2013 yılını umutla ve inançla tamamlayan çağdaşlar olarak iki yıl sonra karamsar bir yeni yıl havasındayız. Adettendir, umuda vurgu yapılır yeni yılda. Öyle boş bir iş olduğunu da düşünmüyorum. Karamsarlık, uygarlıkla barışık değildir. İnsanoğlu, sonunda hem kendi bireysel hayatının hem de kurduğu uygarlıkların eninde sonunda karanlığa gömüleceğini bildiği halde taşları üst üste koymakla uğraşır.
Göreli karamsarlık diyelim, en önemli gerekçeleri karanlığın seçimi yüzde 50 ile kazanmış olması ve aynı tablonun koparılamaz bir parçası olarak yeniden patlatılan acımasız iç savaş. İç savaşın patlama sesi olan Suruç ve Ankara bombaları, toplumsal tarihimizin en karanlık sayfalarında yerini aldı bile. Ama başta dediğim gibi, karanlıkları protesto ederek değil aydınlığı çoğaltarak kazanacağımız fikrini insan uygarlığının doğasına daha uyumlu bulmuşumdur hep.
Ben kısaca umudun kaynağı olabilecek iki gelişmeden söz etmek istiyorum. Sadece iktisadi hayatımızı değil, egemen ideolojinin ezberlerini, biz insancıkların günlük hayatlarını derinden etkileyecek, sömürü düzeninin güvenilen dağlarına kar yağdırabilecek gelişmeler bunlar. Birincisi kredi büyümesinin durması ve artık fazla kıpırdayamayacağının ortaya çıkması. İkincisi de konut satışlarının gerilemeye başlaması.
‘Karamsarlık kötü diye başladın, iki müjde dedin, bunlar mı müjde?’ diyeceksiniz. Ben bunları hayırlı haber olarak görüyorum. Nedenini kısaca anlatayım. 13 yıldır hem konut fiyatları, hem de krediler reel olarak durmadan artıyor. Bu o kadar ilginç bir durum ki biraz ayrıntılarına girmekte fayda var.
Konut fiyatları, emek-değer yasasına tabi değildir. Rant yasaları işler. Daha çok talep gören, merkezi veya tercih edilen yerlere yakın, altyapısı düzgün bir konut, aynı kalite ve büyüklükteki bir başkasının bazen birkaç, bazen 20-30 katı değerine sahip olabilir.
Konutların değerleri kültürel olarak da değişir. Mesela, “Cehape zihniyeti”nin zenginlerinin mahalleleri hızla köhneyip değeri düşerken, yeni düzenin zenginlerinin mahalleleri birkaç yıl içinde üçe dörde katlayabildi.
Özellikle küçük mülk sahibi sınıflarda sermayedar bilinci zayıf bir kepazelikten söz edebiliriz. Yüksek gelirli hemen herkes, kendi oturduğundan başka bir veya birkaç konut alıp kiraya verme derdindedir. Alınan kira, konutun fiyatını 25 sene civarında amorte eder. Bu, her açıdan verimsiz bir yatırımdır. Ama burada kilit olan konutun nasılsa ileride reel değerinin artacağı varsayımı. Üçe al, üç senede beşe sat, arada kira da kazan… Bu varsayım, ikinci-üçüncü-beşinci mülklerin alınmasındaki temel motivasyondur ve evet, kentleşme ve hızlı nüfus artışı ve AKP beton düzeni üçlüsü sayesinde bugüne kadar çalışmış ve kuşaklara damgasını vurmuştur.
İçinde bulunduğumuz bu dönemde son hızlı fiyat artışlarına tanık olmaktayız. Nüfusun, özellikle konut alma gücü olan kesimlerin sayısal sınırlarından fazla konut üretimi yapılmakta olan bir ekonomide son balonlar şişiriliyor. Sosyolojik yapının çimentosu sayılabilecek temel ve en ahmak varsayımlardan birinin çökeceği bir onyıla giriyoruz: ‘Konut fiyatları hep artmak zorundadır.’
Bir kez çökünce ne mi olur? Konut fiyatlarının artık artmadığı yaygın olarak algılanmaya başlandığında kiralar artırılmaya ve 25 yıllık amortismanlar diğer kapitalist ülkelerde olduğu gibi kısaltılmaya çalışılır. Bunun başarılamadığı bölge ve kentlerde zincirleme sürekli fiyat düşüşleri başlar. Gayrımenkul düşüşü, bankacılığın ülkemize özgü çarpık teminat yapısını da dinamitleyerek zincirleme kredi batışlarına neden olur…
İkinci müjdenin konusu olan kredi büyümesi ise daha önce işlediğim tekelci finans sermayesinin AKP düzenine verdiği onayla ilgili baltalayıcı bir etki yaratmaya başlayacak. Tabii ki finans kesimlerinin temsilcileri RTE’yi istemezük diye dolaşmaya başlayacaklar veya muhalif oluşumları destekleyecekler gibi burjuva siyasi yasalarına aykırı beklentilere kapılmak gerekmiyor. Ama misal, geçen yıl Fethullahçılar, bu yıl Putin, RTE ile hesabı olanın doğrudan RTE’yi hedef almasının kolaylaştığı bir ortama girdik. Evet, bundan açık bir faşizm ve savaş ekonomisi de çıkma tehlikesi yüksek, ama en azından son on yılda gördüğümüz rantla uyuşturulmuş bir yandaş ekonomisi çıkmayacağı kesin.
Çimentonun ve borçlanmaya tüketime dayalı büyümenin sonu, umudun başlangıcıdır. Yanlış olmasın, düzen sarsılınca bazı aklıevvellerin sıkça tekrarladığı gibi önümüz otomatik açılmaz. Küçük mülkiyet ağlarının düğümleri zincirleme çözülmeye başladığında, halkı kucaklayacak başka ağlar gerekmektedir. Zahmet gerekmektedir. Hayat hem umutlu hem zahmetlidir. İyi yıllar!