Analiz yapmak hayal kurmaktan farklıdır. Birincisi için, her şeyden önce somut veriler gerekir. Veri yoksa olanı ya da o sırada olmakta olanı (olguları) anlamaya, sonraki aşamalarda neler olabileceğini, mevcut durumun nereye doğru gittiğini kestirmeye çalışırsınız.
Fakat bu kestirme süreci çok yanlış analitik sonuçlara da yol açabilir. İnsan bazen ipin ucunu kaçırarak yaşanmakta olan sıcak olayları öteden beri kafasında geliştirdiği bir şablona oturtmaya çalışır ki bu durumda kendi özlemlerinizi ya da niyetlerinizi analiz haline getirmiş olursunuz. Günümüzün aşırı bilgi/haber/yorum bombardımanı ortamında, çok hızlı yaşanan, denetimden çıkmış gibi görünen olaylar karşısında herkes, bütün akımlar ve gruplar kendi tahayyül alemlerine, siyasi niyetlerine, yakın dönem hedeflerine uygun sayısız veri toplayabilir ve bunları temel alarak analiz yapabilir. Bu analizler kendi içinde mantıklı da olabilir. Ancak geleceğe dönük kestirimler her zaman “hipotetiktir”; hemen önümüzdeki tarihsel süreçler tarafından doğrulanmazsa çöpe atılmaları gerekir. Tarihin içinde, doğrulanmamış, hatta kesinlikle yanlışlanmış analizlerden oluşan muazzam bir çöplük vardır. Maalesef bu çöplüğün “delete” tuşu da yoktur.
Heyecana kapıldıktan sonra aklınıza gelen ilk analojiye sarılarak da analiz yapabilirsiniz. Mesela “Arap Baharı”nı 1917 Şubat Devrimi’ne benzetenler olmuştur. Libya’da ortalık karışıp “isyancı” güçler doğu-batı istikametinde ilerlerken buna “halk savaşı” diyenler, gerici güçlerin önüne dikilen Libya ordu birliklerinin sürekli biçimde emperyalistler tarafından bombalanarak yolun ta Trablus’a kadar açıldığını görmeyenler olmuştur. Türkiye’nin neredeyse “Finlandiya” gibi bir ülke olduğunu, sosyalistlerin artık şamatayı bırakıp “demokratik parlamenter sistem” içinde kendilerine legal bir yer edinmeleri gerektiğini, ülkemizin önünde “demokratik” bir süreç açıldığını, geleceği hep birlikte kurabileceğimizi düşünerek “kitle partisi” kuranlar; Rojava’da devrim olduğunu, bu devrimin Kürdistan’ın beş parçasının odak noktası haline gelerek genişleyeceğini ya da internette “Ay Karmela!” şarkısı eşliğinde gösterilen silahlı YPG-PKK militanlarına bakıp Kobane savaşının İspanyol İç Savaşı’na benzediğini, bir tek “uluslararası tugaylar”ın eksik kaldığını düşünenler… saymakla bitmez.
Yanlış anlaşılmasın, bu türden analojiler sadece biz sosyalistlere özgü değil. Amerikan “Çöl Ayısı” şişko General Norman Schwarzkopf Bağdat’a doğru ilerlerken kendisini II. Dünya Savaşı sırasında Sicilya’ya çıkan 8. Ordu’nun komutanı General Montgomery gibi görmüş, Irak halkının tıpkı faşizmden kurtulduğu için sevinen İtalyanlar gibi “demokrasi geliyor” diye tezahürat yapıp kendisini çiçeklerle karşılayacağını sanmıştır. Mesela Davutoğlu, ünlü jeopolitika uzmanlarının ABD için geliştirdiği stratejik bakış açılarını aşırı derecede okuduğu için Türkiye’yi “merkez ülke” olarak görmüş, güneye doğru Sünni imparatorluğu kuracağını hayal ederek “analiz” yapmış, silahı kapan her Sünni’yi bu amaç doğrultusunda kullanabileceğini sanmıştır… saymakla bitmez.
Elbette sezgiler de önemlidir. Mesela geçenlerde, şair Özdemir İnce’nin Şiirde Devrim adlı kitabının yeni baskısı için çalışırken şu çarpıcı cümleye rastladım: “Çünkü bilginin güçlendiği oranda bilgisizlik de güçlenecek, aydınlığın yayılması karanlığın da yoğunlaşmasına yol açacak, insanın gözleri kamaştıkça görme gücü azalacak ve belki de XXI. yüzyılda yeni bir ortaçağ başlayacak.” Bir kâhin gibi konuşan şair, bu cümleyi tam on beş yıl önce yazmış.
Günümüzde gizli diplomasi I. Dünya Savaşı öncesini mumla aratacak ölçüde gelişmiş, çok çeşitli (sofistike) tekniklerle güçlendirilmiştir. Sızdırılan belgelerin bile (wikileaks vs) ayıklandığını, yönlendirme amaçlı kullanıldığını farz etmek için pek çok neden var.
Ortalığa saçılan doğru/yanlış muazzam bilgi/haber/yorum kütlesi, gizli diplomasiyi dolaylı olarak perdelemektedir. Bolşevik Hükûmeti 1917 yılının 14-24 Kasım günlerinde İzvestiya gazetesinde Çar’ın arşivindeki gizli diplomasi belgelerini açıkladığında, emperyalist devletlerin savaş ajitasyonunun, kitleleri yönlendirmek için kullanılan sloganların ardında yatan gerçeklerle ve niyetlerle ilk kez tanışan dünya hayretler içinde kalmıştı. Günümüzde böyle bir şeyin olması mümkün görünmüyor. Hiçbir şey şaşırtıcı değil. Öte yanda, sanal alemlerde her şeyin makul bir açıklamasını bulmak, farklı ideoloji ve siyasi tutumlara göre bunları seçip yorumlayarak bir analiz döktürmek her zaman mümkündür.
Demek ki interneti zaman zaman bırakıp her yerde her zaman, hareket halinde bile kitap okumak ve düşünmek gerekiyor. İnsanların, grupların, hareketlerin zaman zaman “fabrika ayarları”na dönerek kendi kafalarıyla düşünmeleri, internet kafasıyla düşündürülmelerinden daha iyi sonuç verir.