Hoş geldin ikinci 11 Eylül!

Hoş gelişler ola; 2021 beklentisinde, adeta dakika bir, gol bir…

Kim mi attı, Trump ortaladı ve Kongre binasına ‘Proud Boy’ lar daldı…

ABD Kongresinin dünkü işgali, muhtemeldir ki, ABD tarihinin, bir ikinci 11 Eylül’ü olarak anılacak. Tabii sadece ABD tarihinin olsa iyi…

Ayrıntı konuşmadan önce, peşrev niyetine birşeyler söylenebilir…

İKİ REPLİK

Düşünün siz, dün o meydanda beyaz Amerikalılar değil de, siyah Amerikalılar olsaydı, o ‘gururlu çocuklarla’ öz çekim yapıp, binanın kapısından içeri buyur eden polisler acaba ne yapardı?

Yerde ters kelepçe takılmış bir siyahi vatandaşın, boğazına diziyle bastıran ya da elleri havada olana, bütün şarjörünü boşaltan bir polis zorbalık manzarası seyreder miydik, seyretmez miydik?

Çok muhtemeldir ki evet…

Ne de olsa, orası özgürlüğün ve demokrasinin simge ülkesi ABD…

***

Diğer bir replik, CNN International muhabiri Clarissa Ward’ın yorumuyla ilgili…

Hani Türk Dışişleri bir açıklama yapmış ya…

Ne diyor bizim yetkililer:

"ABD Başkanlık seçimlerinin ardından yaşanan ve bugün Kongre binasının göstericiler tarafından basılması teşebbüsüne kadar varan iç gelişmeleri endişeyle takip ediyoruz. ABD'deki tüm tarafları itidal ve sağduyuya davet ediyoruz. ABD'nin, bu iç siyasi krizi, olgunluk içinde aşacağına inanıyoruz. ABD'deki vatandaşlarımızın, kalabalık mekânlar ve gösteri yapılan yerlerden uzak durmalarını tavsiye ediyoruz"

Clarissa hanım şaşırmış gibi görünerek, adeta alınmış olduğunu beyan ediyor. Şöyle diyor:  

“Benim ilginç bulduğum Türkiye ki, aslında tam olarak ABD’nin düşmanı veya benzer bir şey olan bir ülke değil. Kesinlikle anlaşmazlıklar oldu. Özellikle son yıllarda Cumhurbaşkanı Erdoğan liderliğiyle…”

Sonra yukarıdaki açıklamayı okuyor…

Ve yorumuna devam ediyor. İşte zurnanın zırt dediği yer ve tombala…

"Bu, tam da bir ABD basın bülteninde, kriz veya isyan sırasında, Orta Doğu'daki bir şehirde olabilecek Amerikan vatandaşları için, okumaya alıştığımız türden bir dil. Bu türden bir dille, Türkiye gibi ülkelerin, vatandaşlarını, ABD başkenti çevresinde bulunmanın tehlikeli olduğu konusunda uyardığını görmek şaşırtıcı".

Hanımefendi anlaşılan, şimdiye değin aşağıladıkları ülkelerden birisi olan Türkiye’den gelen bu uyarıyı, bu kez kendileri için aşağılayıcı buluyor; işi gücü bırakmış buna alınıyor ve saklama çabasıyla şaşırdığını söylüyor…

Olayların ayrıntıları, Ulusal Muhafızların işe el koymaları, Kongre binasının dört öldürme olayı ile kana bulanması, ardından Biden’ın başkanlığının onaylanması falan; bunlar diğer senaryo parçaları ve fakat benim konum değil…

Buraya kadar olan, bitene yegâne yorumum şu olabilir: Clarissa hanımın, kendilerine yakıştıramadığı ve o üstenci tavrıyla küçümsediği olgu, 3. dünya ülkeleri çukuruna kendilerinin de nasıl battığının resmidir.

Hani Türkçemizde bir söz vardır: Alma mazlumun ahını; çıkar aheste, aheste…

VAZİYET NEDİR? 

Söz yok, ABD halen kapitalist emperyalizmin amiral gemisidir. Neden ‘kapitalist emperyalizm’ diyoruz; onu da hemen vurgulayayım. Emperyalizm, ‘kapitalizmin en yüksek ve tekelci aşamasıdır’ da ondan.

