“Tefrika” halinde yazdığımız “ideolojiden politika”nın şimdiki konusu ideolojilerin saflığı ve politika nedeniyle mutlaka saflıklarından ödün vermeleri üzerinedir.
Bu konuda, devrimci kuramcıların düşüncelerinin evrimini düşünmek gerekir. İdeoloji pratik olmadan da, saf ideoloji olarak geliştirilebilir. Ama, ideolojimiz politik ise, politikanın pratiğine uygun da olması gerekir.
Bir İslamcı, nasıl da gömlek değiştirir, örnektir. İdeolojisi baştan itibaren saf değildir, zamana ayak uydurarak devam ettirir kendini. Faşizm de öyledir, gereksinimi neyse, alır içine. Sağ ideolojiler, her zaman pratik ve pragmatiktir. Nedeni, statükocu olmalarıyla, mutlaka muhafazakar bir yönlerinin olmaları nedeniyledir. Sağ ideolojiler, her zaman, otoriteye, sağ duyuya, inanca, geleneğe, düzene yönelik bir söylem üretir. Bu nedenle, ideolojiler piyasasında, doğal bir ayrıcalığa, avantaja, üstünlüğe sahip olurlar. Kolay yarışır, kolay kazanırlar. Tüm ayrıcalık ve avantajlarını yitirdikleri anlar, zamanlarsa, devrimci durumlarda olur.
Saf ideolojiler, saflıklarını korur, sürdürürlerse, bizzat bu saflıkları nedeniyle geleceğin kurucusu olma olanağını yakalarlar. En azından devrimci durum öncesinde. Ama, saf kalmak da olanaklı değildir.
Demek ki, ilk başta, devrim öncesinde bir saflık hali gerekir. Ama, bu başarı anına kadar, saflık da değişime uğramak zorundadır.
Örnekleri peşi sıra yazalım: Liberal ideoloji taraftarları, bu ideolojiyi kendi durumlarına, dönemlerine uyar hale getirmeleriyle başarılı oldular. Liberalizmin Uluslar arası başarısı, aslında Fransız Devrimi, hatta, Napoleon'un bu devrimi Avrupa'ya yaymasıyla başladı. Bu devrim, orijinalitesinden uzaklaşarak, yayıldı, benimsendi. Ancak, saflığı bozulsa bile, paradigmaları aynı kaldı.
Marksizm, Rus devrimcileri ve özellikle Lenin ile birlikte, tüm paradigmalarını koruyarak, değişti ve Rus politik kültürüne, tarihi gelişim sorunlarına uyarlandı. Lenin sadece Marks ve Engels'i, İkinci Enternasyonel'i değil, Bakunin'i, ağabeyini de, Rus Halkçı (Narodnik) geleneğini de devrimci kuramının içine almıştır. Marks, taşraya, köylülere dikkatleri çekmişti, işçi sınıfı devriminin başarısı için. Lenin, bunu bir işçi-köylü ittifakı haline getirdi. Mao, daha da ileri gidip, işçi ideolojisi öncülüğünde, bir köylü devrimi, “halk” devrimi gerçekleştirebildi.
Saflık, Marks ve Engels'tir, gelişip, saf kalarak gelişmektedir. Önemli olan, paradigmadır, yöntemdir, hedeftir. Hedef açıkça, sosyalist devrimdir.
Büyüyen, gelişen, saf kalamaz, ama daha fazla kendisi olur. Aristo gibi düşünmekte, bu kapsamda, hiç bir sorun yok. Tohum, ağaç olmak içindir örneğin, ağaç olmaktadır. Değişip, saflığını bozarak, daha fazla kendisi olmuş, amacına kavuşmuştur.
Saflık ve paradigma sorununu daha da açmak gerekir. Örneğin, Marksist sosyalizm, anti-parlamentaristtir. İşçi sınıfının iktidarını hedefleyerek mücadele eder. Plancıdır, piyasayı, planla kaldırmak ister. Bu nedenle, üretim araçlarının kamusal mülkiyetini zorunlu görür. Elbette, enternasyoneldir. Ama, devrimini yapan halkın yaşadığı yerde devrimini sürdürmesini de ister. Bizim devrim çok “nasyonel” kaldı, vazgeçelim demez.
Paradigmalar bunlardır. Paradigmalara bağlı kalınarak seçilecek, üretilecek araçlarsa, elbet, daha fazladır ve bölgeden bölgeye değişiklik gösterir. Kaldı ki, sadece dış koşullar değil, devrimcilerin bizzat kendi durumları da apayrı bir etkendir. Örneğin, eski devrimci kuşakların benimsediği baskın ideoloji, Marksist sosyalizmi benimseyenlerin sınıfsal nitelikleri ve elbette, kuşaklar, yaşlar, meslekler. Daha da önemlisi, teorik donanım sorunu.
