Kentler, geçmişlerindeki tarihi, kültürel ve sanatsal zenginlikleri ile kendilerini bugüne ve geleceğe taşırlar. Tarihsel geçmişleri ile geleceğin dünyasında yerlerini alırlar. Geçmişleri, o şehrin kimliğidir. O kimlik üzerine şekillenirler. Binlerce yıllık bir tarihi olan Trabzon o kadim kentlerden birisidir.
Bu yazıyı yazma ihtiyacı kente dışardan gelmek isteyen insanların, son yıllarda oluşan şehrin olumsuz imajı yüzünden bu harika kente gelmekte tereddüt yaşamalarının bana ve Trabzonlulara verdiği rahatsızlıktan kaynaklanmıştır.
Oysa bu şehir, yapılan arkeolojik çalışmaların sonuçlarına göre 7 bin yıla dayanan tarihiyle, doğasıyla, insanıyla bu kötü imajı hak etmemektedir.
1980 sonrasında devletin özellikle seçtiği kentlerden olan biri olan Trabzon, vitrine milliyetçi yüzü ile çıkartılmıştır. Bu güzelim kent milliyetçiliğin karanlık dünyasının sınırlarının içine hapsedilmiştir.
Bu, özellikle yapılan bir devlet organizasyonudur. 12 Eylül faşist darbecilerinin bu kadim şehri, tarihi kimliğinden kopartıp tamamen farklı bir kent yaratma uğraşlarının bir sonucu olarak bugün hakkında olumsuz yargıların oluştuğu bir kent haline getirilmiştir.
Farklı uluslara, halklara ev sahipliği yapmış, göç almış, göç vermiş farklı uygarlıkların, farklı dinlerin etkilediği bir coğrafyanın merkezi olmuş, tarihi İpek Yolu üzerinde bulunan önemli bir liman kenti olmayı başarmıştır. Böyle bir tarihsel geçmişe sahip bu kent bu kötü imajı hak etmiyor.
1980 öncesi kültürel ve sanatsal yaşamın yoğun olduğu, kentin eskilerinin deyimiyle “Trabzon hanımefendileri ve beyefendilerinin” yaşadığı, tarihinde şehrin meydanında opera binası olan, bugün bile 10'a yakın özel tiyatrosu ve devlet tiyatrosu bulunan, 70'li yıllarında amatör futbol kulüplerinin bile tiyatrosu olan bu şehir isteseniz de üzerine giydirilmek istenen bu kimliği bir türlü kabul edememiştir, etmemiştir.
Yazlık sinemalarının olduğu, sahil şeridinde, mahalle aralarında aileler ile birlikte gidilebilen içkili balık lokantalarının olduğu, sinema ve konser salonlarını ailelerin doldurduğu bir şehrin üzerini sadece külleyebilirsiniz. O ateş, o küllerin altında hala yanmaktadır. Türkiye edebiyatının ve sanatının önemli yazar, şair ve sanatçılarını yetiştiren bu topraklar bu milliyetçi karanlığa gömülmek istenen şehri aydınlatmaya devam ediyor.
60’lı, 70’li yılların dünyayı etkileyen devrimci yükselişleri aynı anda Trabzon’u da etkilemiştir. Neredeyse döneme damgasını vuran sosyalist hareket ve partiler bu kentin sokaklarında binleri yürütmüştür. Gezi eylemliliği sürecinde on binler sokakları işgal etmiştir. Sosyalist hareketin tarihine yüzlerce devrimci katmıştır. Onlarca devrimci bu topraklardan ezilen halkların, işçi sınıfının kurtuluş mücadelesi için yıldızlara yürümüş, birer yıldız olmuşlardır.
Sonra bu kentin kendi evlatları 12 Eylül faşizminin dayattığı acıları yaşadı; kaçmak, gitmek zorunda kaldı. Kalanlar o dönemi en ağır koşullarda yaşamak zorunda kaldı. En başta Trabzon'un hanımefendi ve beyefendileri şehirden göç etti. Köylerden ve periferindeki kentlerden gelen yurttaşlarla Trabzon'un demografik yapısı değişti. Sonra yeni gelip yerleşenlerin yaşantıları ile şehrin kültürü, hayatı değişti. Küçük kozmopolit şehir hayatı ortaya çıktı.
Şehre gelen insanların ekonomik, eğitim, iş arayışı gibi ihtiyaçları şehrin çehresini değiştirdi. Herkes kendi derdinin peşine düşmüş, Trabzon'un yardımlaşma ve dayanışma kültürü eski sıcak, samimi, etkileyici yaşamını büyük oranda yitirmiş oldu.
Öyle hızlı değişim yaşandı ki; kent linç kültürlerinin yaşandığı, rahip cinayetinin olduğu, suikastçı Ogün Samastları çıkartan bir şehir halini aldı. Bütün bunlar tek başına kendiliğinden yaşanmadı elbette. Hepsinde dönemin siyasi iktidarlarının ve son 20 yıla damgasını vuran AKP hükümetinin eli vardır.
Cemaatle yürüttükleri ikili iktidarları döneminde Trabzon’un adının karıştığı suikast olayları AKP’nin de aynı mantıkla kenti elde tutmaya çalıştığının bir göstergesi olarak karşımıza çıkmaktadır. Her mahallesine Kuran kurslarının açıldığı, her meydanına camilerin yapıldığı, dinci cemaat ve tarikatların bir ağ gibi örttüğü bu doğa harikası kent yine de teslim alınamamıştır. Şehrin devrimcileri ve demokratları hala dimdik ayakta durmaya, şehrin aydın kimliğini korumaya devam etmektedirler. Asla teslim olmadılar.
Bütün bu yaşananlar ve devletin bütün bu uğraşlarına rağmen Trabzon, hala o tarihinin verdiği o kültürel ağırlık yüzünden istedikleri gibi bir şehir olmamıştır. Becerememişlerdir. Tek becerebildikleri Trabzon’a yabancı olan insanların Trabzon ve Trabzonlular hakkında olumsuz önyargılar edinmeleri oldu.
Trabzon’un bu olmadığını anlatmak, dostlarımızın rahatça bu kente seyahat edebilmesini sağlamak bizlere, elbette Trabzonlu kültür sanat insanlarına ve bu işten rahatsızlık duyan demokrat halkına düşüyor.
Bir milletvekilinin bile gelirken uyarıldığı bu kentin bozulan imajının düzeltilmesi elbette zaman alacaktır. Ama biz Trabzon’u anlatmaya devam edeceğiz. Ve bu kent eski kimliğine yeniden kavuşacaktır. Eninde ve sonunda.