, otuz yıllık Kürt hareketini. Görüyor ama, bir bütün olarak değil, coğrafyası, gündemi ve hedefleri birbirinden farklı, iki hareket ve güçtür olarak.
Örgütüz Türkiye’nin zaman zaman beliren “protesto” ve “yükselişleri”, kendiliğinden kopan eleştirisi, örgütlü Kürt hareketiyle, yan yana olsa bile, birlikte, bütün içinde, görülmüyor.
Türkiye’nin “batı” kısmı vahşi bir cinayetten sonra kitleler halinde sokağa dökülebiliyor. Yurttaş penceresini açıp başbakana “yuh” çekebiliyor. “Sosyal medya” üzerinden hükümeti eleştirip küfür yağmuruna tutabiliyor. Yükseliş inince, protestosuna ara veriyor. Yeni bir olayla, yeniden başlayabiliyor eleştirisine...
Türkiye’nin “batı” kısmı henüz “değiştirme”, “dönüştürme” amaçlı politika yapmıyor; eleştiriyor, protesto ediyor. Bir kendiliğinden patlama, yükseliş, en “apolitik” denilen kesimleri bile sokağa dökebiliyor. Belli hedefler için değil de, belli uygulamalara, söylemlere “karşı” harekete geçiliyor. “Karşı” olunan çoğunlukla trajik olaylar, bir katliam, bir vahşet, dincilik, polis şiddeti oluyor.
Türkiye doğrudan laiklik için değil, dinciliğe” karşı” yürüyor. Türkiye işçi sınıfı ve mücadelesi için değil, Soma katliamına “karşı” yürüyor. Türkiye, kadınların özgürlüğü, eşitliği için olmaktan çok, Özgecan’ın vahşice öldürülmesine “karşı” protesto gösterisi yapıyor. Türkiye en büyük kentinin betona dönüştürülmesinden, en büyük meydanının yok edilmesinden daha çok, polis şiddetine karşı, hükümetin dinci diline, söylemine “karşı” sokağa dökülüyor.
Okuyucu, “için değil”, “..e karşı” ifadelerinden şunu anlayabilir: İlkinde karar verir harekete geçersiniz. Örgütlüsünüzdür. İkincisiyse, başınıza gelenlere tepki verir, kendinizi savunmaya çalışırsınız.
Türkiye’nin “batı” kısmımda, kendiliğinden gelişen etkilere, kendiliğinden verilen tepkiler, politika yapmaktan çok, politikaya katılma çabalarıdır henüz. Türkiye halkı, batıda, yeni yeni kendine gelmektedir.
***
Bir Avrupalı sosyalist Türkiye’nin zaman zaman gösterdiği kendiliğinden tepkilere bakıp sosyalist bir kitle partisi, ya da sosyalist platformlar kurulmalı derdi... Ya da, demokratik radikal sol ağlar, platformlar önerir, kimliklerin hepsini politize edin, özellikle dışlananlara seslenin diye buyururdu. Çalışma grupları kurup, yeni “kamu politikaları” tasarlayın diye, daha somut önerilerde de bulunurdu elbette. Bu önerilere kısmen katılabiliriz de. Ama, hedeflenen, yaygınlaşıp radikalleşen bir demokrasi olurdu sadece.
Burjuva siyasetin olgular ve olanaklar karşısında ne önereceği de zaten bellidir. Bu siyaset, çoğunluğa bakıp bu çoğunluğun ortalamasını hedefler. Örneğin, çoğu müslüman, çoğu sünni, milliyetçi, ortalama beş yıl okumuş, aile büyüklüğü dört, ortalama gelir 1000 lira, işsizlik oranı şu, temel sorunları ve umutları şunlar, şuralarda yaşıyorlar... diye. Bu ortalamaları seçim çevrelerinde daha hassas görülebilecek, ölçebilecektir de. Burada yoksul Kürt, şu tarikatın etkisinde, şurada orta sınıf Beyaz Türkler...
Ortalamaları gör, onlara konuş, onların temsilcisi ol, oylarını da alıp meclise götür! Orada da siyasetin kendi ortalamalarıyla dönüştür!
Avrupalı sosyalist kimlikleri, mağduriyetleri, dışlananları politize etmekten, yeni direniş “noktaları” yakalamaya çalışmaktan söz ederken, burjuva siyasetçi, ortalamayı ve ortayı tutturmaya çalışıp, seçim başarısı hedefler.
Bir Marksist sosyalist ise, elbette, her ülkede şart değil ama, Ortadoğu’nun da bir parçası olan Türkiye’de politika yapıyorsa, bir Lenin kavrayışına mutlaka ihtiyaç duyardı.
Lenin’i kavrarken de, bir tarafta mevcut iktidarı ve blokları bölmeyi, öte tarafta da “sınıf muhalefetini”, hem ulusal muhalefet hem de halk muhalefetiyle birleştirmeyi düşünürdü. Stratejini böyle belirlerken, duruma ve güç dengelerine göre taktik uyarlamalar da yapardı. Öncelikle sınıflara ve devlete, devletlere, bunlar arasındaki ilişkilere yoğunlaşırdı.
Lenin’i kavramak derken, Lenin’i ezberleyip, onu mekanik uyarlamalara tabi tutmayı elbette anlamamak gerekir. En başta örneğin, sınıf derken, işçi sınıfını kastediyorsak, bırakalım sadece sanayi işçilerini, solun uzun zamandır kullandığı daha kapsayıcı kavramı, “emekçi” sınıfları anlamak gerekir. Halk derken, sadece Lenin’in kullandığı şekliyle işçilerle köylüleri değil, “yönetici” konumda olmayan tüm yurttaşları. “Ulus” dediğimizde ise, “yöneticilerle” “yönetilenlerin” siyasal birliğini, devletleşme halini. Kürt hareketi kendisi için bu proje peşinde koşmakla birlikte, Türkiye bütününde “yönetici” “yönetilen” arasındaki bağın kopması yönünde de hareket ediyor. Açıkça örnek vererek yazalım: Çar İmparatorluğu’dan kurtulmaya çalışan halklar, uluslar, zorla sürdürülen eski geri birliği çözerken, yeni ve ileri bir birliğin parçası olarak hareket ediyorlardı. Daha doğrusu bu olanak sosyalistler tarafından görülüp, sosyalist mücadelenin parçası haline getirildiler.
***
İki tür politika alanımız, gücümüz, bulunuyor: Katılan örgütlerin varlığına rağmen örgütsüz, zaman zaman gelişen protestolar halinde politikaya katılan, politik tepkiler veren Türkiye halkıyla, öncüsü, partisi, hedefi ve toplumsal tabanı olan politik, Ulusal Kürt hareketi.
Özetleyelim: Bir tarafta en berrak haliyle Haziran 2013 ve olası ardılları, bir tarafta otuz yıllık Kürt hareketi, örgütlenmesi...
İlki, Haziran, sadece daha büyük ve yaygın Haziranlara yolaçmakla kalmasın diyorsak;
İkincisi, Ulusal Kürt hereketi, sadece ulusalcı-halkçı-demokrat diyebileceğimiz, kendisi için ileri, ama tarih ve Türkiye için geri diyebileceğimiz bir aşamada kalmasın, hatta, İslamcı burjuvaziyle anlaşıp daha da gerileyip, Türkiye’yi de geriletmesin istiyorsak;
Haziran’ın yetersiz, kendiliğinden, örgütsüz, cılız ama gizil anti-kapitalizmiyle, Ulusal Kürt hareketinin aynı şekilde yetersiz, cılız ama gizil anti-emperyalizmini birleştiren, kaynaştıran bir Türkiye ve Bölge Leninizmini yaratmak gerekiyor.
Bu Birleşme ve kaynaşmanın içinde Lenin başta, Mao da, radikal demokrasi de vardır. Hatta, kendini “devrimci”, “laik”, “devletçi” ve “halkçı” olarak gören Kemalist de.
Ama birleştiren öge gayet açık, sosyalizm ve anti-emperyalizminin Türkiye ve Bölge için yeni bir kavranışıdır.
İlk öge, sosyalizm, gizlidir, otuz yıldan sonra kendine yeni gelmekte, şu anda kendiliğinden protesto ve eleştiri aşamasında bulunmaktadır.
İkinci öge, açıktır, uzun zamandır direnmekte, ayaklanmaktadır. Örgütlüdür. Ama, hem kendisi, hem de Türkiye için “aza” razı olma eğilimindedir.
Bu iki alanın, gücün birleştirilmesi, partilerin ya da “hareketlerin” ittifakından daha çok, bir kaynaşmayı, aynı dili kullanmayı, en ilerisi de, aynı devrim stratejisini benimsemekle olanaklıdır. Aynı stratejinin benimsenmesinde başlangıç zemini de Lenin’in sosyalist anti-emperyalizmidir.
***
İsmail Beşikçi, Türkiye’nin sahil kentlerindeki çevre sorununun bile Kürt sorunuyla ilişkili, hatta bu sorunun bir sonucu olduğunu söylerken, yukarıda belirtilen “kaynaşma”, “aynı dili kullanma” ve en önemlisi de “aynı devrim stratejisini” benimsemek için verimli bir örnek sunuyordu.
Batı’nın büyük kentlerinde halkın ödediği rantların, faizlerin yüksekliği, milyonlarca Kürdün yerinden edilmesiyle, yerinden edilmeyenlerin ise devletin uzun süreli, sistemli şiddetine maruz kalmalarıyla ilişkilidir. Batı’da yeşil alanların yağmalanması, göçle yükselen yüksek rantlar nedeniyledir. Sendikasızlık, ücretlerin düşüklüğü, yüksek sömürü oranları da...Türkiye’yi saran dincilik, Doğu’nun Kürt hareketine karşı dinci örgütlere, partilere açılmasıyla başlamıştır... Tespitler, örnekler, boldur.
***
İki coğrafya, iki politika tarzı, iki yükseliş...
Türkiye’nin iki tarafı, iki politikası, tek bir strateji içinde ilişkilendirilmeli, görülmelidir.
Ve bu stratejinin ortak şekilde benimsenip uygulanmasını....
***
Öyleyse, Taksim’den Lice’ye,
İstanbul’dan Diyarbakır’a!
Ankara’yla İzmir’i unutmadan!