Bir ideolojinin saflığı sorunu, ilk oluşumunda önemlidir esas, bırakalım, sonraki gelişimini, evrimini, diğer ideolojilerle etkileşerek, farklılaşmalarını. Marks için, sosyalizm Fransız sosyalizmidir, sosyalist çözümlemenin, teorinin mantığı Hegel diyalektiğidir. Somut temeli ise, sanayidir, piyasadır ve bunların teorisini kuran burjuva ekonomi politiğidir. Ama bir Türkiye sosyalisti, bambaşka yerlerden, kaynaklardan beslenir, bambaşka başlangıçlar yapar. Mao ülkesinin işgalinden, Çan Kay Şek'ten ve elbette, yoksul Çin köylüsünden başlar. Lenin ve Stalin'i okur. Bir diğeri, Fransız sömürgeliğinden sonra, Amerikan müdahalesiyle karşılaşır, yan tarafında Mao'nun devrimi vardır ve Ho Şi Minh olur.
Türkiye sosyalisti de, yanı başında gerçekleşen Rus Devrimini görür, İttihatçılara, sonra da Kemalistlere bakar. Modernleşmeyi görür, Amerika'nın, Avrupa'nın kapitalist, emperyalist sızmasına, etkisine tanık olur. Anti-emperyalizm mi, anti-kapitalizm mi, tartışmasına girer. Askerin müdahalesini alkışlar, 27 Mayıs Anayasası'nı, bizzat yapanlardan daha fazla benimser. Legal başlar, hemen illegal olur. Parlamentarizm başlar başlamaz bitmiştir. Ama, 12 Eylül olur, illegalite de biter. O da olmaz, bu da.
Bazı sosyalistler ve sosyalizmleri, adeta saf olmamak için doğmuş, gelişmiştir. Hegemonya sorununun en hakiki biçimleri yaşanmaktadır. Başkalarının ne kadar görevi varsa, üstlenilmek zorunluluğu ortaya çıkar. Demokratik devlet hukuku, demokratik yurttaşlık, hukuk önünde eşitlik, hukukun üstünlüğü, anayasal devlet, ya da, hukuk devleti ve elbette, laiklik, baştadır.
Saflık, paradigmalar sağlam kaldıkça, saf olmaktan çıkmalı, değişimin, gelişimin temeli olmalıdır. Ama, farklı paradigmalarla olmamalıdır bu değişim.
Anayasal devlet, laiklik, Kürtler'e özerklik, peşinde koşan bir sosyalizm, yapabileceğinin en azını yapıyor demektir. Eşitlikçi bir burjuva devletinin pek eşitlikçi, laik anayasası, Kürtler de vardır diyen bir anayasa, ufku bir Avrupa devleti olmanın ötesinde olmayan bir sosyalizmdir. Saf kalarak saflığını geliştiren, değişen bir sosyalizm değildir.
Sosyalist, hegemonya sorunu nedeniyle, başkalarının işini, görevini üstlenmek zorunda kalabilir. Ama, kendisi olmaktan da çıkmamalıdır. Köylülerle ittifak yapıldı diye, sosyalizm köylülerin sosyalizmi olmamalıdır. Sosyalizm Kemalistlerin hukukçuluğunu, laikliğini, burjuva demokrasisi kapsamında destekleyebilirler, ve bu saflıklarına helal getirmez ille de. Ancak, açıkça, sosyalist bir laiklik, sosyalist bir hukuk da, savunulmalı, dile getirilmelidir. Aydınlanma mı deniyor, sosyalist, mutlaka, Aydınlanma'nın sosyalist eleştirisini de dikkate almalıdır.
Başkalarının saflığını devam ettirmesi için, sosyalist kendi saflığını bozmamalıdır.
F. Hayek, herkesin liberalizmden uzaklaştığı bir dönemde, sabırla ve inatla, klasik liberalizmi geliştirip 20.yüzyıla uyarlamaya çalışıyordu. Soldan gelen ne varsa, hepsini liberalizmden çıkarmaya çalışıyordu. Amacına ulaştı da. Sol zayıflamaya başladığında, yeniden canlanan liberalizmin esas teorisyeni oldu.
Sosyalizmin saflığından, ideolojisi demektir, ödün vermemek gerekir. Paradigmalar sıkı sıkıya tutulmalı, açılmalı, geliştirilmelidir. Politikanın kendisi, ideolojiyi bilinçli olarak üreten sosyalist ideologlardan farklı olarak, ideolojiyi açmalı, geliştirmelidir.
Daha fazla ideolojik kalıp daha fazla politikleşerek. Politika ideolojinin başlangıcı olduğu kadar, ideolojiyi açıp yaymaktadır da. Politika bir anlamda, ideolojiyi açmak, daha önemlisi, ideolojiyi yaymaktır.
Konuya devam edeceğiz.