Yaşamımız, kısa, orta ve uzun vadeli kazanımlar için hem bizim hem de başkalarının karşılıklı hamleleriyle şekillenir. Bunun sonucu kimi zaman kazanırız, kimi zaman da kaybederiz.
Çalışma yaşamındaki hamleler de, yaşamsal hamlelerimizden biridir. Kazanmazsanız yaşamınız zehir olur. Sadece sizinki değil, eşiniz, çocuklarınız ve dostlarınızınki de aynı sonucu görür. O nedenle, kazanımların maksimum düzeye çekilebildiği bir çalışma yaşamı yaratmak için var gücümüzle mücadele etmeliyiz.
Bu mücadelenin en önemli ayaklarından biri, çalışanların örgütlü olduğu sendikalardır. Ama, gerçekten çalışanların çıkarlarını korumak için var olan sendikalar.
İşte, son dönemde metal ve otomotiv sektöründe yaşanan sancının temelinde bu tercihin yarattığı sonuçlar yatıyor.
Bursa merkezli başlayan ve sonrasında başta Kocaeli’ne yayılan hak arama amaçlı işçi eylemleri, bu perspektiften değerlendirilirse tüm çıplaklığıyla görülür.
Eylem yapan, direnen işçiler, otomotiv ve metal sektöründe. Yani, ülkeye katma değer yaratan iki önemli sektöründe çalışıyorlar. Ücret taleplerinin yanına sendikal yaşam ve iş güvenliği olanaklarını da ekleyerek ayaklandılar. Çünkü, geldikleri noktada, üyesi oldukları Türk Metal Sendikası’nın çıkarlarını korumadığına emindiler.
İşçi ve işveren tarafları arasındaki bu mücadeleye, Türk Metal’in katılmayı tercih ettiği perspektif ne yazık ki ‘’işverene eklemlenme’’ olmuştur. İşte bu tercih, krizi derinleştirmiş ve işçiyi daha da bilinçlendirmiştir.
Türk Metal Sendikası’nın hem işçi hem de işverenle tutturmaya çalıştığı ilişki, ötesinde restleşmeler, tam bir satranç mücadelesi haline dönüşürken, herkes yeni hamleler için pozisyon değiştirmekte seri adımlar atar hale geldi.
Yaşananları anımsadıkça, hamle savaşında ilk kez işçilerin göreceli de olsa bir adım öne geçip işvereni sıkıştırdığını görür gibiyim. Ama, bilindiği üzere satranç bir strateji oyunudur. Hamle üstünlüğünüz hangi boyutta olursa olsun stratejiniz belli bir gerçekliğe oturmuyorsa, mücadelenin sonunda ‘’şah-mat’’ hamlesini yapan siz değil, rakibiniz olur.
Bu hamle savaşına biraz da bu gözle bakmak gerekir…
Şimdilerde, grev ve direnişlerin yarattığı göreceli kazanımlar var. Bu kazanımlar, işçi sınıfı açısından bakınca gülümseten bir rahatlama yaratıyor. Ama, ‘’Türk Metal istifa’’ diye yeri göğü inleten sınıfın, bundan sonra hangi sendikal zeminde örgütlü güç haline dönüşeceğini tarif eden bir adım yok.
Oysa ki, sınıf mücadelesinde kalıcı başarının tek adresi örgüttür ve yaratılan örgütlü mücadele gücüdür.
Bu direniş ve grevlerden çıkan, HYUNDAİ ve benzeri kuruluşlardaki sendikasız yaşam ise işverenlerin önüne ‘’Türk Metal kovulacak’’ tanımlamasıyla bir koşul koyduğunuzda seve seve kabul edeceği gün gibi ortada. Zaten, kabul edildiğini de duyurdular.
Gerginliğin azaltılması, ortaya çıkan kayıpların da bir an önce giderilmesi için, diğer talepler olan ‘’işçi çıkartılmaması’’ ve ücretlerde ayarlama yapılmasını zımmen kabul eder yaklaşım sergileyen işverenlerin, uzun vade hesaplarında, sendikasızlaştırma olduğu kesin. O yüzden, bu hedefin yaratacağı kazanımlar dolayısıyla şimdiden el ovuşturmaya başladılar bile.
Ayağa kalkan işçi sınıfının, yeniden oturmamak için uzun erimli, kazanıma da açık olan yeni stratejiler geliştirmesi, sırf bu yüzden artık kaçınılmazdır.
Çünkü;
Sadece üç taleple mücadele etmek ve görece rahatlatıcı düzenlemelerle ‘’kazandık’’ havasına girmek, işçi sınıfı adına sağlam bir adım atmak anlamına gelmez.
Talepleri bir kez daha anımsayalım;
-Ücretlerimiz BOSCH sözleşmesi baz alınarak yeniden ayarlansın, MESS bunun için gerekeni yapsın.
-Yaşadığımız süreçten dolayı hiçbir işçinin işine son verilmeyeceği konusunda garanti verilsin.
-Bu süreçte işten atılan işçi arkadaşlarımız geri alınsan
-Türk Metal sendikası gidecek
-Temsilcilerimizi demokratik bir yöntemle belirleyeceğiz.
Bunlar arasında en çok dikkatimi çeken ‘’TÜRK METAL SENDİKASI GİDECEK’’ olanıdır. Evet, bence de TÜRK METAL gitmelidir, çünkü işveren destekli, işçi çıkarı yerine işveren çıkarını koruma anlayışında bir sendikadır.
Peki, yerine ne gelecek ?
Bu saatten sonra sendikasız iş yaşamını savunmak, işçi sınıfının işi olmamalıdır. Yani, HYUNDAİ ve benzeri işyerlerindeki sendikasızlaştırmanın nasıl bir köleleştirme operasyonu olduğunu, öncelikli olarak işçiler iyi bilmektedir. O yüzden, bu seçeneğin fazla anlamı olmadığını düşünüyorum.
DİSK’e bağlı Birleşik Metal-İş’in TÜRK METAL’den boşalan yeri doldurma olasılığını da en azından şimdilik gerçekçi bulmuyorum. BOSCH’ta yaşananlar belleğimizdeki tazeliğini koruyor.
Bütün bunlar ortadayken, bir yerlerden düğmeye basılmışcasına domino etkisi yaratan grev ve direnişlerin, başka bir seçenek yaratmak için iktidarın ve işverenlerin de onayını almış olduğunu düşünüyorum.
Çalışma hayatının her alanında ‘arka bahçe’ yaratarak, bunların oluşturduğu basınçla 1. cumhuriyete son veren ve yerine 2. cumhuriyet (gerici) projesini kabul ettirmede önemli yol alan siyasal iktidar ve sermaye, artık işini ihtimallere bırakmak istemiyor. Tasfiye ettikleri cumhuriyetin direnç noktalarından biri olarak gördükleri Türk Metal’i ayak bağı olmaktan çıkartmak için düğmeye bastılar ve her noktada domino etkisi altında kalan fabrikalar harekete geçti.
Direnen ve grev yapan metal ile otomotiv işçileri ‘’TÜRK METAL İSTİFA’’ derken yerine hangi sendikanın geleceğine ilişkin tek bir söz etmiyor. Nedendir acaba ?
Bu hareketliliği çıktıları açısından tarihsel bir ilerleme ve gelişim olarak kaydetsek de, çok fazla kutsamamak lazım. Çarkları gericiliğe kilitleyen sermaye ve siyasal iktidar, neden işçi sınıfını da koşulsuz gerici örgütlenmenin hakim olduğu sözde sendikaya yönlendirmesin ki ?
Hareketin, başladığı gibi sönümlenmesi için güvenlik güçlerinin devreye sokularak fabrikaların boşaltılmak istenmesiyle, işverenlerin o üç talebi kabul etmesinin aynı zaman dilimine denk düşmesi de, herhalde tesadüf değildir.
Zamanlama manidar, ama daha henüz ‘’şah-mat’’ diyen bir hamle yapılamamıştır.