Söze hasmın, düşmanın adıyla başlayalım. Kapitalizm eski yöntemlerle devam etmekte zorlanıyor. Ama insanın, insanlığın kadim düşmanı çıkışsızlığı hiçbir zaman kabul etmez; özünden sömürüden vazgeçmez, varlık nedenini insanlığın varlık nedeni gibi sunmaktan bir an bile geri durmaz. Kendisini ilerlemenin sanayi devriminin vahşi zamanlarında var eden burjuvazi, sömürüyü yoğunlaştırmak, dünya çapında yaygınlaştırmak için kan dökmekten bir an bile geri durmadı. Denetimini hiçbir zaman elden bırakmadığı “demokrasilerle”, savaşlarla, darbelerle ancak sürdürebildiği varlığını ebedi kılma hayalinden hiçbir zaman vazgeçmedi. Varlığının kaçınılmaz nedeni, “esbab-ı mucibesi” ve sonucu olan bunalımları şimdi sık sık söylendiği gibi fırsata çevirmek, metropollerde sağladığı sessizliği sürekli kılabilmek için, türlü yöntemlerle kendine bağladığı işbirlikçi yönetimler eliyle gittikçe artan ölçülerde zorbalığa başvurmaktan kaçınmadı.
Bütün bu sistemin ayakta kalabilmesi için kültür dünyasının, sanatın, edebiyatın, tiyatronun, sinemanın da egemenlik alanı içinde kalması için çaba göstermeyi hiç ama hiç ihmal etmedi. Yoğunlaşan ısrarına her yöntemi kullanmayı denemesine karşın, bu alanlar yine de dünyanın belalısının mutlak egemenlik zincirinin zayıf halkası olarak kaldı. Bu alanlardaki canlılık, hayatiyet tarihin her döneminde ve özellikle sanayi devrimi sonrası gerçekleşen ilerlemenin kanlı tarihini gözler önüne sermekten, resmetmekten, anlatmaktan, umut ışıkları yakmaktan vazgeçmedi.
İlerleme kaçınılmazdır; ama insanın özüne ne kadar uygun olduğu, bir felakete doğru gidip gitmediği tartışmalıdır. Bilimin kendini doğal olarak geliştiren inadı, körcesine kullanılma ısrarına direnişi tarihseldir. Kapitalizmin kendi amaçları doğrultusunda kullanma isteğine itirazı, teknolojiye indirgenme hevesine boyun eğmemesi de, henüz sonlanmamış kavganın konusudur. Kapitalizmin felsefe ile ilişkisi de karmaşıktır. Sosyoloji gibi toplum mühendisliği amacıyla kullanma imkânı bulamasa da keçi boynuzu misali ondan da en büyük verimi elde etmek için az çabalamadı burjuvazi. Filozofların bilimle kesişen bilimi güçlendiren verimleri her zaman canını sıktı. Ama bu dünyada kendine uygun kullanışlı dostlar bulmakta da her zaman mahir oldu. Bu nedenle “Varlık ve Hiçlik” üzerine kalem oynatan filozoflar vahşi rejimlerin, diktatörlüklerin yandaşı olabildiler. Bu nedenle bilimsel gelişmeyi metafiziğin emrine verebilmek için çabalıyor, hayal dünyasının yol arkadaşı yapabilmek için canla başla çalışıyorlar.
NE VARSA MEDYADA VAR
Ama kapitalizmin her zaman en büyük yardımcısı, denetlemekten büyük haz duyduğu iş birliğine büyük değer biçtiği ortağı medyadır. Medya büyük olanaklar içeren alanı gittikçe genişleyen, yetenekleri sınırsız ve sonsuz olmaya doğru gelişen bir alandır. Klasik yazılı basının giderek küçülmesi ile ters orantılı olarak internet medyası ya da sosyal medya hızla büyüdü. Radyo teknik olanakların artmasıyla birlikte internet üzerinden ömrünü uzatmayı başardı. Durgun fotoğraf teknolojisi dijitalleşti; sinemayla, oradan sınırları belirsiz televizyonla, videoyla, görüntülü görüntüsüz telefonla ve tüm bu olanakları birleştirmeye heveslenen oyun sektörüyle yeni bir aşamaya girdi. Neredeyse çeyrek yüz yıla sığan bu gelişmeyle birlikte sosyal medyanın egemenlik alanı genişledi. Seyircisi ve oyuncusu hızla artan bu baş döndürücü gelişmenin odak noktası, medyanın masumiyetini yitirmesi, sermayenin belirleyici olduğu yeni bir medya düzeninin yaygınlaşması, hükümetlerin devletlerin aslında kurucusu oldukları medya üzerindeki egemenliğinin yeniden ve neredeyse tamamen mutlaklaşması oldu. Bu kadar da abartmaya gerek yok denilebilir. Sosyal medya tek taraflı işlemiyor, hatta “demokratik olduğu bile söylenebilir” iddiasını yabana atmayalım; ama insanın haberini kendisi yapıyor, kendisi okuyor olmasının, çerçevesi çizilmiş kapalı dünyada mutlu olmasının, yani algoritmalara tutsaklığının demokrasi ile hiçbir ilgisi yoktur. Sermaye, hükümetler, devletler tarafından manipüle edilmeyen, yönlendirilmeyen bir medya yok artık. Sermaye, çok yönlü sahiplik yöntemleri ve reklam sektörü aracılığı ile medyanın tek hakimidir. Muhaliflerin bu alanda var olmaları ancak korsan çıkışlarla, inatçı gazetecilerin risk almalarıyla, arkası hızla gelen tavizlerle, uzlaşmacı politikalarla mümkün olabiliyor. Azıcık demokratik ortamlarda eleştirel olmayı deneyen, muhalefetin görüşlerini aktarmaya niyetlenen cılız çabalar köşeye sıkıştırılıyor, abanın sopanın gücüyle ehlileştirilebiliyor. Bu kadar mı? Hayır, dahası var…
Ama önce bu gelişmenin arka planına bakalım. Demokratik görünme çabasını hiç elden bırakmayan liberalizm, bu iddiasını savunabilmek, güçlendirebilmek için serbest piyasa ekonomisi ile ilişkisinin artık geçerli olmadığı tezini savunur. Kapitalizmin kötü şöhretinden uzaklaşmak isteyen ama liberalizmin piyasa ekonomisinin ideolojisi olduğu gerçeğini gizleyemeyen liberaller çıkışı liberalizmi ikiye bölerek, adeta var olduğunu iddia ettikleri kördüğümü kılıçla keserek çözmeye çalışırlar. Onlara göre “siyasal liberalizm” ile “ekonomik liberalizm” birbirinden farklıdır. Siyasal liberalizm özgürlükçü, demokratikti, ama ekonomik liberalizm koşulların her zaman özgürlükçü olmayabileceğinin kanıtıydı. Bu nedenle de kafalar karışıyor, serbest piyasanın değil ama vahşiliklerinin, kötülüklerinin siyasi liberalizm hesabına yazılmasına yol açıyordu. Öte yandan liberalizmin çok farklı eğilimlere coğrafi farklılıklara dayanan çeşitliliği, bin bir savaştan çıkmış, kirlenmiş modernizm karşısında eski ideolojik üstünlüğünü tehlikeye düşürüyordu. Ama bu sözde siyasal liberalizm - ekonomik liberalizm farklılığını savunmak kolay olmuyordu. İmdada soldan sağdan zuhur etmiş entelektüeller yetişti. İşte liberalizmin nihayet kendine uygun bulduğu, sığındığı, kendini yineleme ve hep can sıkmış nesnellik yerine algının egemenliğini besleyip büyüten, ona hayat veren melcenin adı postmodernizmdir.
ALGIDIR ESAS OLAN HAKİKAT DEĞİL!
Geçtiğimiz yüzyılın büyük postmodern ayaklanmasının gücü, ne niyetle yerseniz o tadı verdiği söylenen muz gibi olmasından kaynaklanır. Ele avuca sığmayan bu felsefi akım gerçekten de çok demokratik bir havaya sahiptir. Onun geniş zarfı içinde haklı itirazlara, etnisitelere, farklı cinsel eğilimlere saygıya, kültürel ve yaratıcı çeşitliliğe, demokratik çoğulculuğa, sınır tanımayan eleştiri özgürlüğüne yer vardır. Anarşizmin insana özgü, insanı düşünmeye sevk eden ne kadar özelliği varsa hepsini sahiplenmiştir. Sosyalizm de onun için bir tabu değil, temel tezlerindeki hatayı göremediği, büyük anlatıya boyun eğdiği için becerilememiş güzel bir denemedir. Kendini böylece geniş bir alanda pazarlama imkânı bulan postmodernizm, büyük bir gururla nesnel gerçeklikten hakikatten hiç ama hiç hoşlanmadığını ilan eder. Postmodern felsefenin entelektüel dünyanın kapalı havzası içinde kalması kuşkusuz onu sınırlıyordu; bu nedenle geniş kitleleri kolayca etkileyebilecek bir slogana, kolayca kavranabilecek ve insanı sonsuz özgür bırakabilecek bir araca gereksinimi vardı. Bilimsel, hukuki, siyasi ve ekonomik olarak büyük savaşlardan geçmiş badireler atlatmış modernizme son darbeyi vurmak için uydurulmuş kavram “post truth - hakikat sonrası” ya da Oxford sözlüklerinin daha açıklayıcı olduğunu öne sürdüğü “hakikatin önemsizleştirilmesi” büyük bir medya kampanyasıyla dünyamıza girdi. Elveda gerçeklik, elveda hakikat arayışı; algıdır bundan böyle ne varsa insana ait.! Dediğimiz gibi liberalizmin ya da günümüz dünyasının ekonomiye ve siyasete egemen ideolojisi neoliberalizmin en kullanışlı aracı şimdilerde post truth’tur ve yeni medya düzeni bu aracın mahir borazanıdır.
***
Medya dünyasındaki son gelişmelere bir ölçüde değindik, ama turpun büyüğü heybededir; hakikat nasıl ortadan çekildi, algı nasıl onun yerine geçtiyse sosyal medya da artık kendini bilecek; bu çok verimli alanda insanların nesnel gerçeklikten hakikatten tümüyle uzaklaşmaları gerekecektir. Ama kuşkusuz insanların çalışması üretmesi, sömürülmesi bir zorunluluktur. Buna eklenecek yeni zorunluluk insanların hayal dünyasına, algının gerçeğin yerine geçtiği bir başka dünyaya geçebilmeleri olacaktır. Ama bu dünya neoliberalizmin kendi nesnel gerçekliğinden kopmamalı, orada bir şekilde paranın egemenliği nesnel dünyadan o dünyaya transfer edilebilmelidir. Algıların zengin dünyasının kapısını bedava mı açacaksınız? Olacak iş mi! O dünyanın da bir ekonomisi, hatta hukuku olmalı, kapitalizmin evrensel kuralları orada da işlemelidir. Başta Facebook’un adını Meta olarak değiştiren Zuckerberg olmak üzere, izinli izinsiz bize ait tüm verileri “big data” adı altında biriktiren, kullanan ve pazarlayan internet dünyasının patronlarının, zenginlikleri kimi ülkelerin bütçelerini aşan tekellerin verdiği karardır bu. Harekete geçilmiş, algoritmalar yazılmaya, satırlar uzatılmaya, ilişkiler derinleştirilmeye, insanı çekecek tuzaklar kurulmaya başlanmıştır. Kripto para üzerinden satışlar hızlanıyor. Yolu yordamı üç aşağı beş yukarı belirlenmiş, piyasası daha şimdiden oluşmuştur.
Metaverse’ün büyülü dünyasına erken rezervasyonlar başladı. Haydi eller havaya, hepimize kutlu olsun…
Yoksa geçmiş olsun mu demeliyiz…