Erdoğan “kuvvetler ayrılığı önümüze engel olarak dikiliyor” demişti.
Meclis'te AKP çoğunluğu vardı. Zaten istediği yasayı çıkarıyor, istemediği konuyu gündem bile yapmıyordu. Meclis uzun süredir çadır tiyatrosundan beter durumdaydı. Yasamada durum evlere şenlikti yani…
12 yıldır AKP hükümetleri, devletin tüm kurumlarını ele geçirmişti, Türkiye tarihinin en büyük organize suç çetesi haline gelmişti. Yürütme de bildiğiniz gibiydi özetle…
Şimdi HSYK seçimlerini kazanarak, yargı üzerinde otoritesini ilan etmiş oldu. Yargının AKP’ye bağlanmasıyla birlikte, kör kadının terazisi, Erdoğan’ın iradesi ile yer değiştirdi.
Erdoğan dün gece iki rekât namaz kılıp, sonra da rüyasında kendini Bâbû’s Saade önünde Cülus Merasimi'nde görmüş müdür bilmem ama saltanatının sultasının pekişeceğini düşünmesinin önünde bir engel görmediği aşikâr. Yeni başkanlık sarayında ayağa kalkıp, “irademdir” diyeceği, adalet dağıtacağı, günlerin gelmesini bekleyecek. Yargının “iradesinin gereğini” yerine getirmesini kendisine hak görecek.
İradesine boyun eğmeyen hakim ve savcılar mı var? İster sürgüne yollar, ister maaşından keser, ister tenzil-i rütbe ile cezalandırır, isterse meslekten atar.
İradesine biat etmeyen mi var? İster gözaltına aldırır, ister tutuklatır, hapse attırır.
AKP, HSYK seçimlerini kazandı, Erdoğan’ı kadir-i mutlak mı oldu? Diktatörlüğün önünde herhangi bir engel kalmamış mı oldu?
Bu iş o kadar kolay değil, madalyonun bir de diğer yüzü var.
Türkiye uzun süre bu şekilde yönetilemez.
Hırsızlık, yağma ve talan üzerine kurulu bir saltanatı Türkiye’nin iç dinamikleri kustu. Bu saltanatın, fetih ideolojisi ve fetih ekonomisi ile yerleşmeyi hedeflediği topraklarda otoritesini sağlayacak halife rolünü, bu rolün gereği olarak desteklenen, palazlandırılan dinci terör örgütleriyle ilişkisini ise bölgenin politik dengeleri kaldırmadı. AKP bu politikaların bedelini Kürt sorununda inisiyatif kaybederek de ödüyor.
İçeride, ister toplumsal tabanını siyaseten canlı tutma, ister seçmenini konsolide etme niyetiyle deyin, sürekli düşman tarif etme zorunluluğu, toplumun geniş kesimlerinin temsilini üstlenme iddiasını da, bu iddiayı hayata geçirmek için ihtiyaç duyduğu ideolojik manevraları da imkansız hale getirdi.
Zorbalıkla, şantajla, şiddetle, “gittiği yere kadar” yönetmeye çalışmak dışında Erdoğan’ın seçeneği yok.
Erdoğan ya dişiyle tırnağıyla iktidara tutunacak ya da şürekasıyla birlikte yargılanacak. Bu nedenle bastıracak.
Bastırdıkça kendi sonuna daha da yaklaşacak.
Ülkenin bütününü kendisiyle birlikte uçuruma sürüklediğini bilerek, bunu da bir şantaj unsuru olarak kullanarak bastıracak.
Türkiye direnmeli.
Sol bu direnci temsil etmeli.
Solun bu direnci temsil etmesi için önce görünür kılması gerekiyor. Görünürlük, AKP karşıtlığının cisimleştiği bir odak olabilmeyi becermekle mümkün olabilir.
Türkiye’de gerilim ve çatışma artacak. Böyle bir dönemde kabuğuna çekilen ya da savunma pozisyonuyla yetinen bir sol, faşizmin emekçi halk üzerindeki yıkımını engelleyemez.
AKP’nin yenilmesi solun toplumsal görevlerinin hakkını verip veremeyeceği ile doğrudan ilgili.
Sevgili Erkan Baş iki hafta önce “devrimcilik ve siyaset” başlıklı yazısını bitirirken “Laiklik, cumhuriyet, özgürlük, bağımsızlık, barış gibi her biri Türkiye tarihi içerisinde başka siyasal güçlerin kimliği olarak da görülmüş bu değerler üzerinden “aşağıda” süren siyasal kavganın bu kadar yaygınlaştığı bir evreden geçiyoruz. Devrimciler tüm bu başlılıkları sosyalizm ile geniş emekçi kitleleri birleştiren, burjuvazi ile tarihsel hesaplaşmamızda ise karşıtlığımızı güçlendiren bir içerikle temsil etme yeteneği kazanmalıdır” demişti.
İsteyen bu görevin hakkını vermek için ileri çıkar, isteyen kabuğuna çekilir, ortalığın durulmasını bekler.
Nasıl olsa tarih bir gün yazar.