İdeolojilerin diğer düşünce sistemlerinden bir farkı olmalıdır. İdeoloji özel bir düşünme biçimi olup, ayırt edici özelliği, politik yaşamla doğrudan ilişkisidir. Diğer düşünme sistemleri, politikayla ilişkiliyse, ideolojiler alanına girer. Örneğin, din ve sanat, politikleşirse, kendi özelliklerinin yanında, ideolojik nitelik de kazanırlar.
İdeolojilerin ayırt edici özelliği politik yaşamla doğrudan ilişkili olmalarıysa, bir çıkarsama daha yapma olanağına sahibiz: İdeolojiler, aslında her zaman politik ideolojilerdir. Buradan şu çıkarsama da kolayca ortaya çıkar: İdeolojiler, politik ideoloji biçiminde var olurlar. O aşamaya gelemezlerse, her hangi bir düşünce olarak kalırlar.
Politik ideolojiler, ya da genel olarak ideolojiler, mutlaka bir sistemleştirme, kuramlaştırma süreci gerektirirler. Sistemsiz, kuramsız bir politik ideoloji, iddialar, öneriler ve eleştiriler aşamasında kalır. İç kavramsal bağlantılar zayıf, kavramlar da kaygan, bulanık, belirsizdir. Bağlantılar sağlam olsa bile, tutarsızlık söz konusudur. Burada, kuramsallaştırma süreci, tecrübe ve gereksinimlere boyun eğer. Aslında bir pratiğe uygun, düşünceler demeti söz konusudur.
İdeolojide, kavramlar ve bağlantılar, sayıca az temel tezler üzerine inşaa edilir. Bu temel tezler, paradigma ya da problematik denilebilir, gelişitirilebilir ama ideoloji kendisini devam ettirecekse, değiştirilmez. Değişiklik durumunda, ya ideoloji başka ideolojilerle sentez içine girmiş, ya da tümüyle değişmeye başlamış demektir.
Bu kapsamda, bir ideolojisi olan, ya da bir ideolojinin üretimine katkı koyanlar için, canalıcı bir soruna değinmiş bulunuyoruz. İdeolojilerin içsel değişimleri ve gelişimleri ya da diğer ideolojilerin etkisine girmeleri sorununa. Elimizde, ideolojiler tarihinin zenginliğine uygun olarak, bolca örnek var. Klasik liberalizmin evrimi, değişimi, sosyalizmin Marksist sosyalizmin derinliğine kavuşması, muhafazakar ideolojilerin değişime direnen kendine has gelişmeleri. Fakat bizi burada ilgilendiren, ideolojilerin içsel değişim ve gelişimi, ya da diğer ideolojilerin etkisine maruz kalmaları ve orijinalitelerini yitirmeleri, ya da yepyeni ideolojilerin oluşturucu parçaları halinde kullanılmaları sorunudur.
Klasik liberalizmin 19.yüzyıldan itibaren değişimi, “sosyalize” olması, ardından 20.yüzyılda “müdahaleci”, “refahçı”, adalet dağıtıcılığı benimseyen nitelikler kazanması, açıkça, liberalizmin liberalizm olmaktan çıkmasıdır. Kapitalist bunalımlar, iktisadi, politik ve ideolojik, işçi sınıfının uluslararası nitelik kazanan mücadelesi, Marksist teoriyle donanması, liberalizmi bir ideoloji olarak bitirmiştir. Liberalizmin tekrar dirilmesi ve neo-liberalizm ismiyle ortaya çıkışı ise, hiç de sanıldığı gibi liberal paradigma ve temel tezleri üzerine geliştirilmiş bir ideoloji üretildiği anlamına gelmez. Üretilen ideoloji, klasik liberalizmle ilgisi ve bağlantısı oldukça zayıf, muhafazakarlıkla yapılan yeni bir sentezdir. Bu yeni ideolojiye neo-liberalizm denmesi, sadece kavramsal bir kargaşaya değil, ideolojik bir kargaşadır da. Liberalizm Aydınlanma içinde geliştirilmiş bir teori ve ideolojiydi. Bireyi, aklı, özgürlüğü savunuyordu. Laikti, dünyanın bilinebilir olduğunu savunuyordu, bilimseldi ve ilerleme ilkesine sıkı sıkıya bağlıydı. Neo-liberalizm bu anlamda, pek liberal olarak nitelendirilemez.
Sosyalist teori ve ideolojinin gelişiminde de benzer sorunlarla karşılaşılmıştır. Marksizm öncesinde ortaya çıkmış sosyalizm anlayışları ile sosyal-demokrasi, başından bu yana, Marksist sosyalizmle, Marksist olmayan sosyalizmler arasında varolan gerilim önemli kaynaklarıdır. Ne Proudhonculuk, ne Blankuicilik, ne Bakunincilik, ne de örneğin Lassallecilik, bitecektir. Bu düşüncelerin Marksist sosyalizmle etkileşimleri inkar edielemez. Ancak, farklı paradigmaları vardır ve sentez haline gelmeleri, her birini kendisi olmaktan, ayrı bir ideoloji olarak devam etmekten mahrum bırakır. Ancak, değişik bir durum, Lenin'le ortaya çıkmıştır. Öyle ki, Leninizm, Marksizm-Leninizm halinde gelişmiş ve devam etmiştir. İşte, revizyonizm-ortodoksi tartışmalarının en can alıcı kaynağı. Lenin'le birlikte, Marksist sosyalizm içsel bir evrimle mi, değişmiş, gelişmiştir, yoksa, ortaya yepyeni br teori, ideoloji mi, çıkmıştır? Lenin de, en az Bernstein kadar revizyonist midir? Yüzyıllık geçmişi bulunan bu çetrefil sorunu burada hemen çözmeyiz. Ancak, şu tespitlerde bulunabiliriz: Lenin, Marks'a, Marksist sosyalizmin temel tezlerine, paradigmalarına sadık kalarak mı onu geliştirmiş, revize etmiştir? Marksizm-Leninizm yeni bir ideoloji midir, yoksa, Marksizmin yeni biçimi midir? Diğer deyişle, Leninizm, aslında neo-Marksizm midir? Yoksa, bu teoriye Leninist Marksizm mi demek gerekirdi
Amacımız kafa karıştırmak, lüzumsuz sorular sormak değil elbette. Sadece, ideolojilerin saflığı, saf kalarak gelişmeleri, geliştikçe de daha fazla kendileri olmaları olanağı üzerine kafa yormaktır.
Marks'tan entellektüel olarak yararlanmakla, Marksist ideoloji ve teorinin gelişimine katkı yapmak, elbette farklı ilgi, farklı çabalardır. Lenin'in Marks'tan yararlanmanın çok ötesinde, katkı koyarak onu geliştirdiğini rahatlıkla söyleyebiliriz. Marks'a oldukça sadık bir revizyonizm, katkıdır söz konusu olan. Marksist kalınarak, emperyalizm teorisi, parti ve örgütlenme teorisi, bilinç teorisi, devrim teorisi geliştirilmiştir. Bu katkılar elbette, teorinin, ideolojinin daha da geliştirilmesi için yeni sorular ve sorunlar da gündeme getirmiştir. Katkı olmasının bir göstergesi de katkıyla birlikte gelen soru ve sorunlardır. Marksist kalınarak Marks'a katkı yapılmakta, Marksizm aslında, Hegel gibi söyleyelim, daha da açılmaktadır.
İdeolojilerin kendi kalarak gelişmelerine daha iyi bir örnek aslında Marks'ın kendi teorik durumudur. Marks'ın döneminde sosyalizm bir teori ve ideoloji olarak, özellikle Fransız sosyalizmi örneğinde tarihsel bir gelişmişliğe sahiptir. Marks'ın geliştirdiği teori bu teoridir. Marks bu teoriyi alıp Ricardocu liberal politik ekonomi teorisiyle ve Hegel'in sol yorumlarıyla sentez haline getirmemiş, bilakis, Ricardo ve sol-Hegelcilerin düşüncelerini dönüştürüp geliştirerek Fransız sosyalizm teorisini geliştirmek için değerlendirmiştir. Marks'ın sentezci olmanın ötesinde, adeta entellektüel açıdan bir kolonyalist olduğunu söyleyebiliriz. Marks sol Hegelciliği ve Ricardo iktisadını kolonize edip, sosyalizm teorisini geliştirmek için gerekli “değeri” üretmiştir. Bu nedenle, Marksizm derken,daha önce varolan bir sosyalizm teorisinin Marks tarafından oldukça ileri düzeyde yenilenmesini, hatta revizyonunu anlamalıyız. Lenin'in Marks'la ilişkisini de böyle gördüğümüzü söylemeye gerek yoktur.
***
İdeolojilerin aslında politik ideolojiler olduğunu yukarıda yazmıştık. İdeolojiler her ne kadar, teorik hale gelmek için zorunlu olarak teorisyene gereksinim duyuyorsa da, politik yaşamın, mücadelenin içinde, bizzat politik amaç ve nedenlerle üretilmektedir. Bu nedenle, politik pratiğin zorunlu ögesidir. Politika yapmak için ideoloji gereklidir, ama, ideoloji için de politika yapılır. Çünkü, politika yapmadan, o ideoloji sıradan bir düşünce sistemi halinde kalır ve sadece entellektüel ilgi haline gelir. Ölü diller gibi, ölü ideolojiler de vardır. İdeolojinin ölmesi, politik ideoloji olmaktan çıkmasıdır. Ardından gidecek ne sınıf ya da kitle, ne de onun benimsemiş partiler vardır. Ancak, bazı ideolojilerin ölmemek için, diğer ideolojilere karıştığını, onlarla işbirliğine gitmesi gerekir. Yukarıda verdiğimiz liberalizm örneğinde olduğu gibi. Liberalizm yaşamak için muhafazakarlaşmış, orijinal özelliklerini kaybetmiştir.
Bu yazının okuyucusu soracaktır, peki, muhafazakarlıkta durum nedir diye. Bu ideolojinin ideoloji olup olmadığı bile tartışmalıdır. Planlı ve bilinçli kökten değişimlere karşı olmak, geleneksel kurumlara sahip çıkmak, aklın sınırlarından bahsetmek, muhafazakarlıktır. Bazen bir ideoloji, bazen sadece bir tepkiselliktir. Liberal düşüncelerin muhafazakarlıkla senteze girmesi, liberalizmin kaldığı kadarıyla o da, ideolojik niteliğini daha da zayıflatmıştır. Peki, onca neo-liberalizm edebiyatı nedir diye itiraz gelecektir elbette. Sorunun olası sahibi sadece şuna baksın yeterlidir: Piyasa fetişizmi dışında sözde neo-liberallerin bir ideolojisi var mıdır? Bir ideolojiye sahip olmak için yeterli midir bu? Ayrıca, bir ideoloji ideolojiyse, bambaşka, hatta kendine karşıt diğer ideolojilerle neden sentez içinde kendini devam ettirir? Daha doğrusu, devam ettirebilir mi?
***
“İdeolojiden politikaya” konusuna devam edeceğiz..