İkinci Dünya Savaşı sırasında Nazi Almanyası tarafında yer alıp da savaşı kaybetmesine rağmen, savaş sonucunda yine de toprak kazanan yegâne ülke Hırvatistan’dır. Tarihte bir ilktir. Hırvatistan’ın Nazi döneminin faturasını ödememesinin nedeni ise Yugoslavya Sosyalist Federal Cumhuriyeti’nin altı kurucu cumhuriyetinden biri tanınmış olmasıdır. Bir anlamda Hırvatistan İkinci Dünya Savaşı sonrası varlığını Tito ve sosyalist Yugoslavya’ya borçludur. Bugün ise Hırvatistan’da Nazi geçmişinin diriltilmeye, Yugoslav mirasının ise her yerden silinmeye çalışıldığını görüyoruz.
İkinci Dünya Savaşı’nda Slav nüfusun tamamının Nazi Almanya’sına katılması büyük bir demografik sorun yaratabilirdi. Bundan dolayı Nazi Almanya’sı Doğu Avrupa’da mümkün olduğu ölçüde kukla devletler oluşturma gayreti içindeydi. 10 Nisan 1941’de ilan edilen, Hırvatistan’a ek olarak Bosna’nın tamamı ve Sırbistan’ın bir kısmının dâhil olduğu Nazi işbirlikçisi Bağımsız Hırvatistan Devleti’nin (NDH: Nezavisna Drzava Hrvatska) kurulmasının gerekçesi buydu.
Nazi SS birliklerini model alarak kurulan Ante Paveliç önderliğindeki Ustaşa birliklerinin NDH toprakları üzerinde yaptıkları katliamlar ise içerdiği vahşetten dolayı Nazilerin bile tepkisini çekiyordu. İkinci Dünya Savaşı’nda Nazi işbirlikçisi Ustaşa rejimi 300.000 Sırp, Yahudi, Roman ve komünistin katliamından sorumludur ve çok ilginçtir ki faşistlerin İkinci Dünya Savaşı’nda yenilgiye uğramalarına rağmen Hırvatistan bir siyasî varlık olarak hayatına devam edebilmiştir. Yugoslavya Sosyalist Federe Cumhuriyeti’nin kurucu cumhuriyetlerinden biri olarak. Üstelik savaştan önce İtalya’ya ait olan İstria’yı da topraklarına katarak!
Slovenya’dan sonra Yugoslavya’nın en müreffeh cumhuriyeti olan Hırvatistan, Avrupa pazarına yakın, Yugoslavya’nın en önemli limanlarının inşa edildiği Dalmaçya kıyılarında, Yugoslavya’nın askeri ve iktisadî koruması altında müreffeh bir cumhuriyetti. Ne ilginçtir ki, Balkanlar gibi bir coğrafyada Yugoslavya’nın kollarında gelişen ve serpilen Slovenya’yla beraber Yugoslavya’dan bağımsızlığını ilan eden ikinci cumhuriyet de Hırvatistan’dı.
25 Haziran 1991’de bağımsızlığını ilan eden Hırvatistan, başta yeni açılan Balkan ve Doğu Avrupa pazarına ağzının suyu akarak bakan Almanya olmak üzere Batı’nın da desteğini yanına almıştı. Yugoslav iç savaşında Hırvatistan’a Avrupa’dan gelen gönüllü faşistler akın ediyordu ama Batı azgın Sırp milliyetçiliğine karşı Tudjman’ın liderliğindeki Hırvat milliyetçiliğini görmezden geliyordu.
Geçtiğimiz ay Lahey’de yargılanan ve tam da hakkındaki karar okunurken yanında taşıdığı zehri içip spektaküler bir şekilde intihar eden Slobodan Praljak Hırvatistan’ın “kahramanlar”ından biriydi. Ama ne kahraman! ICTY’nin (International Criminal Tribunal for the Former Yugoslavia - Eski Yugoslavya Uluslararası Ceza Mahkemesi) Praljak’la beraber cezasını onadığı diğer savaş suçluları Bosna Savaşı’nda “Büyük Hırvatistan” projesinin bir parçası olarak güney Bosna’da ilan ettikleri Hersek-Bosna topraklarında etnik temizlikten, esir kamplarındaki işkence, tecavüz ve cinayetlerden yargılanıp hüküm giydiler.
Kahramanlıkları böyle bir kahramanlık.
Milliyetçilik her yerde aynı! Bize göre cani, onlara göre kahraman. Tersi de doğru: Bize göre kahraman, onlara göre cani. Bizim kahramanlarımız Topal Osman, Sabiha Gökçen ya da Talat Paşa’ysa, onlarınki de Slobodan Praljak! Eli kanlı faşist Praljak! ICTY’de zehir içerek ulusal kahraman ilan edilen Praljak!
Kuşkusuz ki Praljak’ın kendi canını hiçe sayan bu fedakârlığı Praljak’ı milletinin nezdinde bir kahramana, mitsel bir karaktere dönüştürecektir. Ratko Mladiç’in ömür boyu hapse mahkûm olmasının hemen ertesinde Praljak’ın da 20 sene hapse mahkûm olması sonrasında normal koşullarda toplumda adalet duygusunun, barışa inancın perçinlenmesi beklenirdi ama Balkanlar coğrafyasında olan tam tersi.
Hırvatistan’ın faşist geçmişi sadece Praljak’ın mitsel bir kahraman haline dönüştürülmesiyle gün yüzüne çıkan bir olgu değil. Hırvatistan’da faşist semboller gün geçtikçe daha açıktan kamusal alanlarda kullanılıyor. Ustaşa’nın İkinci Dünya Savaşı’nda katliamlarını meşrulaştırmak için kullandığı ve Hırvat faşizmin alametifarikası “Za dom spremni” (Anavatan için hazır) Hırvatistan sokaklarını süsleyen, yürüyüşlerde pankartlara yazılan bir slogan oldu.
Faşizm, konsolidasyonun mucizevi ilacıdır. Hırvatistan’da da durum farklı değil.
Balkanların en varsıl, en müreffeh cumhuriyetlerinden Hırvatistan’da yakın zamanda yapılan bir kamuoyu araştırmasında halkın %23’ü Yugoslavya döneminde Hırvatistan’ın daha müreffeh olduğunu düşünüyor. Yugoslavya’dan ayıla bayıla ayrılan Hırvatistan’da bile Yugonostalji siyasî alanda değilse bile popüler anlamda bir zemin yakalamış durumda. Haliyle, bu eğilim sağcı hükümetlerin işine pek gelmiyor ve konsolidasyon için faşizme ek olarak bir de anti-komünist şerbetli bir anti-Yugoslavcılık, anti-Titoculuk devreye giriyor. Çok büyük tartışmalardan sonra Zagreb’deki Tito Meydanı’nın adı “Hırvatistan Meydanı” olarak değiştirildi.
Yugoslavya ve Tito Yugoslavya’dan silinmeye çalışılıyor. Fakat sadece geçen yıl Hırvatistan’ı terk eden 100.000 kişi Yugoslavya’dan, Tito’dan ya da komünizmden değil, AB üyesi Hırvatistan’dan kaçtılar. Tito’yu Hırvatistan’dan silmek karın doyurmuyor. Eski Yugoslavya’nın endüstri merkezi Hırvatistan’ın elinde kala kala Dalmaçya kıyılarındaki turizm kaldı. Sadece turizm genç işsizlerin derdine çare olamıyor. Dahası, Balkanların tamamına hâkim bir olgu olarak görülen yolsuzluk, Hırvatistan’da da bir olgu olmanın ötesinde, sistemin bizzat kendisi olmuş durumda.
Bütün bunların ötesinde, Hırvatistan hükümeti illa ki Yugoslavya’yı Hırvatistan’dan silmek istiyorsa, İstria’yı İtalya’ya geri vermekle de başlayabilir mesela.
Özgür Dirim Özkan’ın İleri Portal’dan önce yayınlanan yazıları için:
http://yugoslavyayazilari.blogspot.com.tr/
Bazı yazıların İngilizce çevirileri için:
http://lettersfromyugoslavia.blogspot.com.tr/