Hesap sormadan olmaz!
Hesap sormadan olmaz derken sadece ölümle sonlanan trajedilerden söz etmiyorum, yaşanılan derin haksızlıklar, eziyetler de var hesap pusulasının içinde.
“Tarih tekerrürden ibarettir” sözünü hiç sevmem. Fazlaca kaderci gelir bana, sanki tarihin tekrar etmesi engellenemezmiş gibi. Aslında her şeyin tekrar eder gibi görünmesinin altında daha derin ve köklü bağlar gizlenir. O zaman tarihin, daha doğrusu yaşamın bir güç ilişkisi olduğunu düşünürsek, onu tekrardan kurtarmanın yolu bu güç ilişkisine müdahale edebilmek olsa gerek. Mehmet Akif, "Tarih’i “tekerrür” diye tarif ediyorlar; / Hiç ibret alınsaydı, tekerrür mü ederdi?" derken bunu mu kastediyordu acaba? İlahi adalet olmadığına göre, ne olursa olsun öncelikle unutmamak ve daha eskiyi okumak gerek. Bu önemli, ama kindarlığı değil hesap sorma kararlılığını beslediği sürece…
O zaman okuyalım, unutmayalım ama hesap sormaya da hazırlanalım:
Elimdeki kitabın ismi bile insanın tüylerini ürpertiyor: I. Uluslararası Gözaltında Kayıplar Kurultayı.
KÜNYE: I. Uluslararası Gözaltında Kayıplar Kurultayı. Varyos Yay., 1996. Sahaflarda 5-95 TL arası.
Hitler’in ‘Gece ve Sis’ saldırısından başlayarak, gözaltında kayıpların faşist rejimlerin özgürlük mücadelesi verenlere karşı ezip dağıtma politikalarından biri olduğunu biliyoruz. Ardından, 70’li yılların başında Latin Amerika kıtasındaki askeri rejimler tarafından on binlerce insanın yok edilmesi yaygın bir devlet pratiği olarak günümüze kadar gelmiş ve Türkiye de elbette bu süreçten payını fazlasıyla almış. İnsan Hakları Derneği Diyarbakır Şubesi tarafından yapılan açıklamada, Türkiye’de 1980’den sonra 40 yıl içerisinde 1388 kişinin “gözaltında kaybedildiği” belirtiliyor.
Öğretmen Hasan Ocak’ın cesedi de gözaltına alınmasından 57 gün sonra 17 Mayıs 1996’da işkence görmüş ve telle boğulmuş olarak yol kenarında bulunmuştu. İşte o tarihi, tüm dünya ‘Gözaltında Kayıplara Karşı Mücadele Günü’ kabul etmiştir.
Düşünün, bir yakınınızı polis gözaltına almış ve o andan sonra kendisinden hiçbir haber yok! ‘Cumartesi Anneleri’ yıllardır bu yüzden her türlü baskıya karşın sokaktalar. Ve eylemlerinin en büyük başarısı çocuklarının cesedine ulaşmak olacak. En fazlası bu. Fazla acı...
Bu devletin insanlığa karşı işlediği en büyük suç, zaman aşımı olmayan bir suç.
Tam bu satırları yazarken Evrensel gazetesinde Eren Baskın’ın şu sözlerini okudum: “Babam Mecit Baskın 30 Eylül 1993 tarihinde polis yelekli ve telsizli kişiler tarafından gözaltına alındı ve işkence edilmiş cansız bedeni 2 Ekim 1993 tarihinde Ankara’nın Gölbaşı ilçesinde metruk bir binanın arka kısmında bulundu. Ben henüz 4 yaşındaydım…Tansu Çiller Başbakandı…Şimdi Çiller’in saklandığı karanlık dehlizlerden yeniden ortaya çıkması kanımca ülke açısından sadece bir utanç ve ayıp vesilesidir.” (1)
İşte bu yüzden hesap sormadan olmaz diyorum.
Sadece bu değil ki…Bir de suikastlar var. Alpay Kabacalı Türkiye’de Siyasal Cinayetler kitabında Tanzimat’tan 12 Mart 1971 darbesine dek yaklaşık 130 yıllık bir sürede işlenen seksen kadar cinayet ve suikast girişimini anlatıyor. Abdülaziz’e yapılan suikast girişiminden, 1970 yılında öldürülen devrimci gençlere kadar birçok cinayet veya girişim aktarılıyor kitapta. Tek tek olayları anlatmayacağım ama neredeyse tümünün ortak özelliğinin suçluların cezasız kalması olduğunu söyleyebilirim. Üstelik faili meçhul olmayanların bile. Zincirleme cinayetler de var. Örneğin Mustafa Suphi ve 15 yoldaşının katili Kâhya Yahya’yı sonradan Topal Osman’ın öldürmesi, Topal Osman’ın da başka bir gerekçeyle yargılanmadan öldürülmesi gibi.
KÜNYE: Türkiye'de Siyasal Cinayetler. Alpay Kabacalı. Altın ve Gürer Yay. baskıları sahaflarda 9-105 TL arası.
1970 yılı sonrası cinayetleri okumak isteyenler için ise Orhan Tüleylioğlu’nun dört ciltlik ‘Neden Öldürüldüler?’ kitabını önerebilirim. Elbette bunların da hesabı sorulmadan kalmış. Sonucu yine bir gazete haberiyle aktarayım: “Cumhuriyet Halk Partisi Genel Başkanı Kemal Kılıçdaroğlu, Mersin'de gazetecilere yaptığı açıklamada, Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan'ın ‘iktidardan gitmemek için her şeyi yapabileceğini’ savunarak, ‘Siyasi cinayetler kaygım var’ demişti…Kılıçdaroğlu'nun açıklamasının ardından İYİ Parti Genel Başkan Yardımcısı Koray Aydın, ‘Siyasi suikastlar yapılacağı yönünde bizim de aldığımız duyumlar var’ dedi.”(2) Doğru ya da yanlış, ama öncekilerin hesabı sorulmadığı için bu söylem sürer.
Hesap sormadan olmaz derken sadece ölümle sonlanan trajedilerden söz etmiyorum, yaşanılan derin haksızlıklar, eziyetler de var hesap pusulasının içinde. Ressam İrfan Ertel’in sergi kataloğu 100 Yaşa Can Verenler-Den bunları düşündürdü bana. Sergide ve elbette katalogda bu ülkenin sosyalist mücadelesinde yaşamını yitirmiş olanlar 112 tabloda resmedilmiş. Mustafa Suphi’ler ve Sabahattin Ali, Türkiye’de Siyasal Cinayetler ile arakesiti serginin. Ertel solun hiçbir kesimini ayırmadan, sadece TKP’lileri almadan; Mahirlerin, Denizlerin, Erdal Eren’in, Berkin Elvan’ın, Kemal Özer’in, Sabahattin Eyüboğlu’nun ve diğerlerinin resimlerini yapmış. Ortak özellikleri hepsinin mücadelenin tam ortasında yer almış olmaları ve her birinin büyük haksızlıklara uğraması. Kiminin yaşam hakkı, kiminin eğitimi, kiminin özgürlüğü engellenmiş. Bizler daha iyi bir ülkede yaşayalım diye uğraşmış tümü. Bizim için, kendilerinden vermişler. Şimdi bunların hesabının sorulmasını istemek çok mu fazla olur? Hiç sanmıyorum.
KÜNYE: 100 Yaşa Can Verenler-Den. İrfan Ertel, 2020. Sergi sırasında satılıyor, meraklısı ile paylaşabilirim
Hesap sorma dendiğinde içimi cız ettiren bir olay da Veli Saçılık’ın kopartılan koludur. Bilmem anımsar mısınız, 90’lı yıllarda cezaevi operasyonları yapılıyordu. En azından 26 Eylül 1999’da Ulucanlar katliamını unutmak mümkün değil. Devamında Temmuz 2000’de “Burdur’da Başarılı Operasyon” yapılmıştı. Burdur cezaevindeki tutuklular koşulların kötülüğüne karşın, bir de kötü muamele görmek istemiyorlardı; tüm talepleri bundan ibaretti. Ama ne oldu, acımasız bir saldırıyla karşı karşıya kaldılar. Veli Saçılık o anları şöyle anlatıyor: “Sağ elimi yukarı kaldırıp küfürlere inat zafer işareti yaptım. O anda kepçe operatörünü gördüğümü hatırlıyorum, o da bana doğru bakıyordu. Aynı anda kepçeyi bana doğru savurduğunu görüp, geriye doğru çekilmeye çabaladım…Tam beynimin ortasında tarif edilmez bir acı hissettim…Kendimi kepçeden geriye doğru çektiğimde gözlerim sağ koluma takıldı. Kolum yerinde yoktu.” Sonrasını anlatmayayım…
KÜNYE: Burdur’da Başarılı Operasyon. Veli Saçılık (Der.). Ceylan ve Sınırsız Kitap baskıları sahaflarda 4-75 TL arası
Anlatmayayım ama kimden hesap sorulacak? Mahkumlara saldıran jandarmadan mı? Emir verenlerden mi? Saçılık’ın kolunu kopartan iş makinasını kullanan sivil polisten mi? Tutuklulara tecavüz eden, işkence yapan gardiyanlardan mı? Cezaevi müdüründen mi? Validen mi? Doğru dürüst soruşturma yapmayan müfettişlerden mi? Gözü önünde yapılan kötü muameleyi görmezden gelen ve olayların üstünü örtmeye çalışan savcıdan mı? İşkenceyi raporlamayan doktordan mı? İçişleri Bakanı’ndan mı? Adalet Bakanı’ndan mı? Hangisinden? Hepsinden mi?
Ülkenin bir yerlerinde insanlar yaşamını yitirir, işkence görür, sakatlanır. Bunlar bazen haber olur, bazen olmaz. Her iki durumda da çok az kişiyi ilgilendirir ve genellikle unutulur. Aslında unutmamak bile yetmez tek başına, hesap sormadıkça suç sürer gider.
Evet, hesap sormak için önce unutmamak gerekir. Bunun için de olanlar bir yere not edilmeli. Ben not etmektense, varsa konuyla ilgili bir kitap almayı tercih ediyorum. İlk anda bu tip kitaplar biraz sıkıcı olsa da zamanla, olaylar bellekten silindikçe değerleri artar. Örnekse Can Ataklı’nın alt başlığı ‘Bir Darbenin Anatomisi’ olan İhanet kitabı. Kitap, Ataklı’nın 15 Temmuz darbe girişimi sırasında sıcağı sıcağına yazdıklarından oluşuyor ama sonradan yazı aralarına yeni bilgiler de eklemiş. Burada darbe sürecine ilişkin çok önemli 26 soru soruyor ve ben tekrar okuduğumda henüz hiç birisine yanıt verilemediğini gördüm. Hatta aklıma yeni sorular bile geldi. Bu sorular yanıtsız kaldığı sürece ne öldürülen 250 kişinin hesabı sorulabilir ne de Boğaz Köprüsü’nde katledilen erlerin. Ataklı’nın dediği gibi, “madem kontrollü darbe demek bir İhanet ve teröristlik kabul ediliyor, biz de ‘kontrolsüz darbe’ deriz” (s.11). Sanırım şu saptama da çok önemli: “Saray ve AKP artık ‘yeterince piştiğine’ inanarak cemaati tasfiye etmeye çalışmıştır” (s.71).
KÜNYE: Bir Darbenin Anatomisi: İhanet. Can Ataklı, Halk Kitabevi, 2017. Etiket fiyatı 45 TL.
Neyse, belki şu anda hesap sorma durumunda değiliz ama unutmamamız bile önemli çünkü tarihte bazen öyle şeyler olur ki, ne doğrudan bir kişinin ölümüne ne de doğrudan acı çekmesine yol açmıştır. Ama kimi zaman küçük bir müdahale toplumun yıllarını, ilerlemesini engellemiştir. Bu dediğim nokta için çok örnek bulunabilir ama beni en çok içerletenlerin arasında Türkiye’de antikomünist histerinin başlangıcına neden olan 1945 yılında Sovyetler Birliği’nin Kars ve Ardahan’ı istediği, doğru sözcüğü seçmek gerekirse, yalanı vardır. Arşivlerde böyle bir talep olduğunu gösteren hiçbir belge yok. Sadece dönemin Moskova Büyükelçisi (sonradan Dışişleri Bakanı) Selim Sarper, SSCB Dışişleri Bakanı Molotov’la yaptığı görüşme sonrasında boğazlarda üs ile birlikte böyle bir toprak talebi olduğunu söylemiştir, o kadar. Dediğim gibi, ortada hiçbir yazılı belge yok. Kaldı ki, Sovyet gizli arşivleri açıldıktan sonra bile ne böyle bir talebe ne de görüşme tutanaklarında bir kayda rastlanmış. Ama ülke içerisinde güçlü bir antikomünist rüzgâr estirilmiş, toprak reformu engellenmiş, köy enstitüleri kapatılmış, insanlar tutuklanmış…
Tümüyle antikomünist bir bakış açısıyla yazdığı ve 1936-1956 yılları arasında Boğazlar Meselesi’ni ele aldığı kitabında Kemal Baltalı önemli bilgiler de veriyor. Özellikle bugünlerde de güncel olan Montrö anlaşmasını İngiltere ve ABD’nin delmeye çalıştığını anlatırken, ‘Rusya’nın sıcak denizler özleminde’ kastedilenin Akdeniz değil, Hint ve Atlas okyanusları olduğunu söylüyor. Kitaptan anlaşıldığı kadarıyla Kars-Ardahan sorunuyla ilgili tek yazılı belge ise iki Gürcü profesörün birer hafta arayla yazdıkları iki makale ile Kars ve Ardahan’ın tarihi olarak Gürcistan’ın (Ermenistan’ın değil) bir parçası olduğunu söylemeleri. Yani resmi bir özelliği olmayan, sadece iki kişinin görüşleriydi ve SSCB’nin bir talebi yoktu. Ancak bir yalan üzerine yürütülen kampanya belki de yazı boyu anlattığım pek çok acının kuramsal temeli olmuştu. Şimdi bunun da hesabı sorulmasın mı?
KÜNYE: 1936-1956 Yılları Arasında Boğazlar Meselesi. Kemal Baltalı, 1959. Sahaflarda 65-225 TL arası.
Evet, o kadar çok hesabı sorulacak konu var ki. Kendi yaşamınızı düşünün, hepimiz her gün bireysel bazda bile pek çok adaletsizlikle karşı karşıyayız ve önemli bir kısmını da kanıksadık bile. Hangi birinin hesabı sorulacak? Özellikle son dönemde suça karışan kişi sayısı o kadar çok ki. Belki de en doğrusu toptan bir hesaplaşma, Marks ve Engels’in Manifesto’da söyledikleri gibi: “Her ülkenin proletaryası kuşkusuz önce kendi burjuvazisiyle hesaplaşmalıdır”. Nokta.
NOTLAR:
(1)https://www.evrensel.net/haber/456932/tansu-ciller-ve-baskalarinin-cocuklari