Tekelcilik de nerden çıktı diye soran olur mu bilemem. Kapitalizmin tarifine bakarsanız, ‘ferdiyetçilik’ ve ‘girişim özgürlükçülüğünü’, ‘sermaye piyasacılığı’ olarak kendine bayrak yapmıştır. Sistemin küçük esnafları diyelim, kendi küçük ferdiyetçiliklerinden ve girişim özgürlüklerinden de hayli memnundur. Hatta ideolojik olarak, bunun mutlak olduğuna ikna da edilmişlerdir.

Oysa sermaye büyüdükçe, işler ferdiyet şemsiyesi ve görüntüsü altında, birbirleriyle sınıfı içi rekabette de bulunan dehşet bir tekelciliğe evrilmiştir.

***

Emperyalizm teorisi üzerine çok yazan, çizen olmuştur. Bütününü konuşacak değiliz. Huylananı çıkarsa da Lenin, bu kurama en ciddi katkı yapanların en başında gelir.

Bir yazıdan bahsedeceğim. Çoktan tarihin tozlu sayfalarına karıştı gitti. Ne ki söz uçar, yazı kalır. Yazının sahibi, “İlhan Selçuk”. Tarih, 30 Aralık 2004-Perşembe ve Cumhuriyet gazetesinin 28930 sayılı baskısında arşiv olarak halen kayıtlı. Selçuk, başlığı şöyle atmış: “Lenin haklı çıktı!..” Dileyeni arşivi açsın baksın; ben adresi verdim…

Selçuk’un “Lenin haklı çıktı” diye yazdıklarının içinde şu var:

Lenin 1916’da, “Emperyalizm: Kapitalizmin en yüksek aşaması” başlıklı bir kitap yayınlıyor. Bu kitabında, emperyalizmin doğal özelliklerini ve gelişme yasalarını gösteriyor. Bunun yeni bir sistem olmadığına da vurgu yapıyor. Daha sonra bu yazdıklarını, “Rusya Komünist Partisi VIII. Kongre, Parti Programı Üzerine Rapor” da referans olarak vurguluyor.

Öz olarak, emperyalizmin tekelci aşamasının, özel niteliklerini de beş başlıkta sınıflıyor.

Haydi, şu başlıklara bir daha bakalım:

1.Üretimde ve bu üretim sonucu oluşan sermayede, görülen birikim öyle yüksek bir gelişme seviyesine ulaşmıştır ki, yaşam koşullarında ve ekonomik hayatta belirleyici bir rol oynayan tekelleri yaratmıştır.

2.Banka sermayesinin, sanayi sermayesiyle ile kaynaşması, “mali sermayeyi” ve sonuçta bir “finans oligarşisini” yaratmıştır.

3.Ticari mal ihracından ayrı olarak, sermaye ihracı da olağanüstü bir önem kazanmıştır.

4.Dünyayı kendi aralarında paylaşan uluslararası kapitalist tekeller kurulmuştur.

5.Tüm dünya, büyük emperyalist güçler arasında bölünmüştür.

O tekellerin binbir çeşit adını öğrenmedik mi? Holdingler, tröstler, karteller, çokuluslu şirketler falan…

Ne demeli. Veleddalin âmin…

Bugünkü kapitalist dünya düzeninin, neden emperyalist olduğunu, halen bütün geçerlilikleri ile bundan daha iyi tanımlayan saptama, neredeyse yok.

Vaziyet budur ve kapitalist emperyalizmin amiral gemisi ABD, şimdiye değin, dünyaya ihraç ettiği devrevi ve kronik krizlerin en büyüğünden bir tanesini, siyaseten kendi kaptan köşkünde yaşamaktadır. Tabii işin bu denli siyasete yansıması, esasen ABD’de ki üretim ilişkilerinde ortaya çıkan krizlerin bir sonucudur.

Trump kendi döneminde, demokratlardan devir aldığı, hayli örselenmiş ekonomik düzeni, küçük girişimcilerin de nefes alabileceği bir düzeye yeniden getirirken, ABD’nin milliyetçi ve dahi faşizan ırkçı damarlarını yeniden kaşıyarak, 70 milyon oyu cebine koyunca, şimdi kaybettiği başkanlığı, bırakmamak için son nefesine kadar savaşma kararlılığına girmiş görünmektedir.

Clarissa hanımın, muhtemelen hiç farkında olamadığı ve neye şaşıracağını bilemeyip, Türkiye’ye kafayı takması da bundan olabilir.

Birinin ona, kafanı kaldır da kendinin hangi çukurda olduğuna bak, demesi mi gerekir acaba?..

İKİNCİ 11 EYLÜL

İlk 11. Eylül’ün zuhur etmesi, faturanın dünyaya çıkarılması ile sonuçlanmıştır. Her türlü coğrafyanın ve ülkelerin işgale uğraması, ABD mevcudiyetinin “teröre karşı savaş” şiarı altında, müttefikleriyle koalisyon yaparak milyonlarca halkı evsiz, barksız, yurtsuz kılması ve katliamla yok olma kaderine sürüklemesi, işin ilk basamağı olmuştur. İkinci basamak, coğrafi olarak yeniden ülke sınırlarının belirlenmesi sürecini getirmiştir.

Bu işlerin hepsi de üstüne ‘pir aşkı’ olarak takılan bir başlık altında gerçekleştirilmiştir. Nedir diye hatırlarsak, ABD ve koalisyon şer ortakları “demokrasi ve özgürlük” getirmek için dünyada ki, şimdiki pandemi gibi, savaş salgınları yaratmıştır.

Coğrafyalarda milliyetçilik, dini inanç, etnisite gibi toplumsal özellikler kaşınmış, ülkeler içinde, bunlara hizmet edecek yerli ortaklar bulunmuş, bunlara ABD silahları satılarak yıkımlar sağlanmış ve yıkılan ülkelerin imarı için emperyalist sermayeler ihraç edilmiştir.

Ödemesi bir türlü bitmeyen bu faturaların, dıştan görüntüsü üstüne de “küreselleşen dünya” jenerik başlığı kondurulmuştur.

Gelelim şimdikine…

ABD ‘müesses nizamı’, bu kez, El Kaide, İşid veya bir benzerine yükleyemeyeceği ve içten ayçiçeği gibi açan ağır bir travmaya gömülmüş görünmektedir.

İlk fatura, muhtemelen Trump’a çıkabilir. Müesses nizam, kendisini yeniden restore edecek ve “barış, özgürlük, demokrasi” yalanlarını yeniden yükseltebilmek için, içerden olan bir kurbana, bu olayları fatura ederek, vartayı atlatmaya çalışabilir.

Ne ki Trump’ın ardında destekçisinden, faşist fanatiğine kadar 70 milyonluk bir oy tabanı bulunmaktadır. Yani müesses nizamın işi, bu kez bölünmüşlüğü, parçalanmaya dönüştürebilecek bir ‘zor’ durumunu da içinde saklamaktadır.

Çıkış nerede aranır(?) sorusunun, daha önce de denemiş cevabı, elbette Atlantik ötesidir. Kısaca, dünyaya fatura edilecek bir Holivut kurgusunu, önümüzdeki dönem izleme şansızlığına uğrayabiliriz. Bunu elbette, müesses nizam tekrar enine boyuna değerlendirecek ve bu kez, bu münferit olayda öngöremedikleri bir ‘B’ planını, yürürlüğe sokacak adımları atmayı gündeme alacaktır. Adında mutlaka ‘istikrar’ da bulunacaktır…

İstikrarın ne olduğunu, sermaye piyasaları uygulamalarıyla yakından öğrenen dünya, eskisi kadar zoka yutar mı, bunu da zaman gösterecektir.

Esasen Kovid pandemisi, bunun sinyallerini çoktan vermektedir. Demokrasi kılıfı altında, daha otoriterleşen yönetimler, insanların ‘yalıtılmışlık’ lığa alıştırılmasıyla, toplumsal yaşamda yalnızlaşması ve esnek üretimin, hayatın her alanında yeni yaşam biçimi olarak sindirtiliyor olması, adı konmamış ikinci 11 Eylül’ün sinyalleri arasında bulunmaktadır.

Kongrenin basılmasıyla, bu olay hem yeni sürecin tuzu biberi olmuş ve çok muhtemeldir ki hem de düğmeye basılmıştır diyelim…

Bekleyip göreceğiz.

Ne ki bu sefer sadece beklemeyelim.

Bu sefer hedef, hacı beller gibi kör gidişatta ‘sürü’ olmak değil, ‘boyun eğme ’menin yeniden farkına varıp görmek olsun diyelim, bunu dileyelim ve şimdilik nokta koyalım.

[email protected]