Karadeniz kadını dik başlı, cesaretli, akıllı ve çalışkandır. Kafasına koymuşsa direnmeyi, onu asla bu kararından vazgeçiremezsiniz. İnadı da inattır ha! Bir de öyle bir doğa sevgileri vardır ki, tanımayanlar bilemezler. Yaşadığı coğrafyanın güzelliklerinin farkındadır. Bu yüzden onları yaşam alanlarından koparamazsınız. Canıyla sahip çıkar.
Ömürlerini geçirdikleri bu topraklar onların her şeyidir. Sularına, doğalarına herkesten daha çok sahip çıkarlar. İşgale gelen şirketlere karşı en önde saf tutarlar. AKP/Saray Rejimi’nin doğa talanı politikalarına karşı verilen mücadelede işgale direnen vadilerde her biri birer simge oldu.
İşte bölgemizin o simgelerinden biridir Gökçe Erhan. Biz onu verdiği mücadeleden biliyorduk. Kendi elleriyle yeniden var ettiği yörenin mimarisinin az kalan örneklerinden olan, çevresi çay bahçeleriyle ve ağaçlarla çevrili baba evini kendine yaşam alanı olarak seçmişti. Orada yaşıyordu.
Gökçe bir sanatçıdır aslında, ressamdır. Yaşadığı dünyayı ve hayallerinin dünyasını resimlerine yansıtmıştır. Mücadelesini verdiği doğa, resimlerinin konularından biridir. Belki de en öne çıkanı. Yanan evinde, belki de yakılan yaşam alanında, tüm bu eserleri de verdiği mücadelesine bedel olmuştur.
İnsanın ayırıcı vasfı belli bir düşünce, duygu, amaç, ideal için eylemlerde bulunması, işler yapması, etkinlikler geliştirmesidir. Gökçe arkadaşımız da sanatçı kimliğinin ve doğaya olan sevgisinin verdiği duyarlılıkla idealleri için eylemlerde bulundu. Bu eylemlerinden sonuncusu yaşadığı kasabanın, Çamburnu’nun, yeşilin maviyle buluştuğu, iç içe geçtiği o güzelim beldenin denizine sahip çıkmak adınaydı.
Trabzon’un Sürmene ilçesi Çamburnu beldesinde kültür balıkçılığı için kurulmak istenen balık üretim çiftliklerine karşı limanda yapacağı basın açıklaması için hazırlanırken, açıklamanın arifesinde, okuyacağı basın açıklamasını yazıya döktüğü saatlerde duyduğu sesler için dışarı çıkınca, evinin arka taraftan yandığını fark ediyor. İtfaiye gelene kadar o 150 yıllık tarihi ev ve içinde Gökçe’nin biriktirdiği anıları, yaptığı resimleri de kül oluyor.
Olay savcılığa intikal ettiği için varsa, failleri bulununcaya kadar şüpheli bir olay olarak hafızalarımızda yerini alacak. Çünkü biliyoruz ki şirketlerin çıkarlarına, rüyalarına karşı çıktığınızda karşınıza en acı verici şekilde çıkıyorlar. Hukuk tanımayan kan emiciler arkalarına aldıkları iktidar erkinin verdiği güvenle önlerine çıkanı yok etmek için her türlü yol denemekten çekinmiyorlar.
Antalya Finike'de taş ocaklarına karşı verdikleri mücadeleyle tanınan Ali Ulvi (61) ve aynı yaştaki eşi Aysin Büyüknohutçu, 9 Mayıs 2017 günü Kızılcık Yaylası'ndaki dağ evlerinde öldürüldü. Ölüm sebeplerinin şirketlerin kiralık katillerinin olduğunu artık bugün biliyoruz.
Antalya’da yaşanılan bu olay şirketlerin neler yapabileceğini bize göstermiştir. Bu yüzden yaşadığımız bu olaya şüpheyle yaklaşmamız gayet doğaldır. Çünkü Gökçe, yıllardır şirketlerin karşısında dimdik durarak, verdiği mücadele ile simge bir isimdir. O HES’leri mahkemeye verebilmek için ahırındaki ineğini satan vatandaş Kazım amcadır. Vadisinin şirketler tarafından işgal edilmesini istemeyen, jandarmaya elindeki değnek ile sınır çizen Karaçam’lı teyzedir. İkizdere’de iş makinelerinin önüne yatan o köylü kadınlardır.
O aynı zamanda Trabzon Sürmene’de çevre konusunda duyarlı çalışmalar yapan bir derneğin başkanıydı. Yıllarca yaşadığı köyün çöp toplama merkezi olmaması için direndi. Çöp sularının insanların yaşam alanlarına ve sağlıklarına verdiği zararları anlatmak için mücadele etti.
Kendi kaleminden aktaracak olursak: ¨En büyük hayalim, doğada tek başına yaşamak oldu... Neyse ki dünyalar güzeli bir memleketim vardı. Ve dedelerden kalma eski bir köy evimiz. Hâlâ tadilatlarla ayakta tutmaya çalıştığım. Neredeyse ıssız denecek bir tepede, tek başına, korkmadan yaşadım. Yalnız bir kadın olarak her ağır işin üstesinden gelebildim; her şeye rağmen mutlu yaşamayı becerebildim...¨
Ne yazık ki Gökçe’nin yaşadığı dededen kalma o evi yandı. Bütün televizyon kanallarında yangınla ilgili gelen raporda herhangi bir sabotajın olmadığı açıklandı. Ama aslında açıklanan bir rapor yoktu. Bu sadece olayı kriminal bir olay olmaktan çıkarmak isteyenlerin manipülasyonundan başka bir şey değildi. Zaman her şeyi yerli yerine koyacaktır.
Gökçe yaşadığı ve yaptığı hiçbir şeyden pişman değil. Yapamadıklarından dolayı yaşadığı burukluk var içinde. Mücadeleye devam etmeye dair en küçük bir tereddüdü olmadı tüm bu yaşananlardan sonra.
Yine kendisinin söylediği bir cümle ile bitirelim: ¨Çamburnu’nun kaderini değiştirmek için yaşayabildiğim kadar uzun yaşamak istiyorum.¨
İşte Gökçe’nin derdi bu. Yaşanılabilir bir dünya bırakmak gelecek nesillere!