İleri'den arkadaşlar “Gezi üzerine bir yazı yazar mısın?” diye sorduklarında, “tabii” dedim. Gezi'nin yıldönümü, yazmak gerekti. Aslıda yıldönümü olmadan da her gün yazılara, alıntılara, öykünmelere, hasetlere, haykırmalara, höykürmelere konu olan tek olgu “Gezi direnişidir”. Öncüleriyle yaklaşık 1 yıl, fiilen 20 gün, artçılarıyla 5 ay kadar süren Gezi direnişinin iktidar üzerinde yarattığı çok sarsıcı etkiyi hala görüyoruz.
Bunun nedenleri çok tabii:
2013 Haziranına kadar Demokrasi maskesi takmış iktidarın üniformasını gizleyen pulları payetleri, TOMA'ların sularıyla aktı gitti. Akarken yalnızca Türkiye'de değil, dünyada da aktı gitti. Bu çok sarsıcı. Gezi sonrası katıldığımız yurtdışı temaslarda her defasında Gezi Direnişi, konuşmaların odağına oturdu. Batılı siyasetçilerin, bürokratların, sivil toplum temsilcilerinin bu demokratik hak arayışını öve öve bitirememeleri, AKP milletvekillerinde itiraz edememe sıkıntısı yaratıyordu. İtiraz etseler ellerinde Gezi'nin haksızlığına dair en ufak bir argüman yoktu. Tabii dil bilip fazla enternasyonel olmanın da o günlerdeki 'dezavantajıyla' AKP'li bazı bakanlar, hatırladığım kadarıyla Davutoğlu, Bağış, Babacan gibi isimler, röportajlarda sıkışıp Gezi direnişinin aslında Türkiye'de demokrasinin geldiği seviyeyi gösterdiğine dair laflar etmek zorunda kalmışlardı. Türkiye'de bir yandan darbe yalanları, bir yandan Kabataş yalanları sürerken; yurt dışında övgülere boyun eğme zorunluluğu yaşanıyordu.
Gezi AKP içerisinde de çok konuşuldu. Hala konuşulmaya devam ediyor. “Yanlış yapıldı, yanlış yönetildi”, “Keşke onca miting yapacağına, çayı demleyin geliyorum parka deseydi” gibi yorumlar az buz değildi. Bizzat ben kendi kulaklarımla bir AKP'li milletvekilinden duydum. Hatta AKP'li vekillerin kendi çocukları için “tutamıyoruz, Gezi'ye gitmek istiyorlar” dediklerini de biliyoruz. O günlerde bütün saldırıları sahiplenip “emri ben verdim” diyen aklın, Aralık'ta kankası ile bozuşunca “hepsini paralel yaptı, çadırları da onlar yaktı” yalpalamasını da hatırlarsak, sözün özü: Gezi fena halde iktidarın söylem-eylem insicamını da bozmuştur.
Tabii hep kendi konuşulsun isteyen biri için gündemi kaçırmak da, en az söylem bunalımı yaşamak kadar ağırdı. Aslında hep kendi konuşulsun istiyor. Kendisini gazetelerde, afişlerde, bilboard'larda görmeyi sevdiği gibi, toplumsal muhalefetin hoşlanmayacağı, kızacağı, tepki göstereceği bir şey bulup söyleyip “du bakayım ne tepki gelecek” diye merakla bekliyor. Hiçbir cevap gelmemesi felaket demek. O nedenle bir yurt dışına çıkışında ettiği lafların ardından “tabii şimdi ben gidince ortalık karışacak” deyip beklentisini belirtmişti. Seviyor bunu, besleniyor bundan. O yüzden Fransa'ya verdiği orantısız güç atarı Fransa'ya değil, buna cevap verecek olan toplumsal muhalefete yönelik. Kadınlara ettiği “çocuk aldırmak” ile ilgili sözleri de dinleyici kitlesine değil, buna tepki gösterecek toplumsal kadın muhalefetine edildi. Gezi'de bardağı taşıran damlaları izlerseniz sürekli toplumsal muhalefeti test eden benzeri kaşımalar görürsünüz. Ama pişman olduğu bir şey var ki, o da Gezi'nin geleceği noktayı hesap edememekti.
Çok istiyor yeni bir Gezi olsun ve bu kez onu yensin.
Biz de çok istiyoruz farklı duygularla...
Ama Gezi öyle bir şey değildi işte... Kimse olmasını istediği için olmadı ve bir gün olacaksa da kimse olmasını istediği için ya da istediği şekliyle olmayacak.