“İleri demokrasi”, 15 Temmuz sürecinin dışa yansıyan en önemli söylemidir.
Darbeyi savuşturan yönetim, şimdi işin kuruculuğuna taliptir.
Öyleyse, soru şu olabilir: Elini tutan olmadıysa ve buna ihtiyaç vardıysa, on dört senedir neden kurmadın?
Yani ahaliyi yine bir heyecan sardı; sorgusuz sualsiz, kurulacak yeni demokrasiyi, sevinçli bir telaşla bekliyor. Ve bu defa sade ve tekil olanının kesmeyeceği ilan edilmiş olduğundan, “ileri” olanından medet umuluyor.
Ne demeli, bu coğrafyada demokrasi, adeta sihirli bir sözcük gibi algılana gelir. Gelmiş geçmiş her darbe, hep bir “demokrasi kuruluşu” vaaz etmiştir ve bu kez de olan biten, aynı minvaldedir. Oysa dikiş tutmadığından olsa gerek, demokrasi işi her seferinde baştan yazılmakta ve kurulmak için sıra beklemektedir.
Demokrasi denilen olgu, bir yakalanabilse; ya da daha iyisi, bir gün bu ülkeye elini kolunu sallayarak kendiliğinden gelse; hem yönetenler, hem de yönetilenler nasıl da mutlu olacaklar ve “demokrasi” yi tadından yenilemeyecek bir insanlık tekâmülü olarak alkışlayacaklardır...
Sandığa indirgenmiş bir sosyal yaşam alanı içinde, demokrasicilik oyununun asıl sırrı, onun siyasi-iktisadi özü içinde yatmaktadır. Esasen demokrasi meselesi özünde sınıfsaldır.
Söz gelimi sermaye sınıfının demokrasiden yana veya eksikliği babında, bir şikâyeti olduğu duyulmamıştır. Özü itibariyle “piyasa istikrarının” sağlanması ve yanı sıra sermayenin çıkarını kollayacak, seçimle belirlenmiş bir parlamento olması, demokrasinin yeter koşulu olarak algılanmıştır. Doğrusu, sermayeye hizmette kusuru olmayan bir parlamentonun vaaz ettiği rejime de, sermaye demokrasisi denmesinde bir beis bulunmamaktadır…
Memlekete bir türlü gelemeyen, emekçi sınıflara rahat nefes aldırabilecek bir demokrasidir ki, olan biten tarihe bakılırsa, bu coğrafya henüz ona uğrak olma noktasında değildir…
Yani ve şimdi sıra, yine bildik söylemlere uygun bir ileri demokrasi kuruculuğundadır. “Ohal” de gün bu gündür; kuruculuk anahtarını çevirmek için bir fırsat doğmuştur ve savuşturulan darbeyle, yeniden ileri demokrasi kuruculuğu, ihtiyaca binaen, gelip kapıya durmuştur…
***
15 Temmuz sürecinin meydanlarda da iki önemli göstergesi olmuştur.
Daha önce adları “iki ayyaşa” çıkmış olanlardan ilki, darbeyi savuşturan yönetim erkince baş tacı yapılmış ve çarşaf gibi boy boy resimleri, parti binaları başta, bütün meydanlara asılmıştır. Saygı duruşu ne kelime, şimdi herkes önüne geçip “öz çekim” yapmakta yarışmaktadır. Yani, sap gibi ayağa kalkma ikircikliği, böylece tam cephe berhava olmuş ve Sarı Paşa’nın posterleri ileri demokrasi kuruluşunda yeniden kıbleye konmuştur.
İkinci ayyaşa gelince; CHP’nin 24 Temmuzda yaptığı mitingine de denk düşen bir biçimde, Lozan nedeniyle hatırlanmış ve bu defa unutulmaktan kurtulmuş, minnetle anılmıştır…
Kısacası, bu göstergelere bakıldığında, şimdilik görüntüde de olsa, doksan yıldan sonraki devre arasının lüzumu olmadığı kanısına varılmıştır. Bu teveccühe bakılırsa, “iki ayyaşa” her halde bazılarının aklınca iade-i itibar yapılmıştır. Zira gün, bu gün olup, onlara şiddetle ihtiyaç bulunmaktadır…
***
15 Temmuz süreci, itirafların deniz değil, okyanus olup, tüm kıtaları kaplayacak bir alan yaratmıştır.
Darbe girişimi sonrasında, şimdi beraber yürünen yolların ve yılların muhasebesi yapılmaktadır. Sonuca bakılırsa, öküz ölmüş, ortaklık bozulmuş ve kimileri de, itiraf ettikleri tarihsel yanılgılarını, Feto’nun dibini kazıyıcı bir nefrete dönüştürmüştür.
Feto’culuk işinde aldanmayan yegâne kesim, başta bu ülkenin İlerici ve Solcuları olmak üzere Silivri zindanlarına gömülenler olmuştur…
“FETOizm” öğretisinin ne menem bir akıllara zarar olduğunun en büyük itirafı ise, en yetkili ve birinci ağızdan, dün tövbe istiğfar edilmiş bulunmaktadır.
"15 Temmuz Darbe Girişimi ve Din İstismarına Karşı Birlik, Dayanışma ve Gelecek Perspektifi" gündemi ile toplanan Olağanüstü Din Şurası'nda konuşan cumhurun reisi, “…Dedik ki bir ortak yanımız var. Uzun süre gerçek yüzlerini göremedik…" ifadesiyle önce söze can suyu katmış ve uzun bir anlatımla sonunu şöyle bağlamıştır: “…Her şeye rağmen bu hain örgütün gerçek yüzünü çok daha önceden ortaya koyamamış olmanın üzüntüsü içindeyim. Bunun için hem rabbimize, hem milletimize verecek hesabımız olduğunu biliyorum. Rabbim de, milletim de bizi affetsin..."
***
Öyleyse toparlarsak, “ileri demokrasi” vaadiyle, bu kaotik süreçten yeni bir rejim çıkarılmasının, 23 Cumhuriyetini kuranların yeniden köşe taşı kılınmasına bağlandığı ve bu fasıldan olmak üzere, hem Rab ve hem de Milletten af dilenme noktasına gelinen bir görüntüler süreci yaşanmaktadır.
İşin perde arkasında, devletin her türlü kurumuyla hem FETOizm den arındırıldığı ve hem de, şimdiki yönetim anlayışına asal kılınan yeni bir rejimin, tasarım ve inşa sürecinden, OHAL vasıtasıyla geçildiği görülmektedir.
Güzel memleketin emekçi insanları ise, insanca bir yaşam ve huzur umut etmektedir…
Vaat edilen demokrasi meselesine gelince…
Toplumun seküler, devletin laik karakterde olmadığı; tersine, bunu ortadan kaldıracak her adımın şimdiye değin tereddütsüz atıldığı; emekçisine hayatı zindan edecek eşitsizliklerin daha da derinleşerek kök saldığı bir memlekette, ilerinin hiçbir harfi, demokrasinin “d” sine yapışmaz…
Emeğin demokrasisi için, her türlü darbe ve diktaya karşı, 24 Temmuzda, Taksim Meydanına umut tohumları ekenlerin, şimdi İzmir’de, tohumun toprağa duruşu bağlamında, ilk suyu verip veremediğini izlemek gerekmektedir.