“Şimdiye kadar takip ettiğim yol tabelalarını görmüyorum. Beni, güzel bir yere çıkaracağından emin olduğum hislerimden başka rehberim yok.”
Bu satırlar, Nejat İşler’in “Gerçek Hesap Bu…” başlıklı kitabının son sayfalarından alınma. Bu yakınlarda Can Yayınları arasında çıkan kitabı bir akşam vakti elime alıyorum. Ve o akşamı izleyen sabahın ortanca saatlerinde bitiriyorum. “Ben, bundan sonra ne okuyacağım?” sorusunun burukluğuyla. Çünkü birkaç saatlik bir gece boyunca kendimi, kırklı yıllarının sularında ilerleyen bir hayatın ortalık yerinde buluvermişim…
Ve ondan sonra, kendi hayatına damardan girmiş bir sanatçının elyazısının tıpkıbasımı olan satırlarıyla bir hayat hikâyesine veda etmek zorunda kalmak: “Şimdiye kadar takip ettiğim yol tabelalarını görmüyorum. Beni, güzel bir yere çıkaracağından emin olduğum hislerimden başka rehberim yok.”
Aydınlanma diye adlandırdığımız olayın bundan önce rastladığım tanımlarını hatırlamaya çalışıyorum. Şimdilik yukarıdaki satırlarda cisimleşen bir aydınlanmanın, doğruluğundan kuşku duyulmayan bir varma noktasının çevreye saçtığı ışıkların tam ortasındayım. Biliyorum ki, alıntıladığım bu satırlar bir daha beni hiç bırakmayacak.
Bırakmayacak, çünkü kabul edelim ya da etmeyelim: Dünyaya bilincimizin gözleriyle bakmaya başladığımız andan itibaren yol tabelalarının da kuşatmasına giriyoruz.
Ailelerin diktiği yol tabelaları…
Kendi hayatlarını yaşadıklarını söylerken, edinmekte bütün hemcinsleri ile yarışan elden düşme hayat toplayıcılarının diktikleri yol tabelaları …
İçlerinden birinin olsun üstünde yazılı olanları çizmeye ve yeni bir şeyler, şimdiye kadar hiç gidilmemiş yönler yazmaya kalkıştığımızda bize hemen amansız bir düşman gözüyle bakmaya koyulanların diktikleri yol tabelaları …
“…Beni, güzel bir yere çıkaracağından emin olduğum hislerimden başka rehberim yok.”
Rudyard Kipling’in nice yılların ötesinden yankılanan “Eğer” (“If”) başlıklı şiirinin dizeleri çınlıyor beynimin ta içinde:
Döküp ortaya varını yoğunu
Bir yazı-turada yitirsen bile
Yitirdiklerini dolamaksızın dile
Baştan tutabilirsen yolunu
Yüreğine sinirine dayan diyecek
Direncinden başka şeyin kalmasa da
Herkesin bırakıp gittiği noktada
Sen dayanabilirsen tek
Herkesle düşüp kalkar erdemli kalabilirsen
Unutmayabilirsen halkı krallarla gezerken
Dost da düşman da incitemezse seni
Ne küçümser ne de büyültürsen çevreni
Her saatin her dakkasına
Emeğini katarsan hakçasına
Her şeyiyle dünya önüne serilir
Üstelik oğlum adam oldun demektir
Türk sinemasının gerçek anlamdaki büyük oyuncularından Nejat İşler’in kaleminden çıkma “Gerçek hesap bu”, ödünsüz ve acımasız bir hesaplaşma. Ödünsüzlüğü, kendine yönelik. Hiçbir şeyi, ama gerçekten hiçbir şeyi bağışlatmak ya da yüceltmek peşinde değil. Sadece yaşatma amaçlı: “Böyleydi işte benimkisi!”
Acımasızlığı ise, artık ne yazık ki kendine her fırsatta ‘aydın’ etiketini yapıştıran, bulabildiği bütün ses tonları ile haykıran, elden düşme hayatların tiryakisi kimi cüceleri hedef almakta: “Peki ya seninkisi? Oldu mu hiç ‘benim’ diyebileceğin tek bir yaşantın? Söyle, oldu mu hiç? Senin hesabın nedir?”
“Gerçek hesap bu!”, toplumumuzda özellikle son yıllarda örnekleri gittikçe azalan adam gibi adam’lardan birinin buram buram insan kokan hayatının şimdiye kadarki hikâyesi!
İşte bu kadar!