Evvel zaman içinde, daha Gezi Direnişi olmamışken; ama iktidarın gösterdiği sopalar, salladığı parmaklar, püskürttüğü tükürüklerle su bardağı iyice dolmaya yaklaşırken; ABD'de Boston bombalamaları olmuştu. Ben de o günlerde yabancı kaynakları tararken bir terim dikkatimi çekmişti: “Salivating over the T word”. Yani, “T görünce ağzı sulanmak” gibi bir şey. İlk kez duymuştum. Bu terim üzerinden, Birgün gazetesinin Pazar eki için 21 Nisan 2013 tarihibde “'T' görünce ağzının suyu akmak” diye bir yazı kaleme almıştım. O günlerde - düşünün henüz Gezi, Çarşı, Kırmızılı Kadın, Sapanlı Teyze, Ethem, Mehmet, Abdocan; Medeni, Hasan Ferit, Ali İsmail, Berkin, Ahmet henüz “terörist” ilan edilmeden - iktidarın terörist ilan ettiklerini yazmıştım. Kimdi onlar:
Mesela okuma yazma bilmeyen bir Kürt Anne Naciye Tokova, yazdığı bir pankarttan 7 yıl hapis cezası alıp terör suçlusu olmuştu. Cihan Kırmızıgül'ün poşusu terör suçu ile müsadere edilmişti. O yıllarımızı yiyip bitiren bütün davaların terörist yazar, gazeteci, subay, genel kurmay başkanları vardı. Artık değiller. Yalnız tersi bir durum oldu tabii... O gün kahraman olan Zekeriya Öz ve birileri daha, bugün terörist. O günlerde 2011'e dair Associated Press (AP) tarafından yapılan bir araştırma 10 yılda dünya genelinde terör suçundan hüküm giyen 35 bin 117 kişinin 12 bin 897′sinin Türkiye’de olduğunu söylüyordu. Görünen o ki tam da ingilizce deyimde ifade edildiği gibi Türkiye'de de iktidar T deyince ağzını şapırdatmaya başlayanlardandı.
Terörü engelleme prototipi
Geçtiğimiz günlerde bir habere rastladım: Cengiz Holding’e liman özelleştirme ihalesine eklenerek verilen arazilerle ilgili TBMM KİT Komisyonu’nda konuşan Genel Müdür, ihaleyi, Mardin Mazıdağı’ndaki Cengiz yatırımının “terörü engelleme prototipi” olduğunu öne sürerek savunmuş. Çok normal karşıladım. Cumhurbaşkanı ve onun iktidarı, yaşam alanlarını koruyan, suyunu tarımını, kendi minik ekonomisini, çoluğunun çocuğunun, hayvanının rızkını savunan köylüyü 'terörist' ilan ederse, milletin bir yerlerine koyarak işini yürüten Mehmet Cengiz de terörle mücadele neferi olur biter. Gelsin ihaleler, paralar... Liman ihalesine eklenen Boğazdaki arazilere hiç girmiyorum.
“Terör” denen o sihirli kelime
Milletvekili olduğum dönemde gittiğim yerlerde, kucaladığım sorunlardan rahatsız olanların hemen başvurduğu bir kelimedir. Kürt çocuklara Pozantı'da tecavüz edildiğinde, kendi partimin bile büyükleri arayıp “terör” hassasiyetini vurgulama gereği duymuşlardı. Tortum'da 17 yaşındaki çelimsiz Leyla Yalçınkaya'nın jandarmayı darp etmekle yıllarca yargılandığı; 1 köyün neredeyse kadınlı erkekli tamamının sırf yaşam alanlarını korumak istedikleri için yıllarca hakim karşısına çıkmak zorunda kaldıkları o günlerde; AKP yerel yöneticileri, bizim partinin de yöneticilerini huzursuz etmek için “terör” kartı kullanmış; “bunlar hep terör” diye Erzurumluların yumuşak karnına vurmuşlar. Kendisini İstanbul'daki kentsel dönüşüm mağduriyetlerini anlatmaya adamış Hasan Ferit'in uyuşturucu çetesi tarafından öldürülmesi ardından, cenazesinin kaldırılamadığı ve bizim ailesinin yanında olduğumuz o akşamda, yine Partimin genel merkezinden aynı uyarıyı almıştım
Neye itiraz ederseniz teröristlikle suçlandığınız bu ortamda, gerçek manada terörle mücadele edilemiyor ise; iktidarların terörizmin olduğu yere değil, rantın olduğu yere bakmalarındandır. Aslında bu Türkiye'ye de özgü bir durum değil tabii... Genel olarak egemenlerin terörle sözde mücadele ettikleri alanlar, rantın da en bol olduğu alanlar. Terörizm var mıdır? Elbet de hayatın bir gerçeğidir. Ama terörizmin neden rant alanları üzerinde var olduğunu, kimlerin üretip, kimlerin destekleyip, kimleri kışkırtıp, kimleri kurban ettiğini iyi anlamak gerekir.
Köprü mücadelesi
Nazimiye'de Seyrantepe ve Pembelik Barajı'nın su tutması ile, yaşadığı alanda mahsur kalan Ayhan ve Adile Arduç çiftini mutlaka duymuşsunuzdur. Kendilerine bir köprü yapılabilmesi için yıllardır mücadele veriyorlar. Limak yapmamak için direndi. Onlar da taşınmamak için direniyorlar. Devlet “buradan çıkın, size başka yer verelim” diyor. Ama öyle cennet gibi bir yer ki yaşadıkları... Zaten mesele doğal güzellik de değil. Atalarının mezarları, inançlarının ibadet yerleri hep orada kalmış. Niye gitsinler... Gerçi iktidar bazı “doğal” ibadet yerlerini, ağaç, kaya vs taşımış, ya da taşımayı vadetmiş. Koskoca Süleymanşah Türbesi taşınmış, Arduçlar'a ne oluyor da diyebilirsiniz tabii. Uzatmayalım...
Yine evvel zaman içinde, bu kez Suruç'tan önce, hani “artık ölümler olmuyor, şehit gelmiyor” diye ülkece rahat soluk aldığımız günlerde, Arduç çifti köprü için açlık grevine girmişti. Biz de, 15 Temmuz 2015 günü, yani felaketten 5 gün önce, CHP Genel Başkan Yardımcısı Veli Ağbaba ve Adana Milletvekili Elif Doğan Türkmen ile kalkıp aileye destek ziyaretine gittik. Fakat o gün bir de ne duyalım; köprü için vize çıkmış; Arduçlar da açlık grevini bitirmiş. Pek sevindik. Hatta Arduçların ardından Tunceli Valisi Osman Kaymak'ı ziyaret ettik. Bürokrat olarak tam ifade edemese de, Vali Kaymak ile yaptığımız sohbetten anladığımız kadarıyla, Limak'ın patronu Nihat Özdemir bir hayli direnmiş, böyle bir yükümlülüğü olmadığını savunmuş, harcıyacağı parayı çok bulmuş, ama her ne hikmetse “peki” demiş. Bu arada Valilin konuşmalarından bir detay yakaladık. Köprünün “teröristler geçmesin” diye yapılmadığı gerekçesi... Oysa barış günleri yaşanıyor sanıyorduk.
Sonuçta köprü yağılacak umudu ile eve döndük. Ve 20 Temmuz 2015 günü, IŞİD'in Suruç katliamı, gencecik umutlarla birlikte, Arduçlar'ın köprü umudunu da havaya uçurdu. Böyle bir katilamın 5 gün öncesi çıkan köprü izni hep aklımda takılı kaldı.
Sur'un enkazında kalan anılar
Günlerce taş taş üstünde bırakılmayan Sur'da kentsel dönüşüm müjdesi (!) veren Başbakan Ahmed Davutoğlu, “Sare Hanım'a söyledim, Sur'da evim olsun istiyorum” dedi. Binlerce insanın evsiz kaldığı, bir hayli kalabalık bir yerleşim yeri olan Sur'da kimin evinin yerinde oturmayı hedefliyordu Başbakan, çok merak ettim. Sur'da çatışmaların sona ermesinin ardından, Diyarbakır'a giden Mimarlar Odası Temsilcileri şu izlenimlerini anlattılar:
“Deprem sonrası insanlara enkazdan eşyalarını alabilmeleri için imkan sağlanırdı. Sur'da ise insanlar evlerinin enkazlarına yaklaştırılmıyor. Birkaç parça eşyası, fotoğrafları, anıları, çocuğunun bir patiğini saklamak istemez mi insanlar. Üstelik de tüm bu enkaz hafriyat olarak kaldırıp taşınıyor. İnsanların belki tapuları var orada...” Tam da bu!
Sur'un dönüşüm animasyon filmini izlemişsinizdir. Sürekli ezan sesi duyulan, fışkiyeli havuzlar gösterilen “biblo” diye ifade olunan bir takım yapılar. İçinde yaşayan insanların belki de uzak diyarlara sürüldüğü, yeni zengin ve hatta yeni ithal zenginlerin mülk sahibi olduğu ve söylendiği üzere Davutoğlu çiftinin de bir evinin bulunacağı “terörü engelleme prototipi”.