Her türlü sanat edimi zamana karşıdır da. Tanıklık etmesi için, tanıklık ettiği zaman dilimini dondurmak zorundadır; ama bu tanıklıkta kazanan zaman ve hayattır. Onun için sanatın “kalıcılığı” yoktur. Kalıcılığa kanıt gösterilen sanat eserlerinin, zamana karşı verdiği mücadeleyi kazandıkları anlamını taşımaz onların bugüne gelmesi, onların tanıklık ettikleri zaman diliminin bitmediğini kanıtlar. Dondurdukları zamandaki ayrıntıların binlerce yıldır devam edip gittiğini... Bunun için temelde zaman ile sanatın uzlaşmaz gibi görünen çelişkisinde gizli bir uzlaşma görmek olanaklıdır.
Gerçekçi sanata karşı çıkanların temel tezlerinden biri, gerçekçi sanatın ele aldığı sorunların insanlık tarihi içinde çözümü bulunduğunda böyle bir sanatın gerekliliğini ve geçerliliğini yitireceği doğrultusundadır. Bu tez karşısında gerçekçi sanatın söyleyeceği tek şey şudur: “Keşke sizin dediğiniz gibi olsa ve bizim binlerce yıllık sürdürdüğümüz tanıklığımız bitse”...
Bunun için Kemal Özer’in Canlı Siper şiirini örnek alalım ve şiirin yazıldığı dönemsel koşulları anımsayalım: ABD’nin Irak’a ikinci büyük saldırısının kesinleştiği günler... Savaşa ve bu saldırıya karşı insanların “canlı kalkan” olmak için, bedenlerini siper etmek için dünyanın dört bir yanından yola çıktığı zamanlardı. On bir, on iki yıl öncesi... Bu on iki yılda ne kadar şey değişti, ne kadar çok olgu bir görünüp bir kayboldu hayatımızdan. Şimdi gönüllü “canlı kalkanları” hiçbir yerde görmüyoruz. Rehin almaların, İslamcı kasapların, emperyalist savaşların vekiller eliyle sürdürüldüğü savaşların yaşandığı ve ülkemizin hepsinin birden içinde olduğu bir zaman diliminde bile “canlı kalkan”ları görmüyoruz. “İşte bakın ne kadar haklıyız! Olgu ortadan kalkınca 'Canlı Siper' şiiri de zaman karşısında eridi, bitti... Oysa bu şiir; gelip geçici, toplumsal hareketliliğin bir görünüp kaybolan olgusu karşısında insanın daha derinlikli, varoluşsal sorunlarını anlatsaydı, kadim ve değişmez sorunları işlediği için geleceğe de kalabilecekti diyecekler kabaca. Canlı Siper’in yazarak dondurduğu zaman diliminin, tanıklık ettiği zaman diliminin niceliği değişse de zulme karşı bir tanıklığın şiiri oldu gerçeği değişir mi? Karıştırılan yan burası belki de.
Gerçekçi şiir olguya tanıklık eder gibi gözükse de gerçek tanıklığını niteliksel temelde sürdürür. Değişen zulmün niceliğidir, niteliği değil. Acaba cayır cayır yakılan Bağdat sokaklarının ya da yine Kemal Özer’in şiir serüvenin de çok önemli bir durak olan olan “Oğulları Öldürülen Analar”ın gövdesini oluşturan izlek 1970’li yılların devrimcilerinin öldürüldüğü Türkiye sokaklarının, caddelerinin arasında niteliksel bağlar yok mu? O şiirler yetmişlerin Türkiyesi'nde zamanı dondurmuştur; ama donan zamanın içinde niteliksel ilişkilerinin tanıklığını sürdürür. İşte gerçekçi sanatın aşılamazlığı bu yöntemdedir.
CANLI SİPER
Parmağı tetikte bir gemi, ambarı alev yüklü
ne zaman yola çıksa geçmek için gözyaşı denizinden
Bir daha gelir gözlerimin önüne o sarsıcı görüntü
yürüyerek korkuyla bir telâşın çarpıntılı izinden
Bir adam, iki büklüm, sığındığı duvarın dibinde,
siper ediyor kendini kurşunlar uçuşurken
Bir çocuk, eğmiş başını o canlı siperin gerisinde,
yüreği bir kuş gibi nerdeyse fırlayacak yerinden
Yan yana durmalıyız sevgilim biz de o adamla
eksilmesin bir an bile çocuğun beslediği güven
Korku karşı koyamazsa atılan kurşunlara
kurtarmaya yetmezse can telâşı ölümden
Biz de bir zincir örmeliyiz, her halkası
bu sevdalı buluşmanın direnciyle yenilenen
Bir zincir, tetikten geri çekene değin o parmağı
o gemiyi boşaltana değin alevli yükünden
Sorumluluk
Tabii buraya kadar “şiirin” yaşanan karşısındaki tanıklığını tartıştım; bir de bu şiiri yazanın tanıklığı var ve şiirin yazıldığı zaman diliminden sonra “tarih” olacak bir zaman kesitinde tarihe “bak ben sadece bu yaşananları seyretmedim” demesini de işin içine katmak zorundayız. Şairin, bireysel, insan olarak da tavrını koymasını da vardır burada. Bu da bizi Kemal Özer için “tanıklık”tan başka ikinci bir başat kavrama görütürür. “Sorumluluk.” O şiirleriyle tarihe, yaşananlara karşı bireysel “sorumluluğu” olduğunu ve bunu gerçekleştirdiğini söylemek ister adeta. Bu bireysel sorumluluk bir şemsiye gibi üç “sorumluluk”un üstüne açılır. Birincisini şiirlerinde seçtiği dönemsel de diyebileceğimiz simgelerle gerçekleştirir. Örneğin yetmişli yılları şiirleştirirken seçtiği simge o dönem için en çok acı çekenler (analar) olurken, 12 Eylül’ün hemen sonrasını “kimlik” simgesiyle (Kimlikleriniz Lütfen) karşılar. Böylece de şemsiyenin altındaki ikinci “sorumluluğa” ulaşırız. Kendi ifadesiyle söylersem: “ezilenlerin dili” olmak sorumluluğudur bu. Onlar kendi dillerini özgürce kullanmaya başlayıncaya kadar, ezinlenlerin dili dönmeye başlayıncaya kadar kendisine ve şiirine yüklediği sorumluluktur. Üçüncüsü ise Kemal Özer, bütün bu sorumluklarını “sanat” ile gerçekleştirdiğinin bilincinde olmasıdır. Sanat işçiliğini, “doğru ve öz şeyler söylüyorum nasıl söylersem söyleyeyim” demez hiçbir zaman. Şiirleri için, özü en iyi saracak biçimleri arar. Bu biçimlerle topluma gidebileceğinin de bilincindedir. Onun için örneğin Oğulları Öldürülen Analar’ı sahne şiirleri biçimde yazar. Şiirin, yazıldığı yerde kalmaması için de bir araç olur bu aynı zamanda; çünkü gerçekçi bir şiir hedefine yani topluma ulaşmalıdır.
Sonuç
Her “gerçekçi sanat” eseri dünyanın içine fırlatılmış değil bütün boyutlarıyla yerleşmiş insanı anlatır. Bu şiir de... Mekân; gerçekçi şiir için zamanla tanıklığın kesiştiği noktadır. Bunun sonucunda da ne mekân mutlaklaşır ne de zaman. Binlerce yıl önce yazılmış bir sanat eserinin yaptığı tanıklığın bugün de sürmesi neyi gösterir? İnsanlığın ne kadar ilerlediğini mi, yoksa insanlığın ilerlerken hiç acelesi olmadığını mı? Bence ikincisi. Toplumsal gelişmenin nesnel yasaları saptanalı ne kadar oldu? Hadi bir de bu zaman dilimini, insanlığın bütün zamanıyla karşılaştırın. “Daha bebek bile değil” demek doğru olmaz mı?
Binlerce yıllık bir Çin ve ya Mısır şiiri olacaktı Can Yücel çevirisiyle okumuştum belleğim beni yanıltmıyorsa; mahkemede zenginin her zaman haklı, yoksulunsa her zaman nasıl haksız çıktığını anlatır. Burada dondurduğu zaman diliminde şiir neye tanıklık etmiştir? Bugün de aynı şiir tanıklığını sürdürmüyor mu? O şiir zamanı dondurarak tanıklık ederken insanın “yazgısının değişmez” olduğuna mı tanıklık etmiştir, yoksa, insanın kültürel gelişiminin ne kadar çileli, zor gerçekleştiğinin mi tanıdığıdır? Bence yine ikincisi.
Şiir, tanıklığını da bugün sürdürüyor. Ta ki hayat kendi tanıklığını şiire karşı üstlenmeye hazır oluncaya kadar da sürdürecek. Kapitalizmin kültürünün karşısında insanın kendi iradesini koyacağı günlere dek. Kimbilir belki başka araçlarla ondan sonra